Cumhuriyet Halk Partisi’nin kaderle imtihanı İhsan Aktaş
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Son on yılda Cumhuriyet Halk Partisi’nin başına gelenler, deyim yerindeyse pişmiş tavuğun başına gelmedi. Deniz Baykal’ın genel başkan olduğu dönemde bazı CHP’liler, partideki ya da ülkedeki sorunları bırakın, adeta kâinattaki tüm sorunları Baykal’la ilişkilendiriyor ve onun görevden ayrılmasıyla evrende birçok konuda iyileşmeler olacağına inanıyorlardı.
Onur Öymen, İsveç merkezli İpekyolu Enstitüsü’nün 2009 yılında hazırladığı bir raporda, Baykal’ın istifaya zorlanacağı ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçeceğine dair senaryolardan söz edildiğini açıklamıştır. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ankara Büyükelçiliği’ne gönderdiği bazı diplomatik yazışmalarda da benzer öngörüler yer almıştır.
Onur Öymen bu süreçle ilgili zaman zaman demeçler vermiş, televizyon programlarına katılmış ve kamuoyunu bilgilendirmiştir. Süreç, tam da Öymen’in öngördüğü şekilde işlemiş ve Deniz Baykal, bir kaset komplosunun ardından görevinden ayrılmış; yerine Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçilmiştir.
Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı döneminde ulusalcı CHP’liler ile Kılıçdaroğlu’nun ekibi arasında birçok tartışma yaşanmış ve bu süreçte daha çok ulusalcı kanat tasfiye edilmiştir. Bugün geriye dönüp bakıldığında, CHP’den en az 50 siyasi figür bu tasfiyeden nasibini almıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu ilginç bir şekilde hem örgüt solcuları hem de sağ eğilimli isimlerle çalışmış; Altılı Masa etrafında İslamcı, milliyetçi, radikal sol ve HDP gibi aktörleri bir arada tutmayı başarmıştır. Her ne kadar bu yapı seçim sonucunda başarıya ulaşamasa ve özellikle muhafazakâr partilerin tabanına ulaşmakta zorlanmış olsa da, bu çaba siyasi açıdan bir başarı olarak değerlendirilebilir.
Cumhuriyet Halk Partisi, kendi seçmen kitlesini üç başlık altında kontrol altında tutmakta ve neredeyse hiçbir değer ya da somut çaba üretmeden halkın yaklaşık %30 oyunu konsolide etmeyi sürdürmektedir:
Kemalizm
: Her millet kurucusunu sever; fakat CHP, Atatürk’ü bir kurucu lider olarak değil, sanki Türkiye’yi kendi iktidarları için kurmuş gibi sahiplenmekte ve onu diğer siyasi partilere karşı bir kalkana dönüştürmektedir. İzmir, Beşiktaş, Kadıköy ve Bakırköy gibi bölgelerde hiçbir somut hizmet üretmeden yüksek oylar almak, bu yaklaşım dışında başka nasıl açıklanabilir?
AK Parti ve Erdoğan düşmanlığı:
Siyaset bilimi açısından daha doğru bir ifadeyle “Erdoğan karşıtlığı” olarak tanımlanabilecek bu tutum, CHP’nin içselleştirdiği bir refleks hâline gelmiştir. Bu durum, büyük ölçüde FETÖ mirası bir algı sistemidir. Bazı partililer, akademisyenler ve gazeteciler, Türkiye’nin meselelerini Erdoğan takıntısıyla değerlendirmeye çalıştıklarından, ülke siyasetini doğru okuyamamaktadırlar.
Yaşam tarzı korkusu:
Cumhuriyet Halk Partililer, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana kendi iktidarlarına ortak olan her partiyi bir tehdit olarak görmüş; bu partileri siyasi rakip değil, adeta devleti ellerinden alacak düşmanlar olarak tanımlamıştır. Bu anlayışla, siyasi rekabetin ötesine geçilmiş, kimi zaman yok etme çabalarına girilmiştir.
Cumhuriyeti demokratikleştiren ilk partinin genel başkanı olan merhum Adnan Menderes ve arkadaşları, devleti CHP’nin ve ABD’nin vesayetinden kurtardıkları gerekçesiyle idama mahkûm edilmiştir.
Din, iman, muhafazakârlık, tarikat ve cemaat karşıtlığı üzerinden geliştirilen söylemlerle, AK Parti iktidarı bir “Suudi Krallığı”na benzetilmiş ve şeriat korkusu üzerinden CHP tabanı içe kapatılmıştır. Bu bağlamda, bazı nedenlerden ötürü CHP kitlesi İran’a sempatiyle yaklaşırken, Suudi Arabistan şeytanlaştırılmıştır. Her ne kadar Kral Selman son dönemde bazı CHP’lileri hayal kırıklığına uğratmış olsa da, Suudi Arabistan hâlâ “kötü şeriatçı” imajının simgesi olarak kullanılmaya devam etmektedir.
AK Parti, çeyrek asırdır iktidarda olmasına rağmen CHP’yi haklı çıkaracak sertlik yanlısı bir politikaya yönelmemiştir. Ancak siyasette algı, gerçeğin her zaman fersah fersah önünde gitmektedir.
Bu üç temel refleks nedeniyle, CHP tabanı dünyadaki gelişmelerden, Türkiye siyasetinden ve rasyonel düşünceden kopmuş bir hâlde, hiçbir rasyonel gerekçeye dayanmadan partisinin arkasında durmaktadır.
Partinin son imtihanı ise, kamu kaynaklarından elde ettiği güçle bir müteahhit organizasyonuna dönüşme tehlikesidir. CHP’nin kurucu bir partiden müteahhit partisine evrilmesini engelleyememiştir. Bir CHP milletvekilinin “Bir milyar liramız olmadan bu partiyi Kılıçdaroğlu çetesinin elinden alamayız” şeklindeki ifadesinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi koridorlarında sıkça konuşulduğu belirtilmektedir.
Ekrem İmamoğlu, büyük müteahhit ittifakıyla önce CHP’nin genetiğini bozmuş; satın alma kabiliyetiyle şimdi de Türkiye’nin genetik yapısıyla oynamaya yönelmiştir. Ancak artık mızrak çuvala sığmamaktadır.
Bugün bazı CHP’liler sadece üç başlığa sarılmaktadır:
“Atatürkçüyüz, AK Parti ve Erdoğan karşıtıyız, Suudi düzenine karşıyız. Dünya umurumuzda değil.”
Eskiden turistlerin Türkiye hakkında ezberlediği bir cümle vardı: “Rakı güzel, şiş kebap güzel, Türkiye güzel.” Şimdi ise bir kesim için gerçeklik artık umurlarında bile değil.
Göreceğiz: Cumhuriyet Halk Partisi kaderle olan bu imtihanını kazanabilecek mi?


