Buğra Gökçe yazdı: İçeriden Yazılar
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
03.07.2025
Silivri 20:30
16 Haziran 2025 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan “Mekan İçine Sıkışmış Zaman” yazımda D.Harvey’in post-modern zamanlara dair analizlerini ve “Zaman-mekan sıkışması” teorisi ile üretim biçimlerinden teknolojik gelişme ve argümanlara kadar yaşam biçimlerini değiştiren tüm gelişmeleri etüd ediyor. Bu son 30-40 yılda insanoğlunun belki de yüzyıllar boyunca olduğundan çok daha hızlı mesafeler kat edilen bir döneme tanıklık ettiğini, 30-40 yılda yaşanan buluş-icat ve inovasyonların kentsel mekanda yaşamın ve mekanın biçiminden, örgütlenmesine yol açtığını, mekanın da zaman gibi sıkıştığını anlatıyor.
Zamandaki aşırı hızlı gelişmeler, buluşlar, inovasyon ve yapay zekaya uzanan bilişim atılımları gibi kentsel yaşam da yoğunlaştı, gelişti ama inanılmaz düzeyde yeni sorun ve yaşam biçimleri de üretti. 16 Haziran’da bu sorun ve yaşam biçimlerine dahil olan tutsağı olduğumuz cezaevinde, neredeyse 70’ler ve 80’lerin dünyasında yaşadığımızı özetlemeye çalışmış, burada olmayanların, yoklukların listesini de ufaktan paylaşmıştım.
Bugün mekân ve yapı ölçeğinde yaşanan gelişmelerin bina yapımı, güvenlik anlamında cezaevlerine yansıdığını ama cezaevi yaşamı ve biz tutsakların haklar ve özgürlükleri anlamında çok sınırlı gelişmeler olduğunu ne hikmetse teknoloji ve çağın gerçeklerinin bu alana hiç uğramadığını vurgulamak istiyorum.
Cezaevini deneyimlemiş büyük yazar, siyasetçi ve aydınların anı, kitap vb. üretim süreçlerini bildiğim, okuduğum kadarıyla cezaevi koşulları hakkında bir fikrim tabii ki vardı. Televizyon ve sinemalarda gördüklerimizde bu fikirleri olgunlaştırıyordu. Ama 2000’li yılların sonunda Çankaya Belediye Başkanımız Sayın Bülent Tanık’ın yardımcılığını yapma onuru taşıdığım yıllarda kendisiyle beraber, kendisinin de bir dönem yattığı Ulucanlar Cezaevi’nin müze olmuş halini gezmiş, kendisinden dinleme şansına sahip olmuştum.
Silivri Cezaevi’nin Ankara Ulucanlar’a göre yeni, sağlam ve yüksek güvenlikli yapıları inşa edip, kamera, x-ray vb. çok sayıda teknolojik olanakla donatılmış olduğu doğru. Ancak 80’li yıllarda küçük bir çocukken İstanbul’daki rahmetli anneannemle mektupla haberleşiyorduk… Şimdi de sevdiklerimizle aynı yolla haberleşebiliyoruz büyük ölçüde! 80’li yıllarda komşumuzdaki telefon ile ayda ya da 2 ayda bir anneannemlerle telefonda konuşabilirdik. Şimdi de ailemle 10 dakika haftada bir kez telefonla konuşabiliyoruz. Oysa bu 30 -40 yıllık dönemde dünya iletişim-bilişim teknolojilerinde internetten, sosyal ağlara, yapay zekaya kadar inanılmaz mesafeler kat etti. Güvenlik teknolojisinde olan iki gelişme ve olanaktan aldığımız cezaevlerine iletişim-bilişim haberleşme anlamındaki olanakların zerresini niye almıyoruz?
Yüksek güvenlikli yapılar inşa ederken aldığınız yapı teknolojisini aynı cezaevindeki yaşayanların temel hak ve sınırlanmış da olsa özgürlüklerini de çağın gereklerine uydurmak anlamında niye kullanmıyoruz?
