Döviz ve faiz vurgununa son milli ekonomiye yön Ekonomi Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Türkiye ekonomisi, uzun süredir döviz kurundaki dalgalanmanın tetiklediği enflasyon ve buna karşı uygulanan yüksek faiz politikalarının oluşturduğu, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir kısır döngüyle mücadele etmektedir. Son iki yılda eşi benzeri görülmemiş bir şekilde yüzde 100’ün üzerinde artan kur, ithalat maliyetlerini yükseltip enflasyonu beslerken; yüksek faiz ise hem üretim maliyetlerini artırmakta hem de krediye erişimi zorlaştırarak borçlanma maliyetlerini katlamaktadır. Bu iki yönlü baskı, üretim ve tüketimi daraltarak ekonomik kırılganlıkları derinleştirmekte, konkordato ilanlarını artırmakta, firmaları iflasa sürüklemekte ve sanayicileri işçi çıkarmaya zorlamaktadır.
Manipülasyon oyunları sermaye gruplarının kontrolünde
Son yıllarda Türkiye ekonomisi, döviz kuru şokları, yüksek faiz baskısı ve borsa manipülasyonlarıyla sarsılmaktadır. Bu gelişmeler yalnızca küresel etkilerin değil, aynı zamanda güçlü yerli sermaye gruplarının yönlendirdiği sistematik spekülasyonların sonucudur. Sayıca az ama etkisi büyük olan bu gruplar, bankalardaki mevduatların yüzde 60’ını, kişisel döviz hesaplarında 125 milyar doları ve sahip oldukları şirket ve kurumlar aracılığıyla yaklaşık 80 milyar dolarlık ek döviz varlığını kontrol etmektedir. Toplamda 200 milyar doları aşan bu güç, kur, faiz ve borsa üzerinde kolaylıkla manipülasyon yapmalarına olanak tanımaktadır. Özellikle düşük kredi faizi dönemlerinde, denetimden yoksun biçimde TL bazlı kredi kullanılarak döviz satın alınması, piyasada adeta “taşıma suyla kur yükseltme” mekanizmasını çalıştırmıştır. Bankalardan ucuza sağlanan TL kaynaklarının spekülatif biçimde dövize çevrilmesi, yalnızca döviz talebini yapay olarak şişirmekle kalmamış; aynı zamanda kuru dramatik bir şekilde yukarı sıçratmış, finansal sistemde kalıcı bir oynaklık inşa etmiştir. Bu durum, vatandaşın da satın alma gücünü azaltarak belirsizlik ve tedirginlik oluşturmuş, geniş kitleleri mağdur etmiştir. Bu tablo, aslında TL’nin üretim ve yatırım için değil, dövize saldırı aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Denetimsiz kredi-döviz arbitrajı sayesinde, belirli sermaye grupları hiçbir üretim faaliyetine katkı sunmadan “kur şoklarından servet transferi” yapabilmiştir. Eğer mevcut durumda yürürlükte olan kanun uygulanmış olsaydı, spekülasyon amaçlı vurgun peşinde olan bireysel hesaplar bu tür cüretkâr işlemlerden vazgeçecek, kur üzerinden spekülatif kazanç sağlama iştahları kesilip duracak ve TL likiditesi ekonomiye değer katan alanlara yönlendirilecekti.
Spekülatif atakların nedeni yetersiz denetim ve uygulanmayan vergi düzenlemeleri
Bu bireyler, dövizdeki ani yükselişlerden döviz kazancı elde etmekle kalmayıp, faizlerin arttığı dönemlerde TL cinsinden yüksek kazançlar da sağlamaktadır. Büyük portföyleri sayesinde borsa fiyatlarını yönlendirmekte ve zaman zaman piyasada güven sarsıcı spekülatif ataklara girişmektedirler. Bu etkinin kaynağı sadece sermaye büyüklüğü değil, aynı zamanda yetersiz denetim ve uygulanmayan vergi düzenlemeleridir. Şirketlerin döviz kazançları vergilendirilirken, kanunda olduğu halde bireysel kazançlardan vergi alınmamakta, bu durum dövize yönelimi artırarak piyasa dengesizliklerini derinleştirmektedir. Bu tablo karşısında bireysel döviz kazançlarından vergi alınması, TL’ye olan güveni yeniden tesis etmeyi, dövize dayalı spekülatif kazanç döngüsünü kırmayı ve kuru istikrara kavuşturarak dünyada olduğu gibi uzun vadede %5 enflasyon, %5 faiz ve sürdürülebilir büyümeyi hedeflemektedir.
