Dindar olup ahlaksız, ahlaklı olup dinsiz olunabilir mi? Değerler eğitimi bir yalandan mı ibaret?
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
“Türkiye eğitim sisteminde değerler eğitimi üzerinde bir istismar durumu var mıdır? Değerleri dine dayandırmak mümkün müdür? Ve eğer bir eğitim sistemi değerleri dine dayandırırsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar? Değerler eğitimi mümkün değil mi?”
Prof. Dr. Hasan Aydın ile değerler eğitimini konuştuk

Son dönemlerde, gerek uluslararası gerekse ulusal düzeyde değerler eğitimi kavramsallaştırması adı altında pek çok etkinliğe rastlanılmaktadır. Ne oldu da, birden değerler eğitimi söylemi ön plana çıkmaya başladı?
Değerler, kişiliğin oluşturucu unsurları arasındadır ve insan yapıp etmelerinin temeline oturmaktadır. Bu anlamıyla, değerlerden kaçınmak olası olmadığı gibi değerler eğitiminin yapılmadığı, değerlerin aktarılmadığı bir zaman dilimi de söz konusu değildir. Toplumsal yaşam süreklilik gösterir. İster ilkçağ, ister ortaçağ, ister modern çağ insanını ele alalım, bu insanların yapıp etmelerine içkin bir değerler dizgesi ile karşılaşılır ve bu değerler dizgesini sonraki kuşaklara aktarmak için güçlü bir çaba gözlenir. Bu örgün eğitim içinde olmasa, yaygın eğitim içinde yapılır. O halde son dönemlerde, değerler eğitimini daha sık duymamızın nedeni nedir? Kanımca burada, karmaşık bir nedenler örgüsüyle karşı karşıya olduğumuzu itiraf etmem gerekir. Bu karmaşıklığın temelinde, farklı kesimlerin farklı nedenler ileri sürmeleri olgusu yatmaktadır. Kimilerine bakarsanız, bunlar daha çok dini eğilimi ağır basan kesimlerdir, rönesanstan itibaren gelişmeye başlayan, aydınlanma ve sanayi devrimiyle zirve yapan modernizm ve modern yaşam, bireyciliğe, akılcılığa, nesnelliğe, bilimselliğe, laikliğe, ilerlemeye vb. vurgusuyla geleneksel değerleri bir kenara itmiş, geleneğin yerine uzlaşma yaratacak yenisini koyamadığı için bir değerler bunalımına, onların hoşlandıkları deyişle söylersem, ahlaki bunalıma yol açmıştır. Özellikle değer yargılarının, metafiziği öteleyen pozitivist düşünce içerisinde öznelleştirilmesi ve duygu bildirimine indirgenmesi, değerler alanının bilgi statüsünü sarsmış, bir değerler anarşizmini doğurmuştur. Bunda, kapitalizmin yol açtığı araç değerlerin yaygınlaşmasının da güçlü bir rolü olmuştur. Bu kesim, değerler eğitimi deyince, aslında geleneksel-dini değerleri ihya etmeyi anlamaktadır. Batıda bu, kiliseye yer açmak, bizde ise Kemalist laikliği eleştirerek dini yapılara olanak sağlamak amacı gütmektedir. Bu kesime göre, temel bunalım, dünyadan Tanrı’nın kovulması ya da F. W. Nietsizche’nin deyişiyle Tanrı’nın öldüğünün ilan edilmesidir. Tanrı ölmüşse ya da dünyadan kovulmuşsa, her şey mübah demektir ve merhamet kalmamıştır. Kanımca gerek Batı’da gerekse bizde değerler eğitimi denilince daha çok bu gerekçe dile getirilmektedir. Bu yönüyle değer eğitimi, dini eğitimin seküler bir ambalajla sunulması anlamına gelmektedir. Kimi hümanistlere bakılırsa, modern dönemin asıl sorunu, modernizmden değil, modernizmin eleştirine girişen ve onun yerine hiçbir olumlu değer önermeyen, bir tür öznelcilik ve görecelilik hayaleti kılığında ortalıkta gezinen ve dinsel değerlerin yeniden gündeme gelmesine yol açan postmodernizmdir. Bu postmodernist hareket, modernitenin yaratmaya çalıştığı, seküler nitelikli ulusal ve evrensel değerleri, baskıcı karakterini gündeme getirerek toplum mühendisliği kavramsallaştırmasıyla eleştirmeye