Fatih Altaylı Ayşe Barım ın son durumunu anlattı: Sağ çıkacağına inancını kaybetmiş
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Ünlü menajer Ayşe Barım, Gezi Parkı davasında "Etki ajanlığı" ve "hükümeti ortadan kaldırmaya yardım etmek" iddiası ile Ocak ayından bu yana Silivri Marmara Cezaevi'nde tutuklu bulunuyor.
Gazeteci Fatih Altaylı da YouTube kanalında yaptığı yayında kullandığı ifadeler gerekçe gösterilerek "Cumhurbaşkanına tehdit" iddiası ile tutuklanarak Silivri Marmara Cezaevi'ne gönderildi. Altaylı, cezaevinden yazdığı mektup serisine devam ederken "Silivri Günlüğü-3" başlıklı son mektubunda, menajer Ayşe Barım ile karşılaşmasını anlattı.
FATİH ALTAYLI AYŞE BARIM'IN SON DURUMUNU ANLATTITutukluluğunun 6'ncı ayındaki Ayşe Barım, geçtiğimiz günlerde yaşadığı sağlık sorunları ile gündeme gelmiş Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Hasan Sınar, Barım hakkında 'son bir ayda 4 kez hücresinde bayılmış halde bulundu' demişti.

Barım ile karşılaştığını söyleyen Fatih Altaylı, gözlemlerini aktardı.
"Silivri Günlüğü-3" mektubunda Barım'a da yer veren Altaylı, kendisinin çok fazla kilo verdiğini ifade ederek "İçeriden sağ çıkacağına inancını kaybetmiş gibi" dedi. Fatih Altaylı'nın Barım'a dair gözlemlerini aktardığı kısım şu şekilde:
"Dün Barım'ı ilk kez gördüm. 20 kiloya yakın zayıflamış. Türlü hastalıktan muzdarip ve içeriden sağ çıkacağına ilişkin inancını kaybetmiş gibi. İlk duruşmasında tahliye olmalı çünkü aksi gerçekten insafsızlık."

Fatih Altaylı'nın mektubunun tamamı ise şu şekilde:
Sevgili Emre, umarım iyisindir. Beni merak etme, gayet iyiyim. Her gün daha iyi oluyorum çünkü eksiklerim azalıyor. Önceki gün televizyonum geldi, dün de buzdolabım. Artık sebzelerimi ve diğer gıdaları saklayabiliyorum. Çayımı demleyebiliyorum. Çayımı içerken avukatıma yazacağım bu mektubun başlıklarını not alıyorum. Bu arada boş sandalyenin benden daha çok izlendiğini söylüyorlar.
Umarım çıktığımda hala bir programım olur. Ya da boş koltuk senin kadar izleniyor diye beni kovmazsın. Şaka bir yana, o boş koltuğa gösterilen teveccüh, aslında halkımızın iktidarın adaletsizliğine salladığı parmak. Haksız ve hukuksuzluğunuzun farkındayız ve kabullenmiyoruz mesajı. Hem de milyonla. İktidarın tüm mecralarının toplamından fazla.
Adalet kavramının parmaklıklar arkasına tıkıldığı Silivri'de, haksız ve hukuksuz yere yatanlar arasında bence en büyük haksızlığa uğrayan kişi, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı. Ama galiba adaletsizlik gebelik gibi, azı çoğu yok. Ya var ya yok. Burada görüyoruz ki yok.
AKP adında olan her şeyi yok ederek siyaset sahnesine veda edecek gibi. Lider bağımlılığı, partileri de, ülkeleri de yıkıma götürebiliyor.
Dün avukatlarla görüşme yaptığımız bölümde genç bir avukat kapıyı aralayıp, "Fatih abi, güldüğünüzü görüyorum hep. Haksız yere tutuklu olmanıza rağmen neşelisiniz" dedi. "Haklı yere tutuklu olsaydım neşem o zaman kaçardı" dedim.
Burada neşesini kaybetmeyen ve hatta inadına keyfini kaçırmayanlar da var, bunalıma girenler de. Neşesini koruyanlar arasında ilk sırayı Resul Emrah Şahan alır herhalde. En keyifsizi ise galiba Ayşe Barım.
Dün Barım'ı ilk kez gördüm. 20 kiloya yakın zayıflamış. Türlü hastalıktan muzdarip ve içeriden sağ çıkacağına ilişkin inancını kaybetmiş gibi. İlk duruşmasında tahliye olmalı çünkü aksi gerçekten insafsızlık.
Emre, belki sana garip gelecek ama cezaevinin kendine özgü konforu var. Evet, belki tek bir plastik sandalye, plastik bir masa, minik bir televizyon, bir mini buzdolabı, her türlü ürüne kısıtlı erişimin nesi konforlu olabilir diyeceksin. Fakat kendi açımdan şunu konfor olarak görüyorum:
Telefonum çalıp durmuyor çünkü yok. Günde 200 tane yanıt vermem gereken mesaj gelmiyor. Son 40 yıldır ilk kez sürekli bir yere yetişme telaşı içinde değilim. Bir yere geç kaldım stresi yok. Çok da gidesin olmayan davetlere katılmak zorunda değilsin. Evin anahtarını yanıma aldım mı, sabah ne giysem gibi şeyleri düşünmek zorunda değilsin.