Bir başka deyişle normal hayatta zaman ve mekânın ayrı ayrı sıkışıp, inanılmaz gelişmelerle kendini yeniler ve yeni yaşam alanları ile sorunları çözebilecek olanaklar araştırırken cezaevi hayatında zamanın sıkışması normal hayattan çok çok daha az biçimde yaşanıyor. Mekân ise, yapı ve teknolojileri ölçeğinde normal hayata daha yakın gelişmelere sahne oluyor. Yani güvenlik, bina sağlamlığı-kaçılamazlığı anlamında kullanılan olanaklar tutuklu-hükümlü hakları, özgürlükleri anlamında işin kolayına kaçılarak “olmaz zinhar yasak! istemezük!” denilerek yasaklanmaya devam ediyor. Cezaevinde yaşamak zorunda olanların neden bilgisayarla yazma, not alma, evrak depolama hakkı olmasın? Sınırlı bir ağ ve güvenlik duvarı çerçevesinde olsa dahi neden internet ile araştırma şansı, kendi savunması dahil dünyayı, örnekleri, kararlar ve hükümleri kendi ülkesinin konjonktürünü görerek hazırlanma şansı olmasın? Bunların Ulucanlar’da olmaması çok normal zira dünya bu buluşları yapmamıştı henüz ama bunlar bugünün dünyasında olması gereken minimum normlar olmalı (Zira Antik Roma bile bu konuda daha açık fikirli bir sisteme sahipti). Böylece mekan-zaman sıkışması arasındaki boşluk açılmaz, zaman mekanın içine sıkışmaz.
Bazı cezaevlerinde görüntülü görüşme olanağı olduğunu da duyuyorum. Silivri’de biz siyasi tutsaklara reva görülen (hiçbir yargılama olmadığını da dikkate alırsak) en ağır koşullar olduğundan bırakın sosyal ağları görmeyi, internete, bilgisayara erişemiyoruz. Belki bir nebze kitaba erişilebiliyoruz ama onun bile belli koşulları var. Burada aklımdakileri, herhangi bir araştırma yolu da olmaksızın kâğıt ve kalemle sınırlı biçimde üretime dönüştürmeye çalışıyorum, olan biteni ve tüm gelişmeleri geçmiş birikimlerimle işleyip kağıt-kalemle yazıp üretmek ve sınırlı mekanda zamanın uzamını hayal ederek kurgulamak zorundayım.
Diyeceksiniz ki sen daha nikah fotoğrafı dahil cezaevinde fotoğrafını paylaşamıyorsun. O da bir şey mi Ekrem Başkanın tüm fotoğraf, ses ve hesapları (sosyal medya) yasaklanıyor. Bize bakmayın genel uygulamayı konuşalım derim! Zira bize “ayrı ve özel bir hukuk bir tutsak hukuksuzluğu” uygulandığını artık tüm Türkiye biliyor.
Son söz olarak özgürlüklerin kısıtlandığı bir uygulama olarak cezaevinde yaşamak zorunda kalan hükümlü ve özellikle tutuklular için gelişen teknoloji ve olanakların; yapıları kuyu tipi güneş görmeyecek, sığ ve havasız hatta boğucu, gökyüzü sanki hiç görünmeyecek kadar derin, neredeyse bedenleri değil duyguları mahkum edercesine yoğun ve konstrüktivist bir yapı inşa teknolojisi uygulanıyor ve platin takılı olan dayımın girebilmesini zorlaştıracak şekilde güvenlik olanakları ile bu yapıları inşa ederken, insanların bazı temel özgürlüklerinin ve savunma haklarının kullandırılması mümkün olmalıydı bence. Yasak “ama şöyle sakıncaları olur” demek işin kolaylığı. Marifet teknolojiyi amacına yönelik kullandırabilmekte. İşte o zaman, zaman-mekan arasındaki boşluk da bir parça daha azalmış olur. Nitekim içinde yaşayan tutsaklar da insan… Hepsi birer can.. Tutuklular ise masum! Aksi ispatlanana kadar!