yönelmiş, bireysel, yerel, etnik, dinsel, cinsel kimliklerin uzantısı olan çoğulcu ve çok-kültürcü bir anlayışa ön ayak olmaya çalışmıştır. Adeta yerelliği ve kültürel farklılığı kutsamıştır. Bu yönüyle insanı ve insanlığı birbirine bağlayan ortak değer bağlarının koparılmasına yol açmıştır. Bu hümanistlere göre, kültürel görecelilik, yerellik vb. adı altında, dinsel değerlerle mücadele sonucu bin bir emekle elde edilen evrensel hümanist değerlerin altı oyulmakta, değerler hiyararşisi ve değerler alanında gelişmişlik ve gelişmemişlik gibi kültürel kategoriler yok sayılmakta, farklılıklar kutsanmaktadır. Her kültürün değerler dizgesi farklıdır denilerek, aşağı değerlerin eleştirisi olanaksızlaştırılmaktadır. Postmodernizmin eleştirisine odaklanan bu hümanist kesim, değerler eğitimi deyince daha çok insanları bir birine bağlayan ve insan olmaktan kaynaklanan aydınlanmacı hümanist değerlerin ortaya çıkarılıp işlenilmesini anlamaktadırlar. Değerler eğitimine de, bu işlevi yüklemektedir. Bu sürece feminist hareketlerin de katkısına değinmek gerekir. Feminist teorinin, insanlık tarihini erkek egemen bir tarih olarak okuması, gerek geleneksel gerekse modern değerlere erkeksiliğe vurgu yaparak meydan okuması, kadın kimliğinin ve kadınsı değerlerin tanınması için çabaların artmasına yol açmıştır. Bir anlamda bu hareket, kadının ve kadın aklının gerek gelenek gerekse modernite tarafından yok sayılmasına savaş açmış gibi gözükmektedir ve kadınsı hümanist değerlerin ön plana çıkarılmasını talep etmektedir. Yine bu süreçte, sanayi devrimi sonrası ortaya çıkan çevre kirliğine karşı oluşan duyarlılık ve bu eksende yapılanan yeşiller hareketinin, doğanın vahşice sömürülmesinin önüne geçmek için duyarlılık oluşturma çabalarına değinmemek haksızlık olur. Tüm bunların yanında, modern kapitalizmin eleştirisine yoğunlaşan, kapitalizmin çıkar amacıyla dünya savaşlarına yol açmakla suçlayan sosyalist hareketlerin, insanın, insanı ve doğayı sömürmesinin önüne geçmek için alternatif bir toplum ve değer yaklaşımı ortaya koymaları, değerler eğitimi tartışmalarına güç kazandırmış gibi gözükmektedir. En azından Batı toplumlarında durumun bu minvalde olduğu anlaşılmaktadır. Kabaca değindiğimiz, bu eleştirel hareketlerin hemen hepsinin, yeni bir dünya kurmak için, birtakım değerler önerdiğini söylemek gerekir. Kanımca bu tartışmalardan ve bu tartışmalarda dile gelen gerekçelerden ve birikimlerden esinlenilerek, ilk kez 1995 yılında Birleşmiş Milletlerin 50. Yıl dönümü kutlamaları için Brahma Kumaris’in hazırladığı “Daha İyi Bir Dünya İçin Değerlerimizi Paylaşalım” isimli bir proje, değerler eğimi konusunda somut adımların atılmasına yol açmıştır. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin önsözündeki bir ilkeden geliştirilmiş olan tema, ‘temel insan haklarına, insan varlığının onuruna ve değerine olan inancı yeniden pekiştirmek için’ sloganıyla yola çıkmış gibi görünmektedir ve büyük ölçüde her kesimin üzerinde uzlaşabileceği düşünülen, mutluluk, dürüstlük, alçakgönüllülük, işbirliği, özgürlük, sevgi, barış, saygı, sorumluluk, sadelik, hoşgörü, birlik gibi değerlere odaklanmıştır. Halen UNESCO tarafından desteklenen ve Association for Living Values Education İnternational (ALIVE) adlı kar amacı gütmediği ileri belirtilen bir kuruluş tarafından farklı ülkelerde yürütülmekte olan programın amacı çocukların karar verebilen, toplumda saygın bir yeri olan, kişisel gelişimlerini sağlayan bireyler olmalarını kolaylaştırmayı ereklediği ileri sürülmektedir.