Tek sıkıntı, sevdiklerinden, dostlarından ve en önemlisi ailenden uzak olmak. Yine de onların iyi olduğunu bilmek yetiyor. Hele hele eşimin ve kızımın dik duruşu, beni hem gururlandırıyor hem de bana güç veriyor.
if (!$ISMOBILE) : ?>include(__DIR__.'/320x100.php');?>Gündemdeki bazı konuları sormak istediğini tahmin edebiliyorum. Mesela CHP'nin sabık genel başkanının kendisiyle görüşen belediye başkanı ve parti yöneticilerine söylediği: "Butlan kararı çıkarsa genel başkanlığı kabul ederim. Ne yapayım, partiyi kayyuma mı bırakayım?" cümlesi.
Sen bu yanıta şaşırdın mı? Beklemiyor muydun? Ben tam da bu yanıtı vereceğinden zerre kuşku duymadım. Butlan davası nasıl ki iktidarın planı ise, bu adam da iktidarın planının bir parçası. "Kayyum gelse daha mı iyi?" demiş. Net söyleyeyim, daha iyi.
Kayyum partiye Kılıçdaroğlu kadar zarar veremez. Korkar, çekinir ve zaten hızla kurultaya götürür. Kılıçdaroğlu ise 2028 Mart'ında erken seçime "evet" der. Anayasa değişikliğine destek verir, Erdoğan'ı bir kez daha cumhurbaşkanı yapmak için her şeyi yapar.
Şunu da söyleyeyim, AKP bu mahkeme kararını daha kritik bir anda çıkarır. Otuzunda değil. Bir kez daha söyleyeyim: Kayyum dahil her olasılık, Kılıçdaroğlu'ndan daha iyidir. Cezaevindeyim diye dedikodular bana gelmiyor zannetme.
Duyduğum kadarıyla Kılıçdaroğlu, Özgür Özel'e, "İmamoğlu'nun arkasında durma. Cumhurbaşkanı olarak Mansur Yavaş'ı ya da kendini göstermeyi gündeme al. Ben de o zaman kurultay davasında sana destek vereyim" mesajı iletmiş. Bunu iki ayrı yerden duydum ama dediğim gibi, dedikodu.
Muharrem İnce'nin CHP'ye dönüşü güzel haber. Keşke Ümit Özdağ ve hatta Yavuz Ağıralioğlu, İYİ Parti'ye dönse ya da en azından bir biçim işbirliği konuşuyor olsalar. Çünkü ortak potansiyelleri en az 15 puan gibi.
Bir diğer mesele, Erdoğan'ın açtığı iç cephe konusu. Cumhurbaşkanı "iç cepheyi güçlendirmeliyiz" demiş. Güldüm.
2008'den bu yana iç cephenin yarısına her türlü hakareti serbest bırakan, toplumun partisine destek vermeyen kesimini yok sayan, toplumun bir bölümünü neredeyse düşman gören, muhalifleri ve kendisi için siyasi tehlike olarak gördüğü herkesi hapse attıran, sözde yargı süreçlerini keyifle izleyip, kendisinin darmadağın ettiği iç cepheyi güçlendirmekten bahsettiği ancak bir fıkranın konusu olabilir.
Bir başka fıkra ise Ömer Çelik'ten geldi. İşlerine gelmeyen anketle ağzına geleni söyleyen AKP sözcüsü, bir anket sonucu paylaşarak "Toplum, kriz anlarında ülkenin başında Erdoğan'ı görmek istiyor" dedi. Bir tür itiraf gibiydi. "Baktın oylar düşüyor, kriz yarat" diye anladım söylediklerini ve 2015 Haziran'ına döndüm.
Herhalde İran-İsrail savaşında ateşkese de epey üzülmüştür iktidarımız. İsrail demişken, iktidar kanadından kendi zayıf ama siyasi yanı güçlü biri, İsrail'in Türkiye için tehdit oluşturduğunu söylemiş yine.
Keşke ortağıyla oturup bir karar verseler. Biri "İsrail Türkiye için tehdit" diyor, diğeri İsrail'i "bir gece ansızın gelebiliriz" diye Karabağ örneği üzerinden korkutuyor. İki ortak bu kadar farklı düşünüyorsa, o ortaklıkta bir sorun vardır.
Bana sorarsan, ne biz İsrail'e saldırırız ne de İsrail bize. Tabii İsrail'in bize zarar vermek için saldırması gerekmiyor zaten.
Bu arada Sayın Cumhurbaşkanı'nın İran'ı bombalayan ülkenin başkanı ile mutlu mesut fotoğrafını gördüm. Hoşuma gitti. Dün ABD'yi kınarken bugün mutluluk pozu. Dün dündür, bugün bugündür diyen Demirel'i hatırladım.
Emreciğim, ben daha anlatırım ama Rezza'nın eli yoruldu. Yarın görüşmek üzere. Temizliği bitirip kitap okumaya geçmek gerekiyor. Herkese selam, sevgi. İzleyenlere milyonla teşekkür.
Bunları söylerken bir büyük teşekkürü de anneme yollamak istiyorum. Burada her işi yapmayı ondan öğrendim. Bana ev işi yaptırıp "kadınlara saygı duyman için onları anlaman lazım" diye her şeyi öğrettiği için şu an rahatça her şeyin üstesinden geliyorum. Emeği büyük. Çok üzgün biliyorum. Ama üzülme anne. Beni sen ve babam böyle biri olmam için yetiştirdiniz. İyi ki de öyle yapmışsınız.
Bugün yapmaya çalıştığım şeyin özünde size layık bir evlat olma arzusu var.


