Eskiden sinema ciddi bir işti Kültür Sanat Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Halit Refiğ, Yücel Çakmaklı, Şerif Gören ve Yılmaz Güney gibi Türk Sineması’nın kilometre taşı yönetmenleriyle çalışan Görüntü Yönetmeni Çetin Tunca, Selvi Boylu Al Yazmalım, Hayallerim, Aşkım ve Sen, Arkadaş, Memleketim, Kuyucaklı Yusuf gibi Yeşilçam’ın klasikleşen filmlerine imza attı. Atıf Yılmaz’ın yanında başladığı kariyerine 127 film ve televizyon dizisi sığdıran Tunca, iki kez Altın Portakal ödülüne layık görüldü. Dönemin imkansızlıkları içerisinde yaratıcılığı ve yeteneğiyle kurgu masasına gelmeden filmin görsel dünyasını sette oluşturan usta isim, 2007 yılında Türkan Şoray’ın başrolünü üstlendiği Engin Ayça’nın Suna filmi ile görüntü yönetmenliğini bıraktı. Sinemaya katkı sunmaya ise Memduh Ün, Halit Refiğ, Sezer Sezin gibi isimlerle belgesel çekerek devam etti. 87 yaşındaki Tunca ile anılarının eşiğinde Yeşilçam’ı ve Türk sinemasını konuştuk.
Görsel yönetmen olmaya nasıl karar verdiniz? Sinema çevresine girme hikayenizden bahseder misiniz?
Lise yıllarımda sinemacı olmak istiyordum. O zamanlar sinema okulu yoktu. Metin Erksan’ın sanat tarihi okuduğunu duymuştum. Ben de sinemaya en uygun eğitimin sanat tarihi olduğuna karar verdim. Sinemacı olmak için öğrenimin yanı sıra dünya görüşün, yaşam deneyimin, araştırma ve gözlem yeteneğin de olacak. Sinemacı olmaya kalkışan çok arkadaşım var. Büyük yönetmenlerin yanında asistan olarak çalıştılar, bir film yaptılar, ama devam ettiremediler. Demek ki bir şey olmak demek, o işi bilmek veya yapmak değildir. Yaratıcı bir gücün yoksa başarılı olamazsın.

ATIF YILMAZ’IN YANINDA BAŞLADIM
Sinema tekniğini nerede öğrendiniz? Bir nevi usta çırak ilişkisi diyebilir miyiz?
Tabii, okul yoktu ki o zaman. Onun için üniversite tatil olduğunda Atıf Yılmaz’ın yanına gittim. Tam da o sırada Atıf Bey yeni bir filme başlıyormuş. Kemal Film’in platosuna çağırdı beni. Ethem İzzet Benice’nin “Beş Hasta Var” romanını çekeceklerdi. Oyuncular gelmeye başladı, bir baktım, o dönemin en şöhretli oyuncuları; Sadri Alışık, Nedret Güvenç ve Muzaffer Tema gibi oyuncular gelmeye başladı. Bütün oyuncuları toplamış. Kameraman Turgut Ören’di, onun yanında asistan oldum. Böylece sinemaya başlamış oldum.
YILMAZ GÜNEY’LE YENİ DALGA DENEMELERİ
Görüntü yönetmeni olarak en çok hangi yönetmenle çalıştınız?
En çok Atıf Yılmaz’la filmim var, çünkü onunla başladım. Onunla daha iyi anlaşabiliyordum. Bir filminde Yılmaz Güney reji asistanıyken, ben de ikinci asistandım. Atıf Bey bize 2-3 gün bir yere gideceğini ve montaja başlamamızı söyledi. Tamam dedik, bir şeyler montaj yapıyoruz ama senaryoya göre değil. İki üç gün sonra Atıf Bey geldi, “Senaryoda yazılan sırada monte etmemişsiniz” dedi. O sırada da sinemalarda Fransız Yeni Dalga filmlerinden “Serseri Aşıklar” oynuyor. Yılmaz Güney, o filmleri izlediğimizi ve modern bir montaj yaptığımızı söyledi. “Sen kendi filminde denersin böyle şeyleri” dedi Atıf Bey ve sıfırdan montaja başladı. 15 sene sonra Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filmini çekerken, o gün yapamadığı yeni akımları denediğini anladım.
BOLCA PROVA YAPILIRDI
Siz o dönemlerde negatiflerle işlem yapıyordunuz. Şimdi dijital imkanlarla sinema çekiliyor. Aradaki farkı kıyaslayabilir misiniz?
O zamanlar yapımcı yönetmene belli bir kutuda negatif verirdi. 50 kutu negatif veriyorsa, o filmi 50 kutu içinde bitireceksin. 30 kutuyla film bitirdiğimizi bilirim. Ama o zaman, mümkün olduğu kadar prova yapılırdı ki sonrasındaki tek çekim kayda girsin. Bu olmadı, tekrar çekelim dediğin zaman ikinci bir negatif kaybı olurdu. Şimdikilerin malzemesi bol. Monitör var, çekilenleri seyrediyorlar. Olmadı bir daha çekiyorlar. Kaset doldurup boşaltırdık. Allah muhafaza, kaseti yanlış kutuya koysan, çekilen filmin üstüne bir daha çekersin. Başımıza geldi. O zaman bir kutu film 200 dolardı. Yanlışlıkla üzerine başka bir film çekildi. Hepsi çöp oldu. Bu büyük bir hata. Ama şimdi artık öyle bir şey yok.
