Elif Atayman cezaevine giden süreci anlattı: İlk kurban benim
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
İBB Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'na yönelik 19 Mart operasyonuyla gözaltına alınan eski İBB Medya A.Ş. Genel Müdürü Elif Atayman, Silivri’deki Marmara Cezaevi’nden Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi’ne sevk edilmişti. Atayman, 7 buçuk saat kelepçeli bir şekilde sevk edilmiş ve koğuşta 5 gün yerde yatırılmıştı.
"İLK KURBAN BENİM"T24 yazarı Candan Yıldız'ın sorularını yanıtlayan Atayman, itibar suikastının ilk kurbanı olduğunu söyledi.
İşte Elif Atayman'ın kendisine yöneltilen sorular ve verdiği cevaplar:
- Gözaltına alındığınızda ya da tutuklama kararı çıktığında ne hissettiniz? Bunu bekliyor muydunuz?
Sabah 06.00 gibi polisler geldi, önce evi aradılar. Sonra emniyete giderken, oğluma ‘Akşama görüşürüz’ dedim. Aklımın ucundan bile geçmezdi tutuklanacağım. Adliyede ben de avukatlar da tahliyemi bekliyorduk. Çünkü ne somut bir suçlamaya ne de ilişkili somut bir soruya muhatap oldum. Zaten suç yok ortada. Tutuklanmam hukuki açıdan en uzak ihtimal bile değildi ama 5, 5 aydır içerdeyim.
İlk tutuklama dalgasında, adliye koridorlarında yürürken videosu yayınlanan ilk kişi ve tek kadın tutukluyum. Büyük bir itibar suikastının ilk kurbanıyım. Elbette şaşkınlık ve üzüntü yaşadım ama o videonun tekrar tekrar yayımlanmasıyla, beni aşan büyük bir algı operasyonunun kadın figürü haline getirildiğimi fark ettim. Daha iddianame bile ortada yokken, “suç örgütü” denilen sözde bir yapının, kadınlı erkekli ne kadar organize bir oluşum olduğunu iddia edebilmek için ideal figür görevi görüyordum o video ile. Yaşadıklarım, insanı sadece ruhen ve fiziken değil, toplumsal ve mesleki olarak da değersizleştiren, kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmanın zeminini hazırlayan bir süreç.
“Evini, arabasını taksitle almış bir insanım”
Böyle bir şeyi kim bekler… Bunca yıl kamu hizmeti vermiş, tüm işlemleri defalarca kamu denetiminden geçmiş, sabit ikametgâhı olan, sabıka kaydı bulunmayan, son derece mütevazı bir yaşam süren, evinin ve arabasını taksitle almış bir insanım. Buna rağmen “kaçma”, “delilleri karartma” ve “örgüt üyeliği” gibi iddialarla, tek bir somut delile dayalı soru sorulmadan tutuklandım. Hangi delili karartacağım. MASAK kayıtlarında yasa dışı hiçbir işlemim yok, maddi bir varlığım da yok. HTS kayıtlarında ilişkilendirilebileceğim bir bulgu da yok, sorulmadı da. Tüm bunlara rağmen tutuklandım.
Dolayısıyla bu tutukluluğun bir tedbir değil, doğrudan bir cezalandırma olduğunu ilk andan itibaren hissettim, hâlâ da öyle düşünüyorum.
- Geçmişe dönük keşke şunu şöyle yapsaydım dediğiniz oldu mu?
"KÖTÜLÜK, PEK ÇOK KİŞİDEN YORAR BENİ"Bu süreçle ilgili “keşke” dediğim kesinlikle tek bir unsur yok. Suçsuz olduğumu biliyorum ve beraat edeceğim. Dolayısıyla, geriye dönük bir pişmanlık değil, bugüne dair çok güçlü bir haklılık hissi ve bu inançla güzel bir gelecek için mücadele duygusu taşıyorum; o günlere ulaşacağımıza da inanıyorum.
- İstanbul’dan uzak bir cezaevine gönderildiğinizde ne hissettiniz?
Aileme ve avukatlarıma haber verilmeden Silivri’den Afyonkarahisar’a 7,5 saatlik bir yolculukla, kelepçeli şekilde sevk edildiğimi biliyorsunuz; vardığımda bileklerim mordu. 5 gün yerde yattım. Bunlar fiziksel olarak şüphesiz çok zordu, işkencenin başka bir türü, ama insan onuru açısından daha da ağırdı. Meslek yaşantım boyunca çok çalıştım, çok ürettim. Hayatım boyunca da insana değer katmak için çalıştım; beni tanıyanlar bilir, “kötülük” belki pek çok kişiden daha fazla yorar beni. Hayatın her zorlu döneminde, iyiden ve doğrudan yana bir duruşu korumak için mücadele verdim. Böyle bir muameleyle insan onurunun ayaklar altına alınmasının utancını, ben mi taşımalıyım, yoksa aylardır suçunu dahi öğrenemeyen bir tutukluya bunu layık görenler mi yaşamalı, bunun takdirini vicdanlar veriyor.
