AKP Kurucusu Çelik ten parlamenter sistem çağrısı: Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye’ye yaramamıştır
Halktv sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
AKP'nin kurucularından eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Türkiye’deki son gelişmelere işaret ederek, “Toplumdaki bu kutuplaşmayı, gerginliği, Türkiye'ye zarar veren bu tansiyonu düşürmek için bazı akil insanların devreye girmesi lazım” dedi.
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Haşim Kılıç, Ertuğrul Günay, Hikmet Çetin, Zülfü Livaneli gibi isimleri öneren Hüseyin Çelik, “Bu Türk tipi başkanlık sistemi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye'ye yaramamıştır. Bütün yetkilerin bir elde toplandığı bir yapı demokratik bir yapı değildir ve Türkiye'nin mutlaka arızaları giderilmiş parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘EN FAZLA EKSİKLİĞİ HİSSEDİLEN KONU ADALET’Çelik, “Ekonomik zorluklardan dolayı zaten şu anda insanlar burnundan soluyor ve çok kötü durumda. Herkes ekonominin kötü olduğunu biliyor. Dar gelirli insanlar, sabit gelirli insanlar veya işsizlerin çok büyük sıkıntı içerisinde olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte bir de adalet, hukuk, demokrasi açlığı olunca iş çok farklı bir yere doğru gidiyor” dedi.
Hüseyin Çelik, İstanbul’da belediyelere yönelik soruşturma kapsamında gözaltındaki belediye başkanları ve bürokratların kamuoyuna yansıyan görüntülerine ilişkin soruya şu yanıtı verdi:
‘MECLİS KURULDUĞU GÜNDEN BERİ BU KADAR ETKİSİZ OLMADI’“Kimse layüsel, yani hesap sorulamaz değildir. Demokratik bir hukuk devletinde herkes yaptığı yanlışın bedelini öder. Herkesin yargı önünde hesap vermesi lazım. Biz burada şahıslardan söz etmiyoruz. Bakın ben CHP'li değilim, CHP'li olmak benim genetik kodlarıma da aykırı. 1978'de Adalet Partisi Gençlik Kolları Başkanı olarak siyasete başladım, 47 yıldır benim çizgim bellidir. Demokratik sağ diyebilirsiniz. AKP'yi kurarken de aslında biz bu ilkelerle kurduk.
Dolayısıyla ister AKP'li ister CHP'li, ister MHP'li, kim olursa olsun eğer gerçekten somut delile dayalı bir suç varsa yargının onun üstüne gitmesi lazım. Bu yapılırken de insanların şeref ve haysiyetini daha sanıkken yerle bir edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması gerekiyor. Yani itibar suikastı yapılmaması gerekiyor. Bir belediye başkanı veya üst düzey bir genel müdür, bir yönetici böyle teşhir edilmeyi hak etmiyor, herhangi sıradan bir vatandaş da hak etmiyor. Çoluk çocuğunun itibarının zedelenmemesi, aile şerefine leke sürülmemesi gerekiyor."
“Son dönemde yaşananlar nedeniyle bir otoriterleşme veya diktatörlüğe doğru bir gidiş olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna Çelik, şu yanıtı verdi:
‘GEZİ’DE GÜVENLİK KAYGISI İÇİN ÖZGÜRLÜKLERİ FEDA ETTİK’“Bu isimlendirmeler, yaftalamalar doğru değil. Şu anda TBMM'nin konumu ve fonksiyonu ile Putin'in Duma’sının bir farkı yok. Meclis kurulduğu günden bu yana hiçbir zaman bu kadar etkisiz ve yetkisiz olmamıştı. Bir memlekette güçler ayrılığının esas olması lazım. Yürütme devletin gücünü temsil eder. Devletin gücü sınırlandırılmadığı zaman, sınırlandırılmamış güç ezer geçer. Devlete karşı vatandaşı anayasa korur. Bu Anayasa’nın harfiyen uygulanması lazım. Bugün Anayasa da uygulanmıyor maalesef. Biz o bildiride ‘Demokrasi, hukuk olmazsa üretim, kalkınma olmaz, özgürlük olmazsa şu olmaz, bu olmaz' diyoruz. Bunların hepsi birbirine bağlı şeyler.”
2002'ye kadar geçen 80 yılda Türkiye'ye gelen yabancı sermayenin 14,5 milyar dolar, 2002 ile 2012 arasında ise 119 milyar dolar olduğunu anlatan Hüseyin Çelik, “Sebep şu; o zaman biz ‘hukuk devleti’ dedik, ‘demokrasi, insan hakları’ dedik. O günlerde bunları dillendirdik ve gereğini de yaptık. Bizim dünyadaki itibarımız ve içerdeki demokratik işleyişimiz Gezi olaylarıyla birlikte bozuldu. Çünkü Gezi olaylarıyla birlikte biz özgürlükleri güvenlik kaygılarına feda etmeye başladık. Eğer özgürlükle güvenlik dengesi kuramazsanız siz insanlarınızı mutsuz ve o ülkeyi açık cezaevi haline getirirsiniz” dedi.
