Eyy MEB duy bizi!
Halktv sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
“Eğitim yaşam hakkından sonra gelen en temel insan haklarından biridir. Ülkemiz için her bir çocuğumuz değerlidir. Hiçbir çocuğun önü eğitimde kesilmemeli ve her çocuğa eğitimde hakkaniyet sağlanmalıdır.”
“Aydınlık bir Türkiye için, çocuklarımızın çağdaş ve evrensel bir eğitime ve hayallerine kavuşması için öğretmenler her zaman ki gibi ellerinden geleni fazlasıyla yapacaktır. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi yeni nesiller bizim eserimiz olacak. Cumhuriyetin çocuklarını biz aydınlık zihinli öğretmenler yetiştirecektir.”
Eğitimci Gülşah Kahraman ile önemli eğitim problemlerimizi konuştuk.

Merhaba hocam, okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Merhaba kıymetli hocam, 1986 Ankara doğumluyum. İngilizce ve Fransızca öğretmeniyim. Genel hatlarıyla ilkokul ve ortaokul eğitimim sürecinde Kıbrıs’ta İngiliz Maarif Koleji’ndeydim. Akabinde Türkiye’ye döndüm ve lise eğitimimi Malatya Anadolu Lisesi’nde tamamladım. Akademik çalışmalarımı Hacettepe ve Gazi Üniversitesinde yürütmekteyim. Özel bir okulda İngilizce öğretmeni olarak görev yapmaktayım. Okul öncesi hariç fen lisesi de dahil olmak üzere tüm kademelerde görev yaptım.
Hocam öncelikle gündem çok yoğun, yakın bir zamanda LGS ve YKS sınavlarını atlattık. Öncelikle bununla başlayalım isterseniz sizin de öğrencileriniz var, siz bu sınavlar hakkında neler düşünüyorsunuz?
Hocam öncelikle biz bir sınav ülkesiyiz. Milyonlarca öğrenci sınava giriyor. Öyle bir ülke düşünün ki ülkenin neredeyse üçte biri öğrenci. Ya yüksek öğretimde, ya orta öğretimde, ya ilköğretimde, ya okul öncesinde müthiş bir öğrenci potansiyelimiz var artı günden güne de artan yabancı öğrenciler için de bir çekim merkezi haline geldi Türkiye. Dolayısıyla ben bu tür sınavların sadece bir sınav değil, test yayıncılığı, özel ders, koçluk gibi çok yönlü ekonomik bir sektör olduğunu düşünüyorum. Biz bu durumu içselleştirip sınavların da sarmal sistemde olduğunu kabul etmeliyiz o nedenle. Yani sadece son bir yılın değil, en az dört yılın planlanılarak çalışılması gereken bir sistem. Bu sarmal sistemden dolayı bu işin bir disiplini var, öğretmenle adaptasyonu var, bu işin öğretmeninin velisiyle adaptasyonu var, kurumun bir kültürel yapısı var. Yayınların tamamının kullanılması çok önemli. O kadar çok rakibiniz var ki. Seçici sorular çok ön tarafta. Bunun için çok iyi konsantrasyon, özel nefes teknikleri ve tüm soruların özellikle PISA‘da çıkmış soruların çözülmesi gerekiyor. Türkiye son dört yıldır önceki iki milli eğitim bakanından beri çok ciddi anlamda PISA’ya önem veriyor. Ve soruların özellikle üç boyutlu düşünülmesi bu taraftaki düşünce tarzının değişmesi isteniyor. Dünya’ya adapte olabilmek için PISA bir gerçek. Bütün OECD ülkeleri bu ölçme ve değerlendirmeyi kullanıyor. Başka bir şansımız yok. O yüzden çocuklar çok fazla sınav stresi yaşıyor, sınav kalkacak denilmişti ama elbette kalkmadı. Çözüm maalesef sınavı kaldırmak da değil ama bunu söylemekten esef duysam da sadece nitelikli azınlık başarılı olabiliyor. Geri kalanları biraz kaderine teslim etmiş gibi oluyoruz. Çocuklarımız ve dolayısıyla aileleri dar bir dilime girmek için daha çok strese giriyor. O dar dilime girebilecek öğrencilere sunulan nitelikli okul seçenekleri sınırlı olduğu için seçeneksizlik çocuklarda ve ailelerde strese sebep oluyor. Bu durumda -LGS için söylüyorum- yetersiz seçenekleri tercih etmeyecek olan ya da başarılı oldukları halde o dilime giremeyen çocukların ve ailelerinin başlıca iki seçeneği var:
1)Öğrencilerin akademik başarı seviyeleri arasında açık fark olacak olan, akademik anlamda olumlu etkileşim olanağını azaltacak olan adrese dayalı okullar.