Bizim ülkemizde, değerler eğitimi tartışmasının doğmasında yukarıda saydığınız nedenlerden hangisi ya da hangilerinin daha çok etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, son dönemlerde bilişim teknolojilerindeki gelişimle birlikte, Avrupa ve Amerika’da ne tartışılıyorsa, ardından izdüşümleri bize de yankılanmaktadır. Ancak, doğruyu söylemek gerekirse, bizdeki tartışmaların, güçlü sınıfsal ve toplumsal alt yapısının olduğu söylenemez. Örneğin bizde feminist, sosyalist, hümanist ve çevreci hareketlerin çok fazla etkili olduğu, bunların değerlere ilişkin taleplerinin çok fazla yankı bulduğunu göremiyorum. Kanımca bizde, postmodernist tartışmalar da, sığ kaldı; batıdaki aydınlanmanın izdüşümü gibi algılanan Kemalizm eleştirisi ile yetinildi. Bu eleştiriye kimi sosyalist hareketler de yöneldi. Soldan esinlenen İslamcı kesim, eleştirilerini daha yoğun bir biçimde sürdürmektedir. Fakat bizdeki bu Kemalizm eleştirileri ile birlikte, postmodern öznelcilik ve göreceliliğin sol cenahta daha çok yankılandığını; 1980 sonrası tırmanışa geçen neolibaral politikalar ve muhafazakârlaşma ile İslamcı kanatta ise, mutlak değerler ileri sürdüğü düşünülen dini değerlerin daha fazla yankılandığı söyleyebilirim Kimi sosyalist kesimler sınıfsal temellerinden koparak etnik, dinsel ve cinsel özgürlüklere yönelirken, İslamcı kanat laiklik eleştirisine yönelmiş gibi gözükmektedir. En azından bana öyle görünmektedir. Türkiye’nin son dönemlerde en çok tartıştığı sorunun laiklik-din ilişkisi ile etnik temele dayanması tesadüf olmasa gerekir. Bizde etnik ve dinsel hayalet yeniden uyanmış, bir değer olarak özgürlük adeta bunlara özgülenmiş durumdadır. Yine feminist, sınıfsallığını koruyan sosyalist, hümanist ve çevreci hareketlerin güçlü olamaması, değerler eğitimi denilince doğrudan dini değerlerin anlaşılmasına neden olmuş, laiklik eleştirisi, etnik, dinsel ve mezhepsel köken vurgusu değerler eğitiminin merkezine oturmuştur. Mili eğitim sistemi de bundan kendine düşen payı almış gibi gözükmektedir. Değerler eğitimi konusunda varolan yazını kabaca taramak, MEB’in yaptığı çeşitli etkinlikleri incelemek bu konuda güçlü veriler sağlayabilir diye düşünüyorum. Anlaşılan Türkiye’de değerler eğitimi laiklik eleştirisi temeline oturmakta, etnik, dinsel ve cinsel ayrımcılığa odaklanmakta ve etnik ve dinsel değerlerin bir tür ihyasını amaçlamaktadır.
Değerleri dine dayandırmanın mümkün olup olmayacağını sormadan önce, şunu öğrenmek istiyorum: Yukarıdaki söyleminizde, değerler alanında duyarlılığı gündeme getiren pek çok akımdan söz ettiniz. Bunların ortak değerler dizgesinde birleşmesi mümkün mü?
