Filibeli aslında 1911’de Siyonizm’e karşı uyarmıştı Son Dakika Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Sonu yaklaştıkça daha da vahşileşen, kurulduğu 1948’den bu yana çevresine kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyen soykırımcı terör devleti İsrail’in ideolojisi olan Siyonizm, modern bir ideoloji halini yaklaşık bir buçuk asır önce almıştı. O devirde Siyonizm’in hedefi olan Filistin toprakları Osmanlı’nın sınırları içerisinde olduğu için, bazı Osmanlı âlimleri ve aydınları bu tehdidi önceden fark etmiş ve hem devleti hem de kamuoyunu bu tehdide karşı uyarmaya başlamıştı. Bu isimlerden biri de Siyonizm tehlikesinden 1911-1912 arasında ardı ardına yazdığı beş yazıyla bahseden Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’ydi.
Filibeli Ahmet Hilmi.
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi kimdir?
1865’te bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Filibe’de doğan Ahmed Hilmi, babası Süleyman Bey’in burada konsolosluk yapması sebebiyle “Şehbenderzâde” olarak tanındı. İlk eğitimini Filibe’de alıp akabinde İstanbul’a gelerek Mekteb-i Sultani’den mezun oldu. Mezuniyetinin ardından Osmanlı bürokrasisinde çeşitli görevler üstlendi. 1897’de Beyrut’ta çalışırken Jön Türklerle tanıştı ve muhalif kişiliği nedeniyle bir süre sonra Mısır’a kaçmak zorunda kaldı.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte 1908’de İstanbul’a dönen Ahmed Hilmi, dönemin önde gelen gazetelerinde felsefe ve politika üzerine yazılar kaleme aldı. 1910’un ortalarında ise Hikmet gazetesini haftalık olarak çıkarmaya başladı. Başlangıçta İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni destekleyen Filibeli kısa süre sonra onların politikalarını da sert biçimde eleştirmeye başladı. Bu muhalif tavrı yüzünden çıkardığı gazete ve dergiler defalarca kapatıldı. Mücadelesinden vazgeçmediği için önce Kastamonu’ya, ardından Bursa’ya sürgün edildi. Günümüzde daha çok Amak-ı Hayal adlı meşhur tasavvufi romanın yazarı olarak bilinen Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, 30 Ekim 1914’te İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.
Siyonizm nasıl doğdu?
Siyonizm, 19. yüzyılın sonlarında bir politik hareket olarak sahneye çıktığında temel hedef Yahudilere ait bağımsız bir toprak elde etmekti. Hareket bu yönüyle dinî bir muhtevadan soyutlanmış, tamamen siyasi bir zemine oturmuştu. 1789 Fransız İhtilali’nin ardından Avrupa’ya yayılan ulus-devlet fikri birçok milleti harekete geçirirken, Avrupa’da dağınık halde yaşayan Yahudiler için de Filistin’de bir devlet kurma düşüncesi güçlenmişti.
Siyonizm’i küresel bir politik harekete dönüştüren isim ise Theodor Herzl’di. 1896’da Siyonistlerin lideri seçilen Herzl, ertesi yıl Dünya Siyonist Örgütü’nü kurdu ve Basel’deki ilk kongreyle Siyonizm’i somut hedefleri olan bir siyasi programa dönüştürdü. 1898’de İstanbul’a gelen Herzl, Sultan II. Abdülhamid ile görüşmeyi talep etti ancak bu görüşme ancak 1901’de gerçekleşebildi. Herzl, Osmanlı’nın ağır dış borçlarını üstlenmeyi teklif ederek karşılığında Filistin topraklarında bir Yahudi yurdu kurulması için izin istedi. Fakat Sultan Abdülhamid bu talebi kesin bir kararlılıkla reddetti. Onun “Devletin toprağı satılık değildir” mesajıyla hafızalara kazınan tavrı sonrasındaki süreç Siyonistler için büyük bir hayal kırıklığı olurken, 1908’de başlayan İttihat ve Terakki iktidarı hareketin önünde yeni kapılar açacaktı.
Siyonistlerin lideri Theodor Herzl
Osmanlı’da Siyonizm tehlikesi ilk ne zaman fark edildi?