2)Özel eğitim kurumları. Dört yıllık yüklü maliyetleri ve ödediklerinin karşılığını alamama ihtimali velilerde, ailesine yüklediği maddi yük ve bu yükün karşılığını verememe ihtimali çocuklarda strese sebep oluyor. Eğitimin, milli ve kamusal olması gerektiğini, eğitim ve öğretim ayaklarından birinin aksamaması gerektiği de cabası.
Öğrencilerin, ailelerin ve eğitim sisteminin durumu budur. Öğrencilerin ilgi ve yetenek alanlarının tespit edildiği, gelişmeye en uygun oldukları alanlarda eğitildikleri, eğitim sürecinde mutlu oldukları gibi meslek yaşamlarında da mutlu olacakları eğitim sistemini ne zaman kuracağız bilmiyorum. Ancak eğitimde fırsat eşitliği sağlanmadan biz öğrencilerimizi sistemin dişlileri içinde kaybetmeye mahkumuz. Topyekun bir iyileştirmeye gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tüm sınava giren çocuklarımızın yolu açık ve aydınlık olsun.
Hocam eğitimin milli ve kamusal olması gerekliliğine değindiniz. Devlet okulları neden çok önemli?
Hocam eğitim, yaşam hakkından sonra gelen en temel insan haklarından birisidir. Bunu en iyi şekilde, her öğrenciye sağlamak da devletin asli görevidir. Ötelenmesi, gözardı edilmesi ya da başka kurumlara havale edilmesi kabul edilemez. Modern Türkiye Cumhuriyeti’ni yeniden inşa eden ve bugünlere getiren devlet okullarımızdır. Elbette sınırlı sayıdaki yerli ve yabancı kolejlerin de büyük katkısı oldu ama asıl lokomotif Cumhuriyete ışık veren kurumlarımız ve öğretmenlerimizdir. Eğitim adına dünya eğitim literatürüne giren çok başarılı örnekler yarattık, çok başarılı gençler yetiştirdik. Köy enstitüleri, Anadolu liseleri, fen, sosyal bilimler ve öğretmen liseleri ve sanat okulları bunların başarılı örnekleriydi. Günün koşullarına göre revize etme yerine kimini kapattık, kimilerini de tabela okullar haline getirdik. Bugün geldiğimiz nokta “gidilecek okul sayısının yok denecek kadar az” olduğu yönünde. Bence eğitime olan ilginin azalmasının en önemli nedenlerinden birisi de bu. “İsteyerek gidilecek okul da yok, özele gönderecek para da…” Bu cümleyi son yıllarda o kadar sık duymaya başladık ki sağır sultan bile haberdar oldu, ancak MEB, YÖK ve ÖSYM hala duymadı, ya da duymamazlıktan geliyorlar bilemiyorum. İngilizce’de çok sevdiğim bir deyim vardır odadaki fil “the elephant in the room” Odanın ortasında bir fil var ama konu bir türlü oraya gelmiyor. Ortamda herkesin konuşmak gerektiğini bilip, bir türlü açmadığı ana gündem. Servislere ve sınav sektörüne harcadığımız enerjiyi, zamanı ve kaynakları, eğitimi iyileştirmek için harcamamız gerektiğini düşünüyorum. Bu o kadar zor mu? Kesinlikle hayır. Kalite liyakatla sağlanır, liyakat da kaliteyi beraberinde getirir. Her öğrencinin en iyi okullarda, en iyi eğitimi alması gerektiğine canı gönülden inanan ve bu yönde çaba gösteren bakanlara ihtiyacımız var. Milli Eğitim’de, Cumhuriyet’in ilk yılları hariç bırakın parti ve iktidar politikalarını, köklü bir devlet politikamız hiç olmadı. Aynı iktidarlar döneminde bile eğitim, öğretmen yetiştirme ve atama sistemleri sürekli değişti. En önemlisi de tüm bu süreçleri derinden etkileyecek olan seçmen tercihleri arasında eğitim hiçbir zaman ilk 3’e girmedi. Girmediği için de ciddiye alan olmadı. Alınsaydı durum çok farklı olurdu elbette ama bizler, eğitime yönelik benzer tespitleri ilgililerin dikkatine sunmaya devam edeceğiz. Ta ki çocuklarımızın, veli ve öğretmenlerimizin yüzleri gülünceye kadar.