Mali adalet için gereken vergi oranı hayatı geçirilmeli
Yüzbinlerce işçi çalıştıran, döviz kazandıran ve üretim yapan sanayiciler ile ihracatçılar gelirleri üzerinden yüzde 25’e kadar vergi öderken, hiçbir üretim katkısı olmadan döviz alım-satımıyla kazanç sağlayan bireylerin vergi ödememesi ya da buna göz yumulması hem kamu vicdanını hem ekonomik dengeyi zedelemektedir. Bu nedenle bireysel döviz kazançlarına yönelik, kanunen yüzde 15 ile yüzde 40 arasında uygulanması gereken vergi oranının fiilen hayata geçirilmesi önerilmektedir. Bu adım, mali adaleti sağlayacak, spekülatif davranışları caydırarak piyasaları daha öngörülebilir hale getirecektir. Sistem devreye girdiğinde kur istikrarı sağlanacak, bireyler yeniden TL’ye yönelecek, ithalat maliyetleri ve enerji fiyatları düşecek, faizler gerileyerek yatırım ortamı güçlenecektir. Böylece kısa vadeli kazanç hırsı yerine, üretim ve katma değere dayalı uzun vadeli yatırımlar öne çıkacaktır.
"Dövize dayalı vurgun iştahı kırılacak"
Son beş yılda Türkiye ekonomisindeki kırılganlıkların temelinde, döviz kurundaki ani artışların tetiklediği enflasyon, faiz baskısı ve istikrarsızlık yer almaktadır. Bu süreçte bireysel döviz kazançlarından vergi alınsaydı, spekülatif döviz kazançları önlenerek kur ve faiz baskısı önemli ölçüde hafifletilebilirdi. Sistem, döviz kuru üzerinden elde edilen kazançlara %25 vergi uygulanmasını öngörmektedir. Örneğin, 2020’de 100.000 dolara sahip bir yatırımcının, 2025’te kurun 40 TL olması durumunda elde ettiği 3.900.000 TL döviz kazancının yaklaşık 975.000 TL’si katkı payı olarak alınmakta; geriye kalan net kazanç düşmektedir. Bu da 2025 yılı Eylül kuru ile yaklaşık 75.625 dolara denk geliyor. Böylece kur artık “yükseldikçe kazandıran” değil, yükseldikçe zarar ettiren bir unsur haline gelecek; dövize dayalı vurgun iştahı kırılacaktır.
Vergi uygulamasıyla bireylerin dövize yönelme motivasyonu azalacak
Bireysel döviz kazançlarına uygulanacak %25 vergi, yalnızca spekülatif kazançları caydırmakla kalmaz; aynı zamanda Anayasa’nın 73. maddesinde yer alan “Herkes, mali gücüne göre vergi öder” ilkesine uygun olarak mali adaleti pekiştirir. Üretim yapan sanayiciler ve ihracatçılar yüksek vergi yükü taşırken, yalnızca döviz tutarak kazanç sağlayan bireylerin vergi dışı kalması hem kamu vicdanını hem ekonomik dengeyi zedelemektedir. Bu sistem, adalet duygusunu güçlendirerek tüm kesimlerin ekonomik sorumluluğu paylaşmasını sağlar. Vergi uygulamasıyla bireylerin dövize yönelme motivasyonu azalacak, kur üzerindeki spekülatif baskı kalkacak, TL’nin değerini korumak için uygulanan yüksek faiz politikasına ihtiyaç ortadan kalkacaktır.
'Döviz artacak korkusu'nu ortadan kaldıracak sistem
Tüzel kişilerde olduğu gibi bireylerin de döviz kazançlarına yüzde 25 vergi uygulanması, doların cazibesini azaltacak ve “dolar daha da artacak” beklentisini ortadan kaldıracaktır. Böylece dolar istikrarlı kaldığı için kimsenin vergi vermesi söz konusu olmayacak, kur dengeye oturacaktır. Bu eğilim, yatırımcıları dövizden TL’ye veya alternatif yatırım araçlarına yönlendirecek; şirket ve kurumların da portföy tercihlerinde TL’yi öne çıkaracaktır. Bu sistem, Merkez Bankası’nın faiz indirimi önündeki engel olan “döviz artacak korkusu”nu ortadan kaldıracak; faizler düştükçe kredi maliyetleri gerileyecek ve finansmana erişim kolaylaşacaktır. Sonuç olarak üretim artacak, fiyatlar düşecek, yatırımlar ve istihdam canlanacak, ihracat güçlenecek ve ekonomik büyüme hız kazanacaktır.