Sanmıyorum. Bir sosyalistin değerler dizgesiyle bir İslamcının, bir feministin, bir liberalin, bir Kemalistin vb. değerler dizgesi çoğu kez örtüşmüyor. Mesela pek çok İslamcı yazın, kadını, evde haremlik bir nesne dışarıda ise fitne olarak konumlandırmaktadır. Aslında İslamcı türban dayatmacılığını altında da bu yatmaktadır. Bu dayatma, kadını erkek nesnesi kılmaktadır, ona özgür bir kimlik sunmaktan korkmaktadır. Bir feministin, İslamcının kadına bakışıyla uzlaşması imkânsızdır. Devletin türban yasağına karşı, feministle İslamcılar birleşmiş gibi gözükse de, İslamcı türban dayatmasında İslamcıların feministlere yanaşmayacağını düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur. Sosyalist değerler ile dinsel değerlerin uzlaşacağını sanmak da bir yanılgıdan ibarettir. Anti kapitalist Müslümanların kimi söylemleri, bazı sosyalistlerin hoşuna gitse de, en azından sosyalistlerin, değerlerin sınıfsal temeli, değerlerin değişimi ve evrimi gibi olgular ile, değer yozlaşmasında kapitalizme biçtikleri rolün İslamcılar dahil pek çok kesim tarafından paylaşılacağını sanmıyorum. Şöyle diyebilirsiniz: Hocam siz de postmodernistler gibi çok ayrıştırıyorsunuz, temel insan hakları, özgürlükler, adalet, eşitlik, mutluluk vb. taleplerde herkes birleşebilir. Ben bu umudun fiili değer eğitimine bakarak iki nedenle yanılgılı olduğunu düşünüyorum. İlki, anılan kavramlara farklı kesimlerin farklı anlamlar yüklemeleri; ikincisi ise, yüklenen anlamların durağan değil dinamik oluşudur. Sözgelimi, bir İslamcın için özgürlük nedir? Din eleştirisi yapma özgürlüğüne izin verebilecek mi? Kadın ve erkek eşitliğini onaylayabilecek mi? Yine kendisi gibi inanmayanlara yaşam hakkı tanıyacak mı? Ya da bir kapitalist adalet deyince o adaletin içine işçileri de gözeten eşitlikçi bir anlayış yerleştirebilecek mi? Burjuva değerlerinin eleştirisine izin verebilecek mi? Ben bu konuda çok ümitvar değilim açıkçası. Öte yandan mutluluk denilince herkesin üzerinde birleştiği bir mutluluk anlayışından söz edilebilir mi? Biri mutluluğu hazda, biri öte dünyada, birisi çıkarda, birisi araç diğeri amaç-ideal değerlerde vb. arayabilir. Kaldı ki, mutluluk, özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramlar durağan da değil. Bu kavramlara yüklenen anlamlar sınıfsal konuma ve tarihsel zemine göre farklılaşıyor. Ortaçağın adalet kavramına yüklediği anlamla bugünün adalet anlayışının aynı olduğu nasıl söylenebilir? Yine aynı dönemde yaşamalarına karşın bir sosyalistin eşitlikçi adalet imgesiyle bir liberalin sermaye yanlısı adalet tasarımının aynı olduğu nasıl söylenebilir? Postmodernistlerin yaptığı gibi şu denilebilir: Çoklu değerler dizgesini kabul ederiz; çok-kültürlülük, hoşgörü, tolerans, bireycilik gibi değerleri ön plana çıkartırız, sorun hallolur. İyi de ötekinin inancı sizi yok etmeye yönelmişse ne yapacaksınız? İŞİD, Taliban, Hizbullah vari yapılar karşısında nasıl bir tavır alacaksınız? Ya da sizi sömürmeye odaklanmış kapitalist yapılar karşısında kendinizi nasıl koruyacaksınız? Doğayı sömürenlere nasıl hoşgörü ya da tolerans göstereceksiniz? Namus cinayeti, kan davası, recm cezası, idamlar, çocuk istismarı, kadın cinayetleri vb.’ye nasıl tahammül edeceksiniz? Etnik özgürlük için teröre başvuranlarla nasıl baş edeceksiniz? Postmodern görecelilik ve öznellik, bunlara tahammül etmeyi öneriyor gibi gözüküyor. Çünkü kültürel görecelilik ve öznellik doğası gereği, değerler alanında epistemik üstünlüğü yok sayar. Kültürel göreceliliği ve öznelliği eleştiri dışı bırakıp kutsar. Gerçekten bu konuda postmodern olabilir miyiz? Sanmıyorum.
