DEM Parti den 10. Yargı Paketi ne muhalefet şerhi: Mevcut sorunları daha da derinleştiriyor
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
DEM Parti 10'uncu Yargı Paketi'ndeki düzenlemelere dair düştüğü muhalefet şerhinde ''Yargı reformu adı altında çıkarılan yasal düzenlemelerin önemli bir bölümünün, adalet sistemini daha öngörülebilir ve kapsayıcı hale getirmektense, mevcut sorunları daha da derinleştiren nitelikte olduğu görülmektedir'' ifadelerini kullandı.
Yazılı olarak paylaşılan muhalefet şerhiyle ilgili DEM Parti'den yapılan açıklama şöyle:
'HUKUK DEVLETİ İLKESİ AŞINDI'- Demokratik hukuk devletlerinin temelinde yer alan en önemli unsurlardan biri, hukuk kurallarının öngörülebilir, adil ve evrensel değerlere uygun biçimde uygulanmasıdır. Bu ise ancak bağımsız ve tarafsız bir yargı sistemi ile mümkündür. Türkiye’de son yıllarda bu ilkelere dair ciddi bir zayıflama yaşandığı ve hukuk devleti ilkesinin uygulamada giderek aşındığı yönünde gözlemler artmaktadır. Yargı organlarının, siyasi süreçlerden ve yürütme organının etkisinden bağımsız karar verememesi, hukuk güvenliği ilkesini zedelemekte, toplumsal adalet duygusunu ise ciddi biçimde sarsmaktadır.
'HUKUKUN YALNIZCA BELLİ BİR KESİM İŞLETİLİYOR GİBİ GÖRÜNMESİ EŞİTLİĞE AYKIRI'- Yargı reformu adı altında çıkarılan yasal düzenlemelerin önemli bir bölümünün, adalet sistemini daha öngörülebilir ve kapsayıcı hale getirmektense, mevcut sorunları daha da derinleştiren nitelikte olduğu görülmektedir. Özellikle ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve demokratik siyasetin sınırlarını genişletmek yerine daraltan düzenlemeler, bireylerin temel hak ve özgürlüklerine dair kaygıları artırmaktadır. Hukukun, yalnızca belli bir kesim için işletilen bir aygıt gibi görünmesi, eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır.
GEZİ VE KOBANİ DAVALARI, KAYYUM UYARISI- Bu bağlamda Kobani Davası ve Gezi davaları, yargı bağımsızlığı konusundaki tartışmaları yoğunlaştıran ve adil yargılanma ilkesine dair soru işaretlerini artıran bir örnek teşkil etmektedir. Benzer şekilde, son yıllarda yaygınlaşan kayyım atamaları da demokratik sistemin işleyişine zarar vermektedir. Seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanlarının yargı süreci tamamlanmadan görevden alınması ve yerlerine merkezi idare tarafından atama yapılması, halkın iradesinin askıya alınması anlamına gelmektedir.
DEMİRTAŞ, YÜKSEKDAĞ, ATALAY KARARLARINA VURGU- Yargının, bazı siyasi davalarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını dahi uygulamaktan kaçınması, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle çelişen bir tablo ortaya koymaktadır. AİHM’in Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hakkında verdiği ihlal kararlarının, yine AYM’nin Can Atalay ile ilgili verdiği kararların uygulanmaması, benzer davalarda verilen kararlara emsal teşkil edecek biçimde etkide bulunamaması, iç hukukla uluslararası yükümlülükler arasında ciddi bir uyumsuzluk yaratmaktadır.
'ADİL, KAPSAYICI, KATILIMCI BİR HUKUK DÜZENİNİN İNŞASI...'- Yargının bağımsızlığı, hukuk devleti ilkesi ve temel hakların güvence altına alınması yalnızca siyasi bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal barışın ve ortak geleceğin temel dayanaklarıdır. Bu sebeple, daha adil, katılımcı ve kapsayıcı bir hukuk düzeninin yeniden inşası, ülkenin demokratik geleceği açısından hayati önemdedir.