Hocam isterseniz biz bir durum tespiti yapalım. Parmakla gösterilen devlet okullarının sayısı azaldıkça bu durum beraberinde ne gibi sorunlar getirmektedir?
Hocam LGS’de istediği liseyi kazanamayan çocuklar mahalledeki imam hatip liselerine zorunlu kayıt yaptırılıyor, çünkü çoğu yerde artık Anadolu lisesi gibi bir alternatif yok. Lise bittiğinde bu kez YKS’de aynı çocuklar, eski 8-9 netle üniversiteli oluyor. Yani doğru cevap borçlusu bu gençler 4-5 yıl üniversitede stoklanıyor. Üniversite hocaları ise derslere temel eğitimden başlamak zorunda kalıyorlar. En basit dersi anlayamayan bu yeni model üniversiteliler, mezun olunca işsiz kalıyor veya aç kalmamak için hiç üniversite okumamış birinden daha düşük ücrete çalışıyor. Nitelikli lise ve üniversitelerden mezun gençler, okul bitmeden zaten yurtdışına kapağı atıyor ve ülke en zeki çocuklarını kaybediyor. O yüzden her şeyden önce özel okulların sayısı arttı ve dolayısıyla öğrenim ücretleri tavan yaptı. Kalitede sorunlar yaşanmaya başladı ve öğretmen ücretleri asgari ücret düzeyine indi. Servis, barınma, yemek, kitap ve diğer eğitim harcamaları katlandı. Özel okul sahipleri elbette para kazandı ama veliler daha da yoksullaştı. Kolej öğrencileri de dahil özel ders, takviye eğitim almayan öğrenci kalmadı. Aslında devlet okullarında eğitimde kalite düştükçe, hijyen koşulları kötüleştikçe, güvenlik riski ve akran zorbalığı arttıkça özellere ilgi daha da arttı. Bu da özel okullarda “nasıl olsa öğrenci geliyor” rehaveti yarattı. Velilerin özel okullardaki öğretmenlere bakış açısından bahsetmiyorum bile. İşte bu yüzden devlet okullarında çıtanın bir an önce yükselmesi gerekiyor.
Peki biraz da yabancı dile yönelelim. Okullarınızda iyi bir İngilizce eğitimi veriyorsunuz. Ancak veliler İngilizce öğrenimine yönelik en çok hangi alanda kaygılı, sizlere en çok hangi soruyu soruyorlar?
Hocam ben en çok “çocuğumuz ne zaman İngilizce konuşacak” sorusuna maruz kaldığımı söyleyebilirim. Aslında velilerimiz biraz aceleciler. “Neden benim çocuğum hemen İngilizce konuşmuyor” sorusunu çok soruyorlar. Biraz bunun üzerinde durabiliriz. Eğitim kurumlarına hatta bazen kendi çocuklarına karşı bir güvensizlikleri var. Çünkü bizlerin orta okul yaşlarında Anadolu lisesi, Fen lisesi diye bir kavram vardı ve ciddi anlamda dil öğretiliyordu. Şahsen ben kendim de Anadolu lisesi mezunuyum. Oraya giremeyen çocuk aile tarafından niye İngilizce öğrenmedin diye suçlanamıyordu. Ancak şimdi 1,5 milyonu aşkın özel okul nüfusu var ve her veli oraya çocuğunu kayıt ettirdiğinde hemen altı ay sonra “benim çocuk neden İngilizce konuşmuyor” sorusunu soruyor. Bence bu büyük bir problem. İkinci soru ise yurtdışına yönelik oluyor. “Yurtdışı eğitimine nasıl gönderebilirim?”. Aslında burada velinin kaygısının altındaki asıl sebep ekonomik darboğaz ve ülkenin genel anlamda gidişatının iyi okunmuyor olması. Çocukların artık uluslararası bir kimliğe, dünya vatandaşı kimliğine sahip olup belki Amerika’da, Avrupa’da çalışma isteği özellikle özel okullarda ağır basıyor. O nedenle bu soruyu da çok fazla aldığımızı söyleyebilirim.