Merkez Bankası’nı faizi daha da yukarı çekmeye zorlayan şok etkisi
Döviz kazancı üzerinden alınacak verginin temel hedefi, vatandaşın enflasyona karşı korunma çabasını cezalandırmak değil, tam tersine ekonomiyi bir satranç tahtası gibi kullanarak yüksek kur–yüksek faiz ikilisini silaha dönüştüren büyük bireysel sermaye hesaplarını kontrol altına almaktır. Bakanlığın işaret ettiği binde 2 kambiyo vergisi, teknik olarak bir işlem harcı olup döviz kazançlarının vergilendirilmesiyle uzaktan yakından ilişkili değildir; bu iki mekanizmayı aynı kefeye koymak, ekonomi politiğin özünü bilerek ya da bilmeyerek saptırmaktır. Çünkü gerçekte yaşanan şudur: Kur 20 liradan 40 liraya çıkarak yüzde 100’ün üzerinde dramatik bir artış gösterdiğinde, aynı anda yüzde 100’ün üzerinde ithalat maliyetleri katlanıyor, enerji ve ara malı fiyatları artarak şok etkisi oluşturuyor. Bu şok, enflasyonu yukarı taşıyarak belirli çevrelerin baskısıyla Merkez Bankası’nı faizi daha da yukarı çekmeye zorluyor. Türkiye gibi ithalat bağımlılığı yüksek bir ekonomide, kurdaki her sıçrama cari açığı büyütmekte, sanayi üretiminin maliyetlerini ağırlaştırmakta ve bütçe dengelerini bozarak ekonomik kırılganlığı daha da derinleştirmektedir. Yani kazanan birkaç spekülatif hesap olurken, kaybeden 85 milyon vatandaştır. Bu düzenleme ile amaç, küçük tasarruf sahibini mağdur etmek değil; aksine kurun istikrarlı seyri sayesinde vatandaşın dövizde “siper arama” ihtiyacını ortadan kaldırmak, yenilikçi TL bazlı finansal ürünlere yönelmesini kolaylaştırmaktır. Başka bir ifadeyle önerilen vergi, kur vurgununu besleyen “büyük hesaplara” karşı bir mali fren, Türkiye ekonomisini enflasyonun ana kaynağı olan yüksek kur–yüksek faiz kısır döngüsünden ve aşırı yükselen ithalat giderlerinin makro dengeleri çökertici baskısından kurtaracak stratejik bir müdahale aracıdır. Bu tablo karşısında hâlâ “binde 2 ile yetiniyoruz” demek, Bakanlığın dile getirdiği “bilgi noksanlığı” suçlamasını boşa düşüren, sadece gerçeklerden kopuk bir bürokratik savunma değil, ekonomi yangınına çay kaşığıyla su taşıma gayretinden öteye gitmeyen trajikomik bir yaklaşımdır.
"Türkiye’nin mevcut denetim gücü karşısında hiçbir geçerliliğe sahip değil"
Bilinmelidir ki, büyük sermaye gruplarının vergi uygulandığında sermayeyi yastık altına ya da yurt dışına kaçıracağı yönündeki söylemleri temelsizdir. Vatandaşın bu tehditler karşısında tedirgin olmasına gerek yoktur; çünkü Türkiye’nin altyapısı, kurumsal kapasitesi ve teknolojik yetkinliği bu süreci kontrol altına alabilecek güçtedir. Uluslararası para transferleri, döviz alım-satım ve çekim işlemleri elektronik mekanizmalar üzerinden zaten izlenmektedir. Kanuni düzenlemeler ve yapay zekânın sunduğu denetim imkânları sayesinde süreç etkin biçimde yönetilir. Dolayısıyla rasyonel bir temelden yoksun bu söylemler, toplumun gözünü korkutmaya çalışsa da Türkiye’nin mevcut denetim gücü karşısında hiçbir geçerliliğe sahip değildir.
"Kur artışı olmadığı sürece vergiye tabi bir kazanç da doğmayacak"
Bu sistem, dövizden kazanç sağlayan bireylerin sadece yükselen kurdan kar etmesini değil, TL bazlı tahviller, mevduatlar, reel sektör yatırımları ve kamu destekli fonlar gibi ekonomiye katkı sunan araçlara yönelmelerini teşvik eder. Böylece dövizin artmayacağı bir ortamda vatandaşın aleyhine herhangi bir durum söz konusu olmayacak; çünkü kur artışı olmadığı sürece vergiye tabi bir kazanç da doğmayacaktır. Bireysel döviz kazançlarından vergi alınması, sadece ekonomik bir önlem değil, aynı zamanda döviz üzerinden yürütülen spekülatif saldırılara karşı milli bir savunma hattıdır. Bu sistem, finansal manipülasyonları etkisiz hâle getirerek, Türk milletinin emeğini ve geleceğini korumayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede Bakanlığın, denetimsiz bireysel kazançları izleyerek vergisiz bırakılan döviz kazançlarını mevzuata uygun biçimde vergilendirmesi beklenmektedir.