SİYASİ TUTUKLULAR- Siyasi mahpusların tahliyesi, demokratik toplum ve barış sürecinin ivme kazanması ile özdeştir. Bu, retorik bir ifade olmanın ötesinde olgusal bir gerçekliğe işaret etmektedir. Nitekim siyasi mahpusların, demokrasinin ve onurlu barış stratejisinin uygulanma ve toplumda kök salma yöntemlerine dair güçlü bir yoğunlaşmaları söz konusudur. İlk andan itibaren derin bir entelektüel, ahlaki ve politik arayışın içine girmişlerdir. Bu arayışın en güçlü ifadelerinden biri de demokrasinin teorisi ve pratiğine dair güçlü derinleşmeleridir. Buna karşın ulus-devlet tarzı yapılanmaların topluma doğrudan temas etme yeteneği zayıftır. Devlet ve toplum arasında derin fay hatları bulunmaktadır. Bu sebeple toplumun demokratik inşasında bütün kapasite ve kaynaklarına rağmen, devlet organizasyonun rolü sınırlıdır. Özetle, demokrasinin teori ve pratiğine dair derin yoğunlaşmaları sayesinde siyasi mahpusların demokratik toplum inşasında merkezi bir katkısı olacaktır. Tahliyelerinin önemli bir gerekçesi de bu şekilde anlaşılmalıdır.
'BAKAN'IN HASTA MAHPUSLARLA İLGİLİ SÖZLERİ BEKLENTİ YARATTI'- 29 Mayıs 2025’te AKP milletvekillerinin imzasıyla meclise sunulan 10. yargı paketi henüz meclis gündemine gelmeden halkta büyük bir beklentiye yol açmıştır. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un 'Ceza adaletini daha etkin sağlayacağız, infaz eşitliği adına önemli düzenlemeler yapacağız, hasta mahpuslarla ilgili olumlu gelişmeler yasa kapsamında yer alacak, hiçbir mahpusun cezaevinde hayatını kaybetmesini istemeyiz, konutta infaz usullerinden daha çok kişi yararlanacak, Covid Yasası'ndaki eşitsizlikleri düzelteceğiz.' gibi sözleri bu beklentinin en temel sebebidir.
'10. YARGI PAKETİ BEKLENTİYİ KARŞILAYAMADI'- Türkiye'de her infaz düzenlemesi kamuoyunda yoğun ilgiyle karşılanmakta; mahpuslar, aileleri ve geniş halk kesimleri bu tür yasal değişiklikleri adaletin yeniden tesisi yönünde bir fırsat olarak görmektedir. Bunun temelinde, Türkiye’de adalet sistemine yönelik derin bir güven bunalımı ve ceza adaletinde yaşanan yapısal kriz yatmaktadır. Toplumsal adaletin en fazla sorgulandığı yerlerden biri olan cezaevleri, toplum vicdanındaki adalet duygusunun aynası haline gelmiştir. İşte bu sebeple 10. yargı paketinin özellikle de ceza infaz sistemini etkileyen maddeleri büyük bir umutla beklenmiş ancak paket bu beklentiyi karşılamamıştır.
'HUKUK DEVLETİ VE EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI'- COVID-19 salgını döneminde çıkarılan geçici infaz düzenlemeleriyle, 31 Temmuz 2023 tarihinden önce cezası kesinleşmiş mahpuslara yönelik 3 yıl erken tahliye imkânı getirilmiştir. Ancak aynı tarihte dosyası henüz kesinleşmemiş olan mahpuslar, aynı suçu işlemiş olsalar dahi bu düzenlemeden yararlandırılmamıştır. Bu durum, hem hukuk devleti ilkesine hem de eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır
- Anayasa'nın 10. maddesi uyarınca, kanun önünde eşitlik temel bir ilkedir. Aynı suçtan yargılananlar arasında yalnızca yargılamanın tamamlanma zamanına göre bir ayrıma gidilmesi, nesnel ve makul bir nedene dayanmamakta; benzer durumda olanlar arasında keyfi bir farklılık yaratmaktadır. Örneğin, aynı dosyada yargılanan sanıklardan biri cezası erken kesinleştiği için tahliye edilirken, diğerinin davası uzun sürdüğü için bu haktan mahrum kalması, eşitlik ilkesini zedeleyen açık bir ayrımcılıktır.
