Ana sınıfları ne ideolojilerin agorası ne de kurumların norm fazlası değerlendirme alanıdır
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Şahin Aybek
Türkiye’de okul öncesi eğitim, son yıllarda nicel olarak büyürken nitelik açısından da tartışmaların odağında. Bu tartışmaların en çarpıcısı ise, ana sınıflarında değerler eğitiminin Diyanet görevlileri tarafından verilmesi uygulamasıdır. İlk bakışta “ahlaki değerleri çocuklara kazandırmak” iyi niyetli bir hedef gibi görünse de, uygulamanın pedagojik temellerden yoksun olması ciddi sorunlar yaratmaktadır.
ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ, UZMANLIK GEREKTİRİR
Okul öncesi çağdaki çocuklar (3-6 yaş), bilişsel, duygusal ve sosyal gelişim açısından son derece hassas bir evrededir. Bu yaş grubu için hazırlanacak eğitim içeriği; çocuk gelişimi, pedagojik formasyon ve yaşa uygun öğretim yöntemlerini gerektirir. İlahiyat eğitimi almış ancak çocuk gelişimi konusunda uzman olmayan kişilerin, bu yaş grubuyla doğrudan eğitimsel ilişki kurması pedagojik açıdan sakıncalıdır.
DEĞER EĞİTİMİ DİN EĞİTİMİYLE KARIŞTIRILMAMALIDIR
Değerler eğitimi evrensel etik ilkeleri (saygı, dürüstlük, empati, yardımlaşma vb.) kapsamalı, tek bir inanç sistemine dayandırılmamalıdır. Ana sınıfındaki çocuklara dini terminolojiyle, soyut kavramlarla yaklaşmak; hem kafa karışıklığına yol açar hem de çocukların sorgulama becerilerini baskılayabilir.
Ayrıca, Türkiye’de çok inançlı, farklı yaşam tarzlarına sahip ailelerin çocukları aynı sınıfı paylaşmaktadır. Laik bir eğitim sisteminde, devletin dini kurumları eliyle tek tip ahlak anlayışı dayatması pedagojik açıdan değil, anayasal açıdan da sorunludur.
ÖĞRETMEN VARKEN VAİZE NEDEN?
Okul öncesi öğretmenleri, üniversitelerin çocuk gelişimi ve okul öncesi eğitimi bölümlerinden mezun, pedagojik donanıma sahip kişilerdir. Değerler eğitimi de bu öğretmenlerin formasyonu içinde yer alır. Bu durumda neden sınıflara Diyanet görevlileri sokulmaktadır? Öğretmene mi güvenilmiyor yoksa verilen eğitim değerler eğitimi mi değil?
Bu uygulama, öğretmenin uzmanlık alanını değersizleştirdiği gibi, eğitimci olmayan bir kişiyi eğitici konumuna getirerek çocuğun zihinsel güvenliğini de riske atar.
PERSONEL FAZLASI MI, PEDAGOJİK ZAFİYET Mİ?
Diyanet İşleri Başkanlığı son yıllarda rekor düzeyde personel alımı yaptı. 2024 yılı itibarıyla kurumun personel sayısı 150 bini aşmış durumda. Bu kadar genişleyen bir kadronun sahada “değerler eğitimi” adı altında ana sınıflarına yönlendirilmesi, eğitim politikalarının pedagojik gerekçelerle değil, bürokratik kadro planlamasıyla şekillendiğini düşündürüyor.
Birçok çarpıklık ve anlaşılmazlığın arasında en önemlisi: Okul öncesi çocuklar, gelişimsel olarak son derece hassas bir evrede oldukları için, onların eğitimi sadece “iyi niyetle” değil, bilimsel formasyonla yürütülmelidir. Diyanet görevlilerinin büyük kısmı, çocuk psikolojisi, gelişim evreleri, pedagojik yöntemler gibi temel eğitim bilimleri alanlarında hiçbir formasyona sahip değildir. Bu da, yapılan uygulamanın çocuklara zarar verme potansiyelini artırır.
Çünkü:
• 5 yaşındaki bir çocukla iletişim kurmak, yetişkin bir bireyle konuşmaktan farklıdır. Yanlış kullanılan kavramlar çocukta korku, suçluluk ya da kafa karışıklığı yaratabilir.
• Somut işlem dönemindeki bir çocuk, soyut dini veya ahlaki kavramları ezberler ama anlamaz; bu da duygusal gelişimle bilişsel gelişim arasında uyumsuzluk yaratır.
• Otoriter anlatım tarzı veya “iyi-kötü”, “günah-sevap” ikilikleri üzerinden verilen eğitim, eleştirel düşünme becerilerini köreltebilir, içe kapanıklık, aşırı suçluluk duygusu, hatta uyum bozuklukları gibi sorunlara yol açabilir.
Değerler eğitimi, elbette ki okul öncesinden itibaren önemlidir. Ancak bu eğitimin kime, nasıl ve hangi içerikle verildiği en az kendisi kadar önemlidir. Diyanet görevlilerinin sınıflarda olması; pedagojik ilkelere, çocuğun üstün yararına ve laik eğitim anlayışına aykırıdır.
Eğitim, toplumun en kırılgan bireyleri olan çocuklara veriliyor. Onların zihinsel gelişimi, hiçbir kurumun ideolojik sınav alanı veya norm fazlası personelini değerlendirme yeri değildir.
Bir ülkedeki en büyük değer öğretmendir ve Bakanlık bu değerin farkına varmalı. Değerler Eğitimi öğretmene yani pedagojik kadrolara emanet edilmelidir. Aynen camilerin çok değerli İmamlara bırakıldığı gibi.
Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…


