Altını ekonomiye kazandırmak Sözcü Gazetesi
Sozcu sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Altın, paranın en özgün hali olduğu için bütün ülkeler için önemli bir finansal varlıktır. Ama başta ABD olmak üzere parası döviz olan ülkelerde Türkiye ekonomisinde olduğu kadar önemli bir role sahip değildir. Bildiğiniz gibi Türkiye ekonomisinin en zayıf yönü sürekli cari açık vermesidir. Cari açık, diğer adıyla “dış açık” dövizli harcamaların, dövizli gelirlerden fazla olmasıdır. Bizim de döviz harcamamız, döviz gelirimizden büyük olduğundan aradaki fark kadar “dövizli dış borç” alıyoruz. Daha doğrusu önce borçlanıyor sonra açık veriyoruz. Aldığımız her dış borç “dış borç stokunu” büyütüyor. Bu da millette bir “kendine güvensizlik” yaratıyor. Dış borç alamazsak Osmanlı döneminde olduğu gibi bağımsızlığımız zedelenir diye endişeleniyoruz. Mutsuz oluyoruz. Annemin dediği gibi “borçlu ölmüyor ama rengi soluyor”. Soru: Acaba Türkiye gerçekten dışa borçlu bir ülke midir? Bir bakalım. Resmi kayıtlara göre birikimli “net dış borcumuz” (Net Uluslararası Yatırım Pozisyonu) eksi 270 milyar dolar. (Yabancıların Türkiye’deki varlıkları rayiç dolar fiyatına getirilse net dış borcumuz daha büyük çıkar. Bunu başka bir yazıda ele alacağım.) Yani dış yükümlülüklerimiz (liabilities) dış varlıklarımızdan (assets) kayden 270 milyar dolar fazla. Buna mukabil halkımız, 400 milyar dolarlık altını yastık altında tutuyor.
DÖVİZ VARLIĞIMIZ, DÖVİZ BORCUMUZDAN BÜYÜK
Yastık altındaki bu altınların çoğu “dış borçla” ithal edilmiştir. Edildiği yıllarda hem cari açık rakamını hem de “dış borç stokunu” büyütmüştür. Bu altınlar, yurt içinde tutulsa da uluslararası (dış) döviz varlığıdır. Olaya böyle bakınca Türkiye’nin “net dış borç stoku” yoktur denebilir. Hesabın böyle çıkmasının bir diğer sebebi de ucuzken aldığımız altınların fiyatının son bir buçuk yılda hızla artmış olmasıdır. Bu da bir kısmet veya isabetli bir yatırım öngörüsüdür. Dış borç bağlamında moral veren “yastık altı altın stokumuz”, milli gelir (GSYH) büyüme oranının düşük kalmasına sebep olarak moral bozmaktadır. Üretim için hem emeğe hem de sermayeye ihtiyaç vardır. Halkın altın istiflemesi, esasen yetersiz olan ulusal tasarrufun önemlice bir kısmının “atıl serma- ye”ye dönüşmesi demektir. Bu istifin ortaya çıkardığı tasarruf açığını da “yüksek faizli dış borçla” kapatıyoruz. Böyle olunca da alınan borcun faizi kadar milli gelir (halkın geliri) yurtdışına aktarılıyor. Pek tabii, altınların sahipleriyle, yurt dışına faiz ödeyenler aynı kişiler değildir.
ALTIN TEDAVÜL ETMEDİKÇE SİSTEME GİRMİŞ SAYILMAZ
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bir hafta önce yaptığı bir konuşmada son 7.5 yıl içinde 670 milyar lira (17 milyar dolar) değerinde altının sisteme dahil edildiğini açıkladı. Mehmet Şimşek daha önce yaptığı konuşmalarda, 2017 ve 2019’da altını ekonomiye kazandırabilmek için altın tahvili ve altına dayalı kira sertifikası (haram faizi helalleştirme hokkabazlığı) ihracını düzenlediklerini anlatmıştı. Ne altın tahvili ne altınlı kira sertifikası ne de altın mevduatı altının ekonomiye kazandırılması değildir. Sadece reeskont yoluyla Merkez Bankası parasını çoğaltır. Altının sisteme girmesi için altının tedavül etmesi gerekir. Mesela, faturalar, kiralar ve ücretler gram altınla ödenir hale gelirse o zaman altın sisteme girmiş olur. Aynen kripto paralar gibi. Onlar da kişiyi zengin eder, millete zerre kadar fayda sağlamaz.
SON SÖZ: Altına yatırım, atıla yatırımdır.