TERÖRLE MÜCADELE KANUNU'NDA DEĞİŞİKLİK TEKLİFİ- Teklifin 19. maddesiyle İnfaz Kanunu’nun 108. maddesinde değişiklik yapılarak, ikinci defa tekerrür halinde koşullu salıverme yasağı kaldırılarak ¾ koşullu salıverme imkanı getirilmektedir. Koşullu salıverme yasağının kaldırılması, cezanın tümünü içeride çektirme yönündeki katı infaz mantığını yumuşatmakta, hükümlünün yeniden topluma kazandırılması ilkesini esas almaktadır. Ancak bu düzenleme yine sadece adli mahpuslara yönelik olup Terörle Mücadele Kanunu’ndaki tekerrür halinde koşullu salıverme yasağı düzenlemesi olduğu gibi durmaktadır.
- Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin 3. fıkrasındaki “Bu Kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanlar, hükümlerinin kesinleşme tarihinden sonra bu Kanunun kapsamına giren bir suçu işlemeleri halinde, şartla salıverilmeden yararlanamazlar.” hükmünün kaldırılmaması ve bu Kanun kapsamındaki suçlarda koşullu salıverme yasağının devam etmesi ikili bir hukuk işletildiğini göstermekte ve siyasi mahpusları infazda adaletin ve eşitliğin dışında bırakmaktadır.
'SİYASİ OLAN HASTA VE YAŞLI MAHPUSLAR AYRIMCILIĞA UĞRUYOR'- Teklifin 20. maddesiyle İnfaz Kanunu’nun 110. maddesindeki özel infaz usullerinden konutta infazın uygulama alanı genişletilmiş fakat yine Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlar dışlanmıştır. Çünkü 110. maddenin 9. fıkrasında bu madde hükümlerinin, 'Terör suçları ile örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçlarından ya da örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlardan mahkûm olanlar' hakkında uygulanmayacağı yazılıdır ve bu fıkrada herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu ayrım, açıkça hukuka, insan haklarına ve vicdana aykırıdır. Bu eksik düzenleme, aynı yaş grubunda olan mahpuslar arasında yalnızca isnat edilen suçun 'siyasiliğine' göre farklı bir infaz rejimi öngörerek, yaşlı siyasi mahpusları insanlık dışı bir ayrıma tabi tutmaktadır.
- Yaşlı mahpuslar için konutta infazın uygulama alanının genişletilmesi başta sağlık hakkına erişim olmak üzere temel insan haklarına uygun ve her zaman dile getirdiğimiz bir değişikliktir. Fakat bu değişiklik yapılırken siyasi mahpusların dışlanması, akıllara şu soruları getirmektedir: Siyasi mahpuslar yaşlanmıyor mu? Aynı yaş grubundaki adli mahpus için insani olan, siyasi mahpus için neden uygulanamaz? Bu soruların hiçbirinin hukuki ve ahlaki bir cevabı yoktur. Bu nedenle bu düzenleme, insan onurunu esas alan ceza hukukuyla bağdaşmamaktadır.
Cezaevlerinde hasta ve yaşlı mahpusların uygun tedaviye erişememesi, yaşam hakkını tehdit eden bir durumdur. Son yıllarda artan cezaevi ölümleri, özellikle yaşlı ve hasta siyasi mahpusların durumu, bu konuda alarm verici bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Partimizin Şırnak milletvekili Newroz Uysal Aslan’ın Adalet Bakanlığı’na verdiği soru önergesine aldığı cevapta, 515 günde 1.026 mahpusun cezaevinde yaşamını yitirdiği öğrenilmiştir. Bu cevap, her gün en az iki mahpusun cezaevinde yaşamını yitirdiğine dair korkunç gerçeği bizlere göstermiştir.
'HİÇBİR VİCDAN 80 YAŞINI GEÇMİŞ BİR İNSANIN CEZAEVİNDE TUTULMASINI HAKLI BULMAZ'- Bir cezanın vicdaniliği, onu veren toplumun ahlaki eşiğiyle doğrudan bağlantılıdır. Hiçbir vicdan, 80 yaşını geçmiş bir insanın, sırf siyasi kimliği veya inancı nedeniyle cezaevinde tutulmasını haklı bulamaz. Bu noktada devletin ahlaki sorumluluğu, cezalandırma pratiği ve güvenlik bahanelerini geçerek, insan onurunu ve yaşamı koruma yükümlülüğü haline gelmelidir.