İlk hafta tabii ki travmatikti; 500 sayfalık kitabı 2 günde bitirdim. Tüm düşüncelerden, olan bitenden kaçarak, zihnimi başka bir yere odaklamaya çalıştım bilinçsizce muhtemelen. Çünkü bu muameleleri asla hak etmedim, hiçbir insan hak etmez zaten. İnsanca yaşam her koşulda hak olduğu için ‘İnsan Hakları’ diye bir kavram var; tutuklu ya da hükümlü herkes için evrensel bir hak. Bir de ailemden ve avukatlarımdan 500 kilometre uzağa gönderilince, bunun bir sürgün olduğundan emin oldum.
- Silivri ve şu anki cezaevi koşullarını karşılaştırdığınızda, en büyük farklar olarak neler öne çıkıyor?
Silivri’de 70 küsur gün tek başımaydım. Afyon’da ise kalabalık bir koğuştayım. İlk günüm 30 kişilik bir koğuşta, duman altı bir ortamda, uzun süre bir sandalyede oturarak geçti. Burada hijyen koşulları standartların altında. Sigara dumanı çok yoğun; içmeyen biri olarak başta çok zorlandım. İlk günlerde avluya yakın yerde yine bir sandalyede zaman geçiriyordum, şimdi alıştım demek zor, ama mecburum. Her iki cezaevi de yoksunlukların mekânı. Resmen olmasa da mesafeden ötürü burada fiilen savunma hakkım zorlaştırılmış oldu. Silivri’de olsam, ailem de avukatlarımı da daha rahat görebilirdim; savunma hakkımı daha kolay kullanabilirdim. Şu anda resmi bir hak var, fiili kısmı ise çok zorlu.
- Koğuşta bir gününüz nasıl geçiyor, şartlarınız nasıl?
Türkiye’deki tüm cezaevleri gibi Afyon da çok kalabalık. 08:30 sayımla başlıyoruz güne. Kahvaltıdan sonra koğuş temizliği yapılıyor. Ardından bütün günü yatakta kitap okuyarak geçiriyorum. Ortak bir televizyon var, arada izliyorum. Kitap alışverişi yapıyoruz. Cezaevinde özellikle kadın tutukluların yaşam koşulları, hijyen, sağlık gibi pek çok açıdan standartların altında. Koşullar elbette sınırlayıcı; koğuş kalabalık, hijyen yetersiz; sıcaktan, sinekten ve kalabalıktan bunalmamak mümkün değil. Bir de görüş imkânı ve süreleri çok kısıtlı. Ailemle haftada sadece 10 dakika telefonla görüşme hakkım var, 1 gün de görüş.
if (!$ISMOBILE) : ?>include(__DIR__.'/320x100.php');?>
Onlarca kitap okudum diyebilirim. Server Tanilli’den Stefan Zweig’e, Daron Acemoğlu’dan Ayşe Kulin’e pek çok konuda, farklı dünyalarda dolaşıyorum. Fakat büyük bir sürprizle karşılaştım burada. Cezaevi kitaplığında rahmetli amcam Veysel Atayman’ın “Etik” ve “Aydınlanma” isimli kitaplarına rastladım. Tarifsiz bir mutluluk duydum. Amcam Türkiye’nin çok değerli bir sinema yazarı, çevirmeni ve dilbilimcisiydi; akademide de özellikle dil, eleştirel teori ve kültürel çalışmalar alanında önde gelen hocalardandı. Hapishane duvarları arkasında suçsuz şekilde gün sayarken, Etik ve Aydınlanma’nın karşıma çıkması, tam da zamanın ruhuna uygun bir tesadüf oldu. Size biraz fazla anlam yüklenmiş gelebilir ama sanki zamanın ötesinden hem akla hem vicdana dokunarak “Dik dur, doğruyu savunmaktan, hakkını aramaktan vazgeçme” diyor. Bugün yaşadığımız haksızlıkların ortasında, bu değerlerin kitap sayfalarından çıkıp hayatımıza hâkim olacağı günlerin umuduyla yazdıklarını tekrar okudum.
- Koğuşta kalan diğer tutuklularla iletişiminiz nasıl?
Koğuşta iletişimiz iyi; aramızda iş bölümü var. Bazıları kursa gidiyor, kiminin okuma- yazma öğrenmesine yardımcı oluyorum, kiminin mektuplarını yazıyorum. İnsanları, sadece insan olmaları temelinde değerlendiriyorum; hikayelerini dinliyorum. Ne yapılabilir ki cezaevinde… İnsanlığımı, güzel günlere olan inancımı diri tutmaya çalışıyorum.
- Ailenizle görüş zamanları neler hissediyorsunuz?
Görüş günleri hem heyecan verici hem de hüzünlü elbette. Oğlum her hafta yollara düşüyor. Annem babam yaşlı insanlar, beni görebilmek için İstanbul’dan Afyon’a kilometrelerce yol geliyorlar. Küçük bir aileyiz; her zaman yanlarındaydım, şimdi onların bana ulaşmaya çalıştığını görmek üzüyor; en çok da üzülmelerine üzülüyorum. Bu yaşta bana moral vermeye çalışmaları yüreğimi sızlatıyor. Bu soruşturmada tutukluluk bir tedbir değil, bir cezalandırma aracı, ama sadece beni değil ailemi de cezalandırıyorlar.