Peki hocam siz velilerin “Neden benim çocuğum hemen İngilizce konuşmuyor” sorusuna nasıl bir yanıt veriyorsunuz?
Ben mümkün olduğunca dil öğrenmenin uzun bir yatırım olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Bir yılda iki yılda hatta okul öncesinde başlayan bir çocuğun belki orta okulun sonuna doğru konuşmaya başlayabileceğini, sabırlı olmak gerektiğini, etiketlemek yerine destekleyici olmak gerektiğini belirtiyorum. Birinci dil edinimi sürecinde aldığımız girdi çeşidini, miktarını ve süresini düşünürsek gerçekten ne kadar çok acele ettiğimizi görebiliriz ama ne yazık ki veliler böyle düşünmüyor. Sadece özel okula vererek birden çocuklarının şakır şakır İngilizce konuşuyor olmasını bekliyorlar. Çocuklarda daha da kaygı yaratarak aslında bu süreci daha da geciktiriyorlar. O yüzden rahat bırakmamız gerekiyor çocuklarımızı, onlar zaten zamanı gelince konuşur diyorum. Bu arada biz neler yapabiliriz, nasıl yardımcı olabiliriz gibi sorular da gelebiliyor velilerden. Bu noktada onlara naçizane önerilerim olabilir. Eğitimin en önemli üç ayağından biri, yani olmazsa olmaz değişkenlerinden biri de velilerdir. İşi öğretmene ihale etmek, iyi kuruma vermek veya çocuğun kendine yüklemek yanlış. Bu anlamda velilerimiz de elbette çocuklarına yardımcı olmak istiyor sonuçta hangimiz anne ve babaların çocuklarının kötülüğünü istediğini söyleyebiliriz ki. Ama farkındaysanız bu soru işin sadece “ne” kısmı. Ne- yardımcı olmak istiyorum. “Nasıl” kısmı ise artık biraz pedagoji gerektiriyor. Özellikle ödevlerde çocuklara yardım etmek isterken zarar verebiliyoruz. Çocukların hayatını o kadar kolaylaştırıyoruz ki onlara aslında uzun vadede zarar vermiş oluyoruz. Ödevler neden mükemmel olmamalıdır bunu da açıklamamız gerekiyor. Çünkü hata yoksa öğrenim de yoktur. “Ben hiç İngilizce bilmiyorum hocam” diyen velilerimiz de oluyor. Sonuçta 70’lerde yaşamıyoruz, elimizin altında telefon, tablet var. Bazen de iyi İngilizce bildiğini düşünen ancak konuşmaya çalışırken yanlış telaffuz öğreten, “fossilization” dediğimiz fosilleşmeye düzeltilmesi çok zor olan, üzerine ekstradan bir sürü çaba harcamamız gereken hatalara da sebep olabiliyor anne babalar. O yüzden çok fazla ödev ve konuşturma çabalarına müdahil olmadan, sadece ortamı hazırlayıp çocuklara destek olup bu süreci özerk bir şekilde yaşamasına da izin vermek gerek sanırım. Lütfen İngilizce öğretmeyin diyorum çünkü bu bir meslek dalı eğitim bilimleri bir bilim dalıdır ve İngilizce öğretmenliği de bunun altındadır. Biz herhangi bir meslek grubu için neden böyle yapmıyorsunuz gibi bir yorum yapmıyoruz dolayısıyla öğretmenlerimize güvenmemiz ve destek olmamız lazım.
Peki hocam yabancı dili, grameri çok iyi bilmeden de öğrenebilir miyiz? Ya da sadece konuşarak yabancı dili öğrenmek mümkün müdür veya yeterli midir?