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET İTİRAZI- Teklifin 20. maddesiyle maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği Adli Tıp Kurumu raporuyla tespit edilenler için, daha önce var olan 5 yıllık ceza üst sınırı kaldırılmış ancak bu sefer de ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüleri bu düzenlemenin kapsamı dışında bırakılmıştır. Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis hükümlüsü, hastalığı hangi derecede ve ne olursa olsun, cezaevinden çıkamayacak, ölümün kıyısında dahi olsa sevdikleriyle vedalaşamayacak ve cenazesi cezaevinden çıkacak demektir. Bu düzenleme, tüm hasta mahpuslar için cezanın üst sınırının kaldırılması nedeniyle lehe olsa da istisna tutulan ağırlaştırılmış müebbetler açısından büyük bir ahlaki sorun taşımaktadır.
'AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETİN TAMAMEN KALDIRILACAĞI YERDE...'- Cezaevinde kalamayacak derecede hasta mahpusların tahliye edilmemesi, ölünceye dek cezaevinde tutulması yaşam hakkının dolaylı ihlali anlamına gelir. Anayasa’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Birleşmiş Milletler’in Mandela Kuralları’na göre, hiçbir insan ölmeye terk edilerek ceza infazına tabi tutulamaz. AİHM, Vinter v. Birleşik Krallık kararında, hiçbir cezanın “mutlak umutsuzluk” yaratacak şekilde uygulanamayacağını vurgulamış, her mahpusun bir gün tahliye olmayı umut etme hakkı olduğunu belirterek devletlere uzun süreli hapis cezalarını gözden geçirme mekanizması kurma görevi yüklemiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’yi Öcalan 2, Kaytan, Gurban ve Boltan/ Türkiye dosya grubu ile ilgili AİHM tarafından verilen kararlara uymaması nedeniyle periyodik inceleme yapmaktadır. Ne var ki ağırlaştırılmış müebbet hapis rejiminin tamamen ortadan kaldırılması için adım atılacağı yerde, yeni düzenlemelerle pekiştirilmesi, mahpusların umut hakkına yönelik çözümsüzlüğü derinleştirdiği gibi bu istisna hukukunun özneleri açısından toplumsal adaleti ve barışı da zedelemektedir.
'ÇOCUK ADALETİNDE GERİYE DÜŞÜŞ'- Teklifin 16., 17. ve 18. maddeleri çocuk kapalı ceza infaz kurumlarına, çocuk eğitimevlerine ve denetimli serbestlik düzenlemelerine ilişkin değişikliklere yer vermektedir. Buna göre hükümlü çocukların da denetimli serbestlikten faydalanmak için “beş günden az olmamak üzere koşullu salıverilme tarihine kadar ceza infaz kurumunda geçirmesi gereken sürenin en az onda birini ceza infaz kurumunda geçirmiş olması” gerekecek, daha önce doğrudan çocuk eğitim evinde barındırılan hükümlü çocuklar artık doğrudan kapalı ceza infaz kurumuna gönderilecek, kapalı ceza infaz kurumundan çocuk eğitim evine geçmek için çocuk mahpusların iyi halli olması aranacaktır.
'CEZAEVİ HAK İHLALLERİNİ DERİNLEŞTİRMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL'- Mevcut düzenlemede hükümlü çocuklar, kapalı cezaevine göre dış dünya ile iletişim, kişisel alan, sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitime erişim gibi imkanların daha mümkün olduğu çocuk eğitim evlerinde tutulurken teklifle kapalı cezaevlerinde tutulmanın öncelenmesi, çocuk hakları açısından açıkça bir geriye gidiştir. Öte yandan çocuk hükümlülerin çocuk eğitimevlerine geçebilmeleri, idare ve gözlem kurulunun vereceği “iyi hal” raporuna bağlanmıştır. Cezaevlerindeki iyi hal incelemelerine ve bu incelemeleri yapan idare ve gözlem kurullarına dair Partimizin tutumu, bu kurulların lağvedilmesi gerektiği yönünde iken bu kurullara yeni görevler verilmesini kabul etmek mümkün değildir. Hele ki kapatılmanın çocuklar için son çare olması gerektiği göz önüne alındığında, bir de kapatmanın ne kadar 'iyi' sonuç doğurup doğurmadığının ölçülmesi ve bunun son derece sorunlu bir yapı tarafından yapılacak olması mevcut cezaevi hak ihlallerini derinleştirmekten başka bir şey değildir.