- İçeride geçen zaman, dosyadaki seyir, umudunuz canlı mı?
‘Adaletin yarısı yasa, yarısı vicdandır’ demişti bir hâkim büyüğüm. Bu sözü, yüzüme bakılmadan tutukluluğa devam kararı verilen her SEGBİS duruşmasında daha iyi anlıyorum. Yine de umudumu kaybetmiyorum. Bu ülkeyi çok seven ve Cumhuriyete en derinden inanın biriyim; en çok da bu yüzden umudum büyük. Halen vicdanlı insanların olduğuna inanıyorum. Çok sevenim varmış, sağ olsunlar. Tanımadığım pek çok insanın gönderdiği içten mesajlar, gösterdiği dayanışma güç veriyor. Gelen mektuplarda, destek mesajlarında gördüğüm adalet arayışı umudumu diri tutuyor. Türkiye’nin sadece hukukla, adaletle yol alabileceğini herkes çok iyi gördü; bu bile umut etmek için, inanmak için yeterli.
Güçlü bir vicdana ve sanılanın aksine tüm baskılara rağmen büyük bir direnme ve dayanışma gücüne sahip bir toplum olduğumuzu hatırladığımız için çok mutluyum.
Suçum olmadığını yorulmadan, bıkmadan tekrar etmek, haksızlığa uğrayan herkes adına da bir sorumluluk artık benim için. Bu nedenle kendimi adalete inanmakla yükümlü hissediyorum.
“Etkin pişmanlıktan tahliye edilenlerin benimle ilgili bilgi vermediklerinden eminim çünkü tanımıyorum”
“Masak kaydım yok, HTS kaydım yok, şüpheli mal varlığım yok" açıklaması yaptınız. Dosyada daha çok gizli açık tanık ifadeleri esas alınmış gibi görünüyor. Son zamanlarda da etkin pişmanlıktan yararlanarak ifade veren ve tahliye edilenler var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
Emniyet müdürlüğünde alınan ifademde bana sadece hazırlanmış bir MASAK raporunun benimle ilgili sadece iki satırdan oluşan bölümü gösterildi. Bu iki satırda ikamet ettiğim Şişli’de adıma kayıtlı evim ve Bilecik’teki bir tarlanın kaydı vardı. Yani suçlamalarla ilgisi olan şüpheli sayılabilecek hiçbir malvarlığımın olmadığı bana gösterilen MASAK raporuyla da anlaşılmış olmalıydı.
İfademde benimle ilgili olabilecek hiçbir mesaj, e-posta, arama ya da HTS kaydı gösterilmedi, sorulmadı.
Sorulan sorularda, tanık ve gizli tanık oldukları söylenen kişilerin ifadeleri özetle okunmuştu ve hiçbirinde benimle ilgili bir iddia ya da beni işaret edebilecek bir olay anlatılmıyordu. Yani bu gizli tanıkların söyledikleri konularda bile bilgim yok. Fotoğrafları gösterilen isimlerin de çok büyük bölümünü de tanımıyorum, herhangi bir iş ilişkim veya tanışıklığım olmadı.
Kimlerin ne şekilde ve amaçla etkin pişmanlıktan yararlandığını bilmiyorum. Dosyada gizlilik kararı olduğu için bu bilgilere avukatlarım da erişemiyor. Ancak basında yer alan haberlerden birtakım bilgiler geliyor. Etkin pişmanlıktan yararlandıkları için tahliye edilen kişilerin benimle ilgili olabilecek hiçbir bilgi vermediklerine eminim çünkü tanımıyorum.
Soruşturma sürüyor, yeni dalgalarla yeni isimler gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Siz dosya geneliyle ilgili neler söyleyeceksiniz, hakkındaki iddialarla ilgili de…
Dosya geneliyle ilgili söyleyebileceğim en net konu hakkımda ileri sürülen iddiaların hiçbirinin doğru olmadığıdır. Tutukluluğum, suç örgütüne üye olmak ve rüşvet suçlamalarıyla ilgilidir. Ancak bugüne kadar alınan ifadelerimin hiçbirinde iddia edilen bu örgütün varlığına ve benim nasıl üye olduğuma, örgütün hangi seviyesinde, görevinde olduğuma ilişkin bir delil gösterilmiş değil. Aynı şekilde rüşvet suçlamasından tutuklu olmama rağmen kiminle, nerede nasıl bir rüşvet ilişkisine girdiğime ilişkin tek bir iddia ve delil gösterilmemiştir. Bir rüşvet iddiası varsa suçlanan kişiye bunun delillerinin gösterilmesi sorulması gerekmez mi? Hukukun adaletle işlemesi halinde beraat edeceğimden en ufak bir şüphem yok. İleri sürülen rüşvet, sözde örgüt üyeliği, ihaleye fesat gibi suçlamaları kanıtlayacak tek bir delil olmayacak çünkü böyle bir şey yok.