Sanki söylediklerinizden, değerler eğiminin imkânsız olduğu gibi bir sonuç çıkardım. Umarım yanlış anlamamışımdır. Bunu daha sonra soracağım; ama akışı bozmamak için, önce ertelediğim şu soruya nasıl yaklaştığını merak ediyorum. Değerleri dine dayandırmak mümkün müdür? Ve eğer bir eğitim sistemi değerleri dine dayandırırsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar?
Gelenek, değerleri mutlaklaştırmak için onları dine bağlama ihtiyacı hissetmiştir. Biraz felsefe ve teoloji kitabı karıştırmak bunu görmek için yeterlidir. Her kafadan ayrı ses çıkınca, değerler uzlaşısı dinde görülmüştür. Ancak vakıa şudur ki, dünyada pek çok din olduğu için, değerler alanında mutlak uzlaşı yine sağlanamamıştır. Hatta denilebilir ki, dinler, mezheplere ve cemaatlere bölündüğünden, değerler alanı daha da çok parçalanmıştır. Kanımca değerleri dine bağlamak, kimilerinin dediği gibi görünmez bir gücün insan üzerindeki denetimi açısından olumlu işlev görmüştür ve görmektedir. Bunlara göre değerler alanı seküler bir alan olmaz; sekülerleşme değerleri yok eder; yaptırımdan yoksun bırakır. Bu nedenle eğitimde dinsel değerler başat olmalıdır. Bizde 12 Eylül askeri darbesinden beri fiilen zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleriyle yürürlükte olan bu bakış açısıdır. Ben bu türden bir bakışın ahlakiliğe değil, belli açılardan ahlaki yozlaşamaya hizmet ettiğini düşünenlerdenim. Gerekçelerimi paylaşmam gerekirse, ilk bakışta şunları söyleyebilirim: İlki, dini değerler öte dünya odaklıdır ve bu dünyanın imarına çok fazla hizmet etmezler. Bu dünya sadece ahiretin tarlasıdır ve önemsizdir. İkincisi, dini değerler, ödül ve ceza odaklıdır ve çıkarcıdır. Cennet ve cehennem mefhumları belirleyicidir. Bu J. Piaget’in deyişiyle söylersek, ahlaki özerkliğe uzanamamış döneme ait bir yaklaşımdır. Kant’ın deyişiyle insanı araçsallaştıran bir yaklaşımdır ve hiç de ve evrensel ve insani değildir. Üçüncüsü, dini değerler ayırştırıcıdır; kendi dini, mezhebi, cemaati dışındakilere karşı aynı değerler dizgesini önermez. Bunu görmek için, din ve mezhep savaşı ile cemaat liderlerinin birbirleri hakkındaki belden alta konuşmalarına bakmak yeterlidir. Dördüncüsü, değerlerin kaynağını insanın dışında aramak, onları dışsal buyruğa indirgemek demektir. Dışsal buyruklar, buyruk verici yadsındığında yok olur gider; hiçbir bağlayıcılığı kalmaz. Tanrı ölünce yaşasın kötülük denilmesine yol açar. Beşincisi, dinsel değerler baskıcıdırlar, ötekileştirir ve mahalle baskısının altında bu değerler yatar. Yedincisi, değerleri buyruğa indirger; aslında bu buyruklar sunulduğu biçimiyle soyuttur ve gerçek yaşamın girift koşullarında kılavuzluk etmezler. Mesela adil olacaksın der, ama adil olmak ne demektir? Sekizincisi, kutsal kitaplarda yer alan değerler, kutsal kitabın yazıldığı dönemin değerleridir. Bu kaçınılmazdır; felsefi antropolojinin ışığı altında bakılırsa, dinsel metinler ilk seslendiği toplumun bilişi, dili, kültürü, sınıfsal yapısı vb. tarafından belirlenmişlerdir. Bir örnek vermek gerekirse, tüm tek-tanrılı dinlerde kadın ikincildir; köleci toplumsal değerler ön plandadır; tarım toplumunu değerler dizgesi geniş bir yer tutar. Şimdi, durum bu minvalde ise, ki bana göre kesinlikle böyledir; bunu görmek için herhangi bir kutsal kitabı sorgulayarak