'DEMOKRATİK HAKLARA MÜDAHALE'- Getirilen bu düzenleme, anayasa ile güvence altına alınmış olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını fiilen sınırlandırma riski taşımaktadır. Barışçıl protestoların doğal sonucu olarak kamusal alanda zaman zaman trafik akışının aksaması mümkündür. Bu durumu doğrudan cezalandırma konusu yapmak, demokratik toplumlarda kabul gören ifade ve örgütlenme özgürlüğü ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
'KEYFİ UYGULAMALARA ZEMİN OLUŞTURUYOR'- Yasa teklifi, soyut ve geniş ifadelerle kaleme alınmış olması nedeniyle keyfi uygulamalara açık bir zemin oluşturmakta, güvenlikçi yaklaşımı meşrulaştırmakta ve yurttaşların demokratik taleplerini ifade etmelerini baskı altına alabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Özellikle emekçilerin, öğrencilerin, kadınların ve çevre savunucularının gerçekleştirdiği barışçıl eylemlerin bu yasa kapsamında kriminalize edilmesi, toplumsal barış ve adalet duygusunu zedeleyecektir.
SONUÇ: EŞİTSİZ UYGULAMALARI DERİNLEŞTİREN BİR YAKLAŞIMMetnin sonuç kısmında şu ifadeler yer aldı:
- 2/3147 Esas No’lu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; hukuk devleti ilkesi, infazda eşitlik ve toplumsal barışın tesisi açısından önemli eksiklikler taşımaktadır. Teklif, yargı sistemindeki yapısal sorunları çözmek, adalet duygusunu güçlendirmek ve barış sürecine katkı sağlamak yerine; mevcut ayrımcı ve eşitsiz uygulamaları derinleştiren bir yaklaşımı benimsemektedir. Özellikle siyasi mahpuslara yönelik istisnai ve dışlayıcı düzenlemeler, eşitlik ilkesine aykırı olup; toplumsal uzlaşı ve barış arayışlarını destekleme yeteneğinden yoksundur. Teklif; salt cezalandırma eğiliminden, ayrımcı infaz rejimine; çocuk adalet sisteminden, liyakat sorunlarına kadar birçok bakımdan yetersizlikler içermektedir.
- Toplumsal ihtiyaçlarla uyumlu bir hukuk anlayışı yalnızca cezalandırma mantığına dayanmamalı; aksine, suçun kök nedenlerini ortadan kaldırmayı, ahlaki ve politik dönüşümü esas almayı ve toplumsal katılımı merkeze almayı hedeflemelidir. Sürecin gerektirdiği hukuk, hapishanelerde sorunların yoğunlaştığı hasta ve yaşlı mahpusların tabi olduğu infaz rejimini; adalet ve eşitlik ilkeleri doğrultusunda aşmaya yönelmelidir. Oysa teklife, geçmiş dönemlerin baskıcı ve ayrımcı izleri hâkimdir. Teklifte, yurttaşı ceza tehdidiyle, caydırma ve korku ile disipline etmeyi amaçlayan bir iktidar anlayışının yansımaları görülmektedir. Ancak bu sürecin yol alması; her şeyden önce, geçmiş iktidar ve hâkimiyet pratikleriyle hesaplaşma ve kronik sorunların temel nedeni olan inkârcı iktidar yapıları ile ayrımcı infaz rejimlerinin aşılmasına bağlıdır.
- İfade etmek gerekmektedir ki teklif, Türkiye’de tarihî bir dönüm noktasını ifade eden mevcut sürecin gereklerine cevap verememektedir. Barış ve demokratikleşme süreci; kapsayıcı, eşitlikçi ve adil bir hukuk anlayışına dayanmak zorundadır. Buna karşın, kanun teklifinin mevcut hâli, Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal dinamiklerine ve bu dinamiklerden doğan beklentilere uygun bir barış iradesini desteklemekten yoksundur. Türkiye halklarının en acil ihtiyacı, kararlı ve cesur bir barış iradesidir. Dönemin gerektirdiği siyasî ve hukukî ölçüyü tayin edecek olan da bu iradedir.
- Tüm bu nedenlerle, demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi gerekirken daraltılmasına yol açacak olan bu düzenlemeye tarafımızca muhalefet şerhi düşülmüştür.