Bu soruları net bir dille onaylamak veya reddetmek mümkün değildir. Zira elbette anadilini öğrenen insanlar için metot konuşarak öğrenmedir. Ve son derece etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ancak şu bir gerçek ki, ana dilin olgunlaşması ve tam anlamıyla kullanılır hale gelmesi çocuğun 10-12 yaşına gelmesiyle mümkün olmaktadır. İkinci veya üçüncü dilini öğrenen birisi için bu süre takdir edersiniz ki, kabul edilebilir değildir. Bir diğer yaygın bir inanış da, dil öğrenmenin tek yolunun grameri öğrenmekmiş gibi kabul edilmesi. Dilbilimci Stephen Krashen’in Girdi Hipotezi’ne göre (1980’ler), dil edinimi (acquisition) doğal girdiler aracılığıyla gerçekleşir. Gramer kurallarını ezberlemek ise öğrenme (learning) aşamasıdır ve konuşma yeteneğini büyük ölçüde etkilemez. Yani anlamlı ve anlaşılabilir İngilizce girdilere maruz kaldıkça (örneğin hikayeler okuyarak, dinleyerek) dilbilgisi kurallarını öğrenmeseniz bile dil becerileriniz gelişir. Misal göçmen çocuklar, yeni dile maruz kalarak 6 ay -2 yıl gibi kısa bir süre içinde gündelik dili konuşabiliyorlar. Immersion (yoğun dil) sınıflarında öğrenciler, az gramerle bile başarılı olabiliyorlar. Yetişkinler, dizi/film izleyerek ve konuşarak dili doğal yoldan öğrenebiliyorlar. Sonuç; gramer bilmeden de İngilizce öğrenmemiz mümkün ama bir noktada elbette grameri de öğrenmemiz gerekir. Yapmamız gerekenler ise, dizi, film izlemek, günlük basit cümlelerle konuşmaya çalışmak ve ilgi alanımızla ilgili içerik okumak.
Hocam bir de şöyle bir sorun var ülkemizde, diyorlar ki İngilizce öğrenmekse söz konusu olan ana dili İngilizce olan native speaker hocalar iyidir çocuğumun hocası native speaker olsun Türk öğretmen mümkünse olmasın gibi native speakerlara verilen bir önem durumu vardır. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Malumunuz biz alan hocaları için native veya non-native Türk öğretmen farkı yoktur. Bizim için iyi öğretmen kötü öğretmen farkı vardır. Önce genel bir ifadeyle bunu söylemekte fayda var. Ama gerçekten native öğretmen bulabiliyorlar mı yani dört sene eğitim yabancı dil öğretimine yönelik eğitim almış bir öğretmen bulabiliyorlar mı? Acaba bu öğretmen çocuğun anadilini biliyor da her yeterlilik seviyesinde ve yaş düzeyinde çocuğun yaşayacağı sorunları, az önce bahsettiğimiz fosilleşmeye sebep olabilecek artikülasyon telaffuz sorunlarını biliyor mu? Ya da bu öğretmen çocuğun kültürünü anlayabiliyor mu, çocuğun kaygılarını korkularını anlayabiliyor mu? Native olayı tabii ki hassasiyetle yaklaşmamız gereken bir konu, bu konuda da çok çabalayan çok başarılı native öğretmenler var. Türkiye’de dolar ve euro arttıkça onların da ismi foreign teachers’a döndü çünkü biliyorsunuz Türkiye dışından herkes artık native öğretmen. Ancak velilerimiz bu konuda müsterih olsunlar Türk öğretmenlerimiz çocuklar gibi önce iyi bir dil öğrencisidir eğer öğrencinizin önüne geldiyse o çok iyi bir dil öğrencisidir. Eğitim fakültelerinde onca sınavdan, onca hocanın eleğinden, çabasından süzülmüştür. Özel okulların elbette koyması gerekebiliyor bir native öğretmen ama biz kendi aramızda bunların değil çocuğunuzla duygusal bağlantıyı kurabilmesinin önemli olduğunu biliyoruz. O yüzden velilerimize önerimiz öğretmenlerinizle yakın ilişkide olun, öğretmeninizin zayıf noktaları da olabilir ama her zaman içinde samimiyet ve sevgi olan iletişim çocuğunuza katkı sağlar. Native non-native ayrımının bilimsel anlamda hiçbir temeli yoktur, hatta native öğretmenin var olmasına sebep bazı politik ekonomik sebepler de vardır. Ama mümkünse okullarda olsun elbette.
Peki hocam şimdi evde kaldığımız ve İngilizce’den uzak kaldığımız süreçte öğrencilerimiz İngilizce’yi unutmamak için neler yapabilirler?
Öncelikle hedefimiz, öğrencilerimizin sene boyunca olduğu gibi, tatil boyunca da İngilizceye maruz kalmalarını sağlamak olmalı. Zaman yönetimi bu süre boyunca oldukça önemli olacaktır. Öğrencimizi sene boyunca yapılan çalışmalardan çok fazla uzaklaştırmadan ve yaz boyunca yapacaklarımızın zamanını çok açmadan düzenli yapılan çalışma ve aktiviteler ile İngilizce dil gelişimini sürdürmeliyiz.