okumak yeterlidir, değerleri dine dayandırmak, toplumu geriye mahkum etmek, değerlerdeki dinamizmi yok saymak, dinsel, mezhepsel, inançsal ayrımcılığa ve ötekileştirmelere çanak tutmak demektir. Bu anlamıyla değerlerin dine dayandırılamayacağını açıkça deklere etmek gerekir; çünkü dindeki yan kutsal kitaplardaki değerler zaten geride kalmış değerlerdir. Tevillerle onları ne kadar güncelleştirmeye çalışırsak çalışalım, durm değişmemektedir. Sözgelimi, adaleti bir değer olarak alırsak İslam literatürü, buna vurgu yapmasına rağmen, kadına erkeğin yarısı miras vermekte, iki kadının şahitliğini bir erkeğe eş saymakta, erkeğin kadınlar üzerinde yönetici olduğunu vurgulamakta, cariye edepsizlik yaparsa özgür kadına verilen cezanın yarısını önermekte vb. Bunların bugünün adalet değeriyle ilişkisinin olmadığı açıktır; bu değerler tarihsel ve yereldir. Dinin en yetkin değerleri içerdiği vurgusu, değerleri tarihsel bir kitapla sınırladığı ve değerleri dogmatik bir inanç konusu haline getirdiği için de güçlü sıkıntılara yol açmaktadır. İŞİD, Taliban, Hizbullah vb. Kurani değerleri uyguladığını söylemiyor mu? Bu değerler uğruna kadınları cariye yapıp, kendisinden farklı düşünenleri öldürmüyorlar mı? Her dogmatik inançlı kendisi dışındakilerin batıl, sadece kendisinin hak değerlere sahip olduğunu savlamıyor mu? Dinin ve mezhebin doğasında var bu. Eğitim bu türden anlayışlara çanak tutamaz; tutarsa, Türkiye özelinde söylüyorum, ortadoğunun kan bataklığına saplanmamak için hiçbir neden kalmaz. Bugün bizde ortadoğudaki gibi hala büyük dinsel ve mezhepsel kavgalar olmuyorsa, bunu, nispeten benimsemiş ama kökleşememiş laik değerlere borçluyuz diye düşünüyorum.
Şimdi soruyorum: Değerler eğitimi bir yalandan mı ibaret? Değerler eğitimi mümkün değil mi?
Buna bir çırpıda hayır demek olası değildir. Çünkü her eğitim sistemi, birtakım bilgi ve becerilerin yanında bazı değerleri de sunar. Özellikle ulus devletlerde yurttaş eğitimi adı altında pek çok değer işlenir ve çocuklara aşılanmaya çalışılır. İyi bir vatandaş olmaları için çaba sarfedilir. Toplumun normları öğretilir. Yine pek çok ülkede din eğitimi adı altında dinsel değerler eğitimi yapılmaktadır. Bu bir realitedir. Bunu yapmazsak, ulusal, dinsel ve mezhepsel kimliğimiz yok olur diye düşünülmektedir. Bunun manevi değerler adı altıda bir hayli propagandası da yapılmaktadır. Felsefi düzlemde bakarsak yapılan nedir? Açıkça itirf etmem gerekirse yapılan şudur: Çıplak ve insani gizil güçlerle, insani olanaklarla dünyaya gelen çocukları bir ulusa, bir kültüre, bir dine ait kılmaya çalışmaktır. Benim değişimle eğip bükmektir. Bu tümüyle zararlı mıdır? Elbette hayır. Belli bir dili öğrenmek bile o dilin taşıdığı değerlere katılmaktır. Ancak bu tür bir değer aşılmasıyla çoğu kez insanın insana düşman edildiğinin, insanın insani özüne yabancılaştırıldığının altının çizilmesi gerekir. Bu konuda eğitim içerisinde tarih, etnik savaşlar, dinsel, mezhepsel kavgaların bile kullanıldığı gözlenmektedir. Böyle değerler eğitimi yapılacağına hiç yapılmasa daha iyidir diye düşünüyorum. Bence bir eğitim sisteminin değerler alanında yapabileceği en iyi şey, değer aşılamaktan çok değer analizine yönelmek olmalıdır. Değer analizinde dört şey yapılabilir diye düşünüyorum: İlki, varolan değerlerin bir