İşler kolaylaştıkça değeri de azaldı mı peki?
Bugünkü o kadar ciddi değildi demek istemiyorum ama o zamanlar sinema ciddi bir işti. Bir Türkan Şoray filmi başlayacağı zaman bütün ekip bilgi sahibi olmaya çalışıyordu. Türk sinemasında yer eden bir film olacak düşüncesiyle işi ciddiye alıyordu. Her filmin ayrı bir değeri, ayrı bir seyirci kalitesi vardı. Çünkü o zaman Beyoğlu’nda birçok sinemada yerli film gösterilirdi. Yerli filmlerin önünde kuyruk olurdu. Ama bugün sinema sayısı azaldığı gibi artık seyircinin beklediği oyuncu veya yönetmen de yok.
KİMSENİN İDEOLOJİSİ BENİ İLGİLENDİRMEZ
Bir yandan devrimci sinemanın diğer yandan Milli Sinema’nın temsilcisi olan yönetmenlerle çalıştınız. İki farklı uçta çalışmayı kariyerinizde nasıl birleştirdiniz? Yücel Çakmaklı ile çalışmaya nasıl karar verdiniz mesela?
Yücel Çakmaklı Türkan Şoray’la “Birleşen Yollar” filmini çekmişti. Bayağı ses getirdi. Sonra senaryosunu Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı başka bir filme başlayacağını duydum. Bana da teklif ettiler. Elimde iş yoktu ama Atıf Yılmaz, Metin Erksan, Yılmaz Güney’le çalışmışım, millet ne der diye düşündüm. Sonra da “Ben teknik adamım, kimsenin ideolojisi beni ilgilendirmez” diye düşünerek kabul ettim. Daha sonra başka filmlerde de çalıştık Yücel Bey’le, herhangi bir şey diyen olmadı. Çünkü benim tavrım, benim çalışma şeklim kimseyi ilgilendirmez. Senin filmine faydalı bir şey yapacaksam beni çağır. Yoksa Yücel’le çalışmışım, Yılmaz’la çalışmışım, seni ilgilendirmez.
BEŞ HİKÂYE KLASİK ANLATI DEĞİLDİ
Metin Erksan TRT’ye çektiği “Beş Hikâye” filmleriyle özellikle sol kesim tarafından linç edildi. Siz de bu filmlerin görüntü yönetmenliğini yapmış biri olarak bu saldırılardan payınızı aldınız mı?
Bilhassa “Müthiş Bir Tren” filmi çok eleştirildi. Ama herkes filme göre konuşuyordu, Sait Faik’in hikayesini okuyan yoktu. Çünkü hikâyeyi Sait Faik yazmış. Gerçek üstü bir hikâye. Zaten baştan söylüyor ihtiyar adam, “Bu gerçekten mi oldu yoksa rüyamda mı gördüm bilmiyorum” diyor. Biz çektik, ama gene de o dünyaya varamayan, o filmi anlayamadı. Metin Erksan hepsinin yaratıcı tarafını öne koydu. Klasik anlatı yapmadı. Göz yolu ile değil, akılla da bir yere varmak lazım.
ORHAN ELMAS’LA AŞK FİLMİ ÇEKECEĞİME BUNLARI ÇEKERİM
Siz de keyif alıyor muydunuz böyle değişik şeyler denemekten?
Tam benim istediğim şey. Orhan Elmas’la aşk filmi çekeceğime, bunları çekerim daha iyi. Boş olduğum zaman onlarla da çalışıyorum, sonuçta para kazanıyorum. Ama bu Beş Hikâye, her biri ayrı ayrı Metin Erksan’ın yaratıcı dünyasından gelen anlatış şekliydi. Dramatik sinemadan uzaklaşıp yeni bir sinema yapma, yeni bir anlatım deneme, yeni bir anlayış koyma akışı içinde yapılan filmlerdir.
Sansür olacak sahneleri keser sonra eklerdik
Devlet sinemayı denetlenmesi gereken bir yer olarak gördüğü için geçmişte çok fazla sansüre uğruyordu. Sizin görüntülerinizde de sansüre uğrayan var mıydı?
Yönetmenler sansür kuruluna neyin gitmeyeceğini biliyordu. Bir de bazı şeyleri çekerdik, Ankara’ya, sansüre gitmeden önce oturur, bazı sahneleri keserek gönderirdik. Onay gelince de o kesilen sahneler eklenirdi. Ama bunlar öyle çok büyük, ağır sansürlük işler değil.
Arkadaş filminde yeni bir olaya şahit olduk
Görüntü yönetmenliğini yaptığınız filmlerden en çok hangisini beğeniyorsunuz?
Bir filmi tümüyle derecelendiremem, çektiğim bazı sahneleri değerlendirebilirim. Mesela “Arkadaş” filmi, çünkü orada yeni bir dünya, yeni bir anlatım, yeni bir olaya biz de şahit olduk. Yılmaz Güney, Kerim Afşar ile Çiçek Pasajı’nda buluşacak. Benden de pasajdan klasik bir görüntü istedi. Her zaman pasajda gördüğümüz şeyleri çektik. Ama montajdan sonra bu sahneleri sinemada izlediğimizde hayret ettik. Demek ki herkesin gördüğü bir pasaj, farklı bir şekilde anlatılabiliyor. İşte o zaman sinemanın değerini anlıyor insan. Sinema bir sanattır, evet, görüntü sanatıdır. Görüntü yaratmasını bilmezsen, güzel görüntüyü elde edemezsin.