Öğrencilerimiz yaz boyunca velileri ile olacaktır. Bu süre zarfında, velilerimizin öğrencileri motive etmeleri ve çalışmalarını desteklemeleri oldukça önemlidir. Öncelikli olarak öğrencilerimizin ilgi alanlarını keşfetmek ve o alanlara yönelmek ilgilerini çekme açısından önemli olacaktır.
Örneğin sevdiği bir çizgi filmi, İngilizce olarak izlemek, daha büyük yaş gruplarında film izlerken, önce Türkçe altyazı ile başlayıp sonrasında İngilizce altyazı ile izlemek ya da öğrencilerimizle sevdiği bir oyunu, beraber oynarken zaman zaman, İngilizce kelimeler kullanmak öğrencimizin isteğini arttıracaktır.
Konuşma etkinliklerinin yanı sıra, öğrencimiz sene boyunca yaptığı gibi, varsa çevrimiçi okuma platformlarında, düzenli olarak kitap okumaya devam etmelidir. Bu konuda günlük olarak öğrencilerimize hedefler belirleyebiliriz. Günlük kitap sayıları koyup, okuma saatleri belirleyerek bütün ailenin aynı anda okuma yapmasını sağlayabiliriz.
Öğrencilerimiz mümkünse dijital kütüphanelerinde bulunan, seviyelerine uygun kitapları okumadan önce dinlemeli, sonrasında ise sesli okuma yapmaları gerekmektedir. Bu sayede, öğrencilerimizin kelimelerin telaffuzlarını, hem dinleme hem de söyleme fırsatları olacaktır. Düzenli olarak dinlenen ve tekrar edilen kelimeler öğrencilerimizin kelimeyi kavramalarını hızlandıracaktır. Bazı okuma platformlarında veya kitaplarda okuma sonrasında yapılan “quiz”ler ise öğrencilerimizin yorum yeteneklerini geliştirmek adına oldukça önemlidir.
Bir başka alternatif oyun platformları ise, İngilizce oyunlarda yine öğrencilerimizin, kelime bilgilerini geliştirmek açısından faydalıdır. Öğrencilerimiz yaz boyunca da evde telefon ya da tabletten oyun oynamak istedikleri zamanlarda, yaş ve seviye grubuna göre platform kullanarak hem eğlenip hem de İngilizce öğrenmeye devam edebilirler. Öğrencilerimiz sene boyunca öğrendikleri kelimeleri bir kağıda yazıp, onları yaptığı bir kutudan rastgele çekip anlamını İngilizce anlatabilir. Öğrencilerimiz bütün bu etkinlikleri aileleri ile oyun şeklinde yaparak da eğlenceli hale getirebilir.
Son olarak hocam, eğitime, okula dair ne demek istersiniz? İyi bir gelecek ve okul için neler yapmalıyız?
Okullarımız akademik başarıya o kadar yoğunlaşıyor ki çocuklarımızı adeta bir yarışın içine sokuyoruz. Bunu yaparken de çocuklarımızın duyuşsal ve psikomotor becerilerini dikkate almıyoruz. Halbuki önceliğimiz iyi insanlar yetiştirmek olmalıdır. Her öğrencinin bireysel farklılıkları bulunmaktadır. Dolayısıyla her öğrenci akademik anlamda başarılı olamayabilir. Bu öğrencilerimizin de sanatsal, sportif anlamda yetenekleri olabilir. Burada öğrencilerin yeteneklerinin belirlenip yönlendirilmesi oldukça elzemdir. Ülkemiz için her bir çocuğumuz değerlidir. Hiçbir çocuğun önü eğitimde kesilmemeli ve her çocuğa eğitimde hakkaniyet sağlanmalıdır. Eğitim sistemimizde yaşadığımız birtakım sorunlar aşikardır. Ancak, aydınlık bir Türkiye için, çocuklarımızın çağdaş ve evrensel bir eğitime ve hayallerine kavuşması için öğretmenler her zaman ki gibi ellerinden geleni fazlasıyla yapacaktır. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi yeni nesiller bizim eserimiz olacak. Cumhuriyetin çocuklarını biz aydınlık zihinli öğretmenler yetiştirecektir.
Keyifli bir sohbetti hocam. Paylaştığım fikirlerim şahsıma aittir, kurumsal olmadığını belirtmek isterim.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...