dökümünü yapmak; yani realitenin fotoğrafını çekmek. İkincisi, bu değerlerin tarihsel süreçte evrimini göstermek. Üçüncüsü, farklı toplumların, ideolojilerin, inanç sistemlerinin bu değerlere yaklaşımı belirlemek. Dördüncüsü, bu değerlerin içeriksel bir eleştirisini yapmaya olanak sağlamak. Eğer böylesi bir yol takip edilirse, en azından çıplak insan kimliğine eklemlenen ve insanı insana düşman eden pek çok kimliğin paranteze alınabileceği yeni bir duyarlılık geliştirilebilir. Daha insani bir duyarlılık eğitimi gerçekleştirilebilir. Bu zor bir iştir, ama uzun erimde, empati yeteneğinin geliştirilmesine, insaniliğin ve hümanizmin keşfedilmesine, farklılıkların aşılarak sırf halis insan kimliğinde birleşilmesine katkı sağlayabilir. Yani değerler eğitimi, ancak ve ancak değer analizine odaklı eleştirel bir değer eğitimi olabilir. Aksi durum, ötekileştirmelere yol açan, parçalayan, düşman eden bir değerler aşılmasına yol açar. Ben değerler eğitimi bağlamında insanlığa şöyle seslenmek gerektiğine inanıyorum:
Çıplak dünyaya gelen ve örtündükçe kavga eden ey insanoğlu!
Çıplaklığın özündür, elbiselerin ise ilinti.
Post kavgası seni özüne yabancılaştırmadı mı?
Sen değil misin çıplaklığınla üreyen ve çıplaklığınla ölen?
Sen yılanın derisinden soyunduğu gibi soyun ki insan olasın.
Gerçek kimliğini göresin.
Aslına dönesin.
Çıplaklık, çocukluk, masumiyet ve insanlıktır.
İnsan soyunduğunda ürer, giyindiğinde öldürür.
Bu anlayana ne büyük sözdür!
Tek şey var, masum olan insanlığımız.
O anacak ve ancak sonradan giydirilen tüm kimliklerden soyununca ortaya çıkar.
Soyun ki insan olasın!
Tek halis kimliğin i-n-s-a-n.
Türkiye eğitim sisteminde değerler eğitimi üzerinde bir istismar durumu var mıdır? Varsa bunu önlemeye dönük neler yapılabilir?
Buna hayır demek mümkün değildir. Her şeyden önce bizim eğitim sistemi, değerler eğitimi bakımından deyiş yerindeyse kişilik bölünmesi yaşamaktadır. Sosyal bilgilerde seküler insani evrensel değerler, tarih derslerinde milli değerler, din derslerinde ise dini değerlere yönelmiştir. Bir derste değerlerin kaynağı insandır diye öğretilir, başka bir derste dindir diye ezberletilir. Bir derste değerler evrilir denilir, başka bir derste değerler mutlak diye belletilir. Son dönemlerde muhafazakârlaşma ve dindar gençlik yetiştirme hevesiyle, değerleri dine bağlayan yaklaşımda köktenci bir artış söz konusudur. Bu arada iktidar muhafazakâr diye, her okulun değerler eğitimi programı hazırlaması ve dini bütün insanlardan panel, konferans vb. konuda yardım alma yarışına girişmeleri tam bir yozlaşmışlığın ifadesi olarak görülebilir. Bir yandan AVM kültürü, diğer yanda muhafazakârlık; bir yanda bireyciliğin tetiklenmesi öte yandan geleneksel toplumsal değerlere sözde vurgu, tam bir komedi görüntüsü vermektedir. Bu komedi, aslında tam da postmodern bir komedidir. Umarım eklenti kimlikleri paranteze almayı öğrenir ve insani özümüze, çıplak halimize geri döneriz. Eğitim sistemimiz, sırf insan olmanın, insanı araçsallaştırmamanın önemini kavrayabilir bir düzeye gelebilir. Umarım bu olur. Tabi bunun olması için, insanı olanaklar varlığı olarak gören eğitimbilimcilerin, sanatçıların, filozofların, sivil toplum örgütlerinin yılmadan faal olmaları gerekiyor.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...