‘BİRBİRİNE DÜŞMAN GİBİ BİR ORTAM VAR’Muhalefet ile iktidarın birbirinin rakibi olduğunu ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
‘BUGÜNKÜ SİSTEM TÜRKİYE’YE YARAMAMIŞTIR’“Ama bugün birbirinin düşmanıymış gibi bir ortam var. Barış içinde yarış olmazsa onun adı demokratik rekabet falan filan değil, başka bir şeydir. Sadece siyasi alan değil, mesela futbol müsabakaları da ne yazık ki böyle. Ben mesela son olarak Van-Elazığ maçını seyrettim, futbolcunun kafası kırılıyor, hakemin kafası kırılıyor, saha yabancı cisimlerle doluyor. Üstelik bu Süper Lig falan da değil. Ama tepede kavga olunca, tepede rekabet husumet zemininde yapılınca, siz sokaktaki vatandaşa, ‘demokratik olun, nezaketli olun, birbirinize tahammül etmeyi öğrenin, kim başarılıysa o kazansın’ dediğiniz zaman karşılık bulur mu?
‘VATANDAŞIN ÜLKESİ ADINA ÜMİDİ YOK’Bugünkü sistem Türkiye'yi ileriye götürebilecek bir sistem değil. Bu Türk tipi başkanlık sistemi veya Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye'ye yaramamıştır. Bütün yetkilerin bir elde toplandığı bir yapı demokratik bir yapı değildir ve Türkiye'nin mutlaka arızaları giderilmiş parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor. Bunu iktidarı ile muhalefeti ile oturup nezaket ölçüleri içerisinde konuşmaları gerekiyor.
Şimdi yeni anayasa yapmaktan söz ediyoruz değil mi? Tamam, elbette yapalım. ‘12 Eylül Anayasası, darbe anayasası’ diyoruz ya, inanın o darbe anayasasından eser kalmadı şu anda. Yani 170-180 maddenin neredeyse 150'si değiştirilmiş durumda şu anda. Mademki yeni bir anayasa yapmaktan söz ediyoruz, bugün yaşadığımız bu sıkıntıların ve arızaların hepsinin giderildiği yeni bir anayasa yapılabilir. Ama şimdi siz insanlara derseniz ki, ‘Yeni anayasa yapalım, bu bize daha fazla güç ve yetki versin’ insanlar da der ki ‘Yetki ve güç iyidir ama kontrol edilmesi gerekiyor."
if (!$ISMOBILE) : ?>include(__DIR__.'/320x100.php');?>
‘İMAMOĞLU’NUN YARGILANMA ŞEKLİNİ DOĞRU BULMUYORUM’Tayyip Bey de neticede bir fanidir. Biz şahısları konuşuyoruz, ilkeleri konuşmuyoruz, sistemi konuşmuyoruz. Bizde anayasalar devleti millete karşı korumak için hazırlanıyor. Halbuki demokratik bir anayasa halkı devlete karşı korur. Bakın vatandaş iki kelime istiyor, güven ve ümit. Gerçekten vatandaşın ümidi yok ülkesi adına. Çocuklarımız kaçıp kaçıp yurt dışlarına gidiyorlar. Kimse kimseye güvenmiyor. Güven ortamının tesis edilmesi lazım. Ve bu güven ortamının tesis edilmesinde de en büyük sorumluluk Sayın Cumhurbaşkanı'na düşüyor. Partili Cumhurbaşkanı bu yönüyle çok vahim bir şeydir.”
“Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının Erdoğan’ın onu siyasi rakip olarak gördüğü için olduğuna yönelik görüşlere katılıp katılmadığı” sorusu üzerine Hüseyin Çelik, şunları kaydetti:
‘ÜNİVERSİTENİN KARARI YÜZ KARASIDIR’“Sizin ne dediğiniz önemli değil, karşı tarafın ne anladığı önemlidir. Bugün kamuoyu bunu böyle algılıyor. Bu böyle algılanıyorsa suç kamuoyunun değil, bu algıya sebep olanlarındır. Ekrem İmamoğlu’nun dosyasını incelemiş değilim. Ben hakim, savcı değilim. Yargılama şeklini doğru bulmuyorum. Sabahın köründe yüzlerce polisle evinin basılarak içeri atılmasını kesinlikle doğru bulmuyorum. Usul bazen esastan önce gelir. Bir kere usul yanlıştır, ben onun detayına bakmıyorum. O açıdan, ben dahil bugün kamuoyunun algısı şudur: Eğer Ekrem İmamoğlu uslu uslu belediye başkanlığı yapsaydı, Cumhurbaşkanlığı adaylığına talip olmasaydı belki ne diploma meselesi gündeme gelirdi, ne de bu olup bitenler olurdu.”
İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle ilgili de Hüseyin Çelik, şu değerlendirmede bulundu:
‘ÜLKEM ADINA KAYGILIYIM'“Bu diploma meselesi çok daha vahimdir. Üniversite kelimesinin manası ‘evrensel değerlerin evrensel bir bakış açısıyla ele alındığı kurum’ demektir. Bir ülkede üniversite bu hale gelmişse, esef ederim. Ben İstanbul Üniversitesi'nin eski öğretim üyesiyim, İstanbul Üniversitesi'nin mezunuyum. İşletme Fakültesi Dekanı bana göre haysiyetli bir duruş sergilemiştir. Oradan sonuç alınamayınca diplomayla ilgili üniversite yönetim kurulu devreye sokulmuştur ve yönetim kurulu böyle bir karar almıştır. Yüz karasıdır bu karar, böyle bir şey olamaz.
Ekrem İmamoğlu'nun yaptığı müracaatta eğer bir yanlış varsa bu, üniversite yönetiminin yanlışıdır. Şartları uymayan bir adamı kaydetmek kimin suçudur? Kayıt yapanın suçudur, değil mi? Onun için hangi tarafından bakarsanız bakın Türkiye'nin gündeminden bu meselenin bir an önce kalkması lazım, aklın devreye girmesi lazım.”
Ülkedeki kutuplaşmanın, gerginliğin sona ermesi gerektiğini vurgulayan Hüseyin Çelik, şunları kaydetti:
‘BAHÇELİ’NİN AÇIKLAMASINI HAYRETLE KARŞILADIM’“Toplumdaki bu kutuplaşmayı, bu gerginliği, Türkiye'ye zarar veren bu tansiyonu düşürmek için bazı akil insanların devreye girmesi lazım. Hem Sayın Cumhurbaşkanı'yla görüşmesi lazım hem Özgür Özel'le görüşmesi lazım. Kim olabilir bu isimler? Benim ilk aklıma gelen mesela Sayın Abdullah Gül olabilir. Mesela Sayın Bülent Arınç, Hikmet Çetin, Haşim Kılıç, Ertuğrul Günay gibi toplumda saygınlığı olan, yaşını başını almış, çeşitli görevlerde bulunmuş, sorumluluklar almış insanlar olabilir. Mesela sanatçı kişiliğiyle Zülfü Livaneli gibi insanlar olabilir. Bence, bunlardan oluşan bir heyetin tüm taraflarla görüşerek, bu toplumdaki tansiyonu düşürecek bazı adımlar atması gerekiyor. Ben ülkem adına kaygılıyım. 66 yaşındayım. Bu saatten sonra kimseden bir beklentim de yoktur, kimseye eyvallahım da yoktur."
Hüseyin Çelik, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 28’inci yasama yılının açılışında DEM Partililerle tokalaşması ve terör örgütü PKK’nın fesih kararı almasıyla ilgili yaşanan süreç konusunda da şu değerlendirmelerde bulundu:
“Sayın Bahçeli'nin yaptığı açıklamayı, sergilediği bu tavır ve tutumu şaşkınlıkla, hayretle karşıladım. Devlet Bahçeli bizi şaşırmaya devam etsin, hayretimiz yirmi kat daha artsın ama Türkiye böyle bir musibetten kurtulsun. Ben Sayın Bahçeli'nin birçok fikrine karşı çıkmış, onu yerden yere vurmuş, eleştirmiş birisiyim. Ama bu tavrının, takındığı tutumun gerekçesi ne olursa olsun destekliyorum. Bu konuyla ilgili dört tane tavır var. Bir, romantik iyimserler var. ‘Her şey oldu bitti, güllük gülistanlık’ falan. Ben o romantik iyimserlerden değilim. İki, ihtiyatlı iyimserler var. Ben o ihtiyatlı iyimserlerdenim. Yani bu hamur daha çok su götürür.
Bu öyle sabahtan akşama hallolacak bir şey değil. Hem PKK canibinden hem de her taraftan gelebilecek arızaların, sabotajların olabileceğini hesaba katmamız lazım. Onun için bu süreci başarısız kılacak dil ve söylemden, tutum ve davranıştan herkesin kaçınması gerekiyor. Çünkü daha öncekilerde bu manada ağzımız yandı. Ben birinci çözüm sürecinin göbeğinde bir insan olarak bunu söylüyorum.
Üçüncüsü, ‘Bu memlekette hiçbir şey olmaz’ diye kendini karamsarlığa kaptıranlar var. Ümidinizi kaybettiğiniz zaman her şeyinizi kaybedersiniz. Dördüncüsü de tamamen karşı olanlar. Neredeyse ‘Yahu Apo sen niye bu işten vazgeçmiyorsun? Biraz daha teröre devam et’ diyenler var. Bunu da hayretle karşılıyorum.”