Bu dönemde Siyonistler Osmanlı topraklarında kulis faaliyetlerini artırarak Siyonizm’i yaymak için yoğun girişimlerde bulunuyordu. Örneğin Paris’te Yahudileri kalkındırmak ve eğitmek amacıyla kurulan Alliance Israélite Universelle (Evrensel İsrail İttifakı) Osmanlı sınırları içinde birçok okul açarak Yahudi çocuklarına eğitim imkânı sağlamaktaydı.
Siyonist faaliyetlerin Osmanlı Meclisi’nde ilk kez gündeme gelmesi ise 1909’a rastlar. Said el-Hüseynî Bey’in girişimiyle başlayan tartışmalar, özellikle Filistin ve diğer bölgelerden gelen raporların artması üzerine 1910-1911 yıllarında yeniden alevlenmiştir. Meclis’teki tartışmalar basına da yansıdı ve Ebüzziyya Tevfik, Celal Nuri, Yunus Nadi ve İkdam gazetesi başyazarı Ali Kemal gibi dönemin önde gelen kalemleri, Siyonizm’e karşı sert yazılar kaleme aldılar. İşte tam da bu süreçte, Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi de Hikmet gazetesinde peş peşe makaleler yayımlayarak Siyonizm’in tehlikelerine dikkat çekti. Gazetenin 5. ile 22. sayıları arasında çıkan bu yazılar, dönemin en önemli Siyonizm karşıtı çıkışlarından biri olmuştu.
Filibeli Ahmed Hilmi’nin Siyonizm’e bakışı
Siyonizm’i Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü ve toplumsal yapısını tehdit eden ciddi bir tehlike olarak gören Ahmed Hilmi, yazılarında sürekli olarak okurlarını uyarıyor, bu hareketin hedeflerini ve doğurabileceği sonuçları açıkça dile getiriyordu. Ona göre Osmanlı topraklarında yaşayan farklı unsurların Müslümanlık çatısı altında birleşmesi, ayrılıkçı fikirlerin önüne geçecek ve milliyetçilik akımlarına karşı güçlü bir kalkan oluşturacaktı. Ancak Siyonizm, bu birleştirici çabayı boşa çıkaran ve tam tersine ayrışmayı körükleyen bir tehdit olarak karşısına çıkıyordu.
İnsanların maddi ihtiyaçlarını hedef alarak hareket eden Siyonizm, Osmanlı toplumunda özellikle yoksul kesimler arasında kolayca taraftar buluyordu. Siyonistler bu destekçilerini güçlendirmek için ekonomik kaynaklarını seferber ediyor, ticarette tekelleşmeyi en hızlı ve kârlı zenginleşme yöntemi olarak kullanıyorlardı. Ahmed Hilmi, yazılarında bu durumun altını çiziyor ve Siyonistlerin bu yöntemle Osmanlı topraklarında büyük servetler elde ettiğini vurguluyordu.
Filibeli’ye göre Siyonistlerin yöntemleri
Ahmed Hilmi’ye göre Siyonistler insanları kışkırtma ve fesat yoluyla etkileri altına alıyordu. Özellikle gözü açık, hırslı ve ahlaki kaygılardan uzak kişileri hedef alıyor, onlara maddi çıkarlar ve dünya nimetleri vadederek kendi ağlarına düşürüyorlardı. Filibeli, bu şekilde “satılmış” hale gelen kişilerin Siyonistlerin emirlerini sorgusuz yerine getireceklerini, hatta gerektiğinde cinayet işlemekten bile çekinmeyeceklerini yazarak okurlarını uyarıyordu.
Ülkede sanat, eğitim ve ticaretin yeterince gelişmemesi, insanları kolay yoldan rahat ve zengin bir hayata özenmeye itiyordu. Ahmed Hilmi, bu durumun özellikle gençlerde ihtiras ve haset duygularını körüklediğini, meşrutiyet döneminde kanaatkârlığın yerini hırs ve fesadın aldığını dile getirmişti. Ona göre Siyonistler, tıpkı Gnostikler, Bâtınîler ya da Masonlar gibi gizli bir teşkilattı. Masonluk perdesi altında yürüttükleri yöntemlerle insanları kışkırtarak toplumu içeriden çökertmeye çalışıyorlardı.
Ahmed Hilmi, tekelleşmeyi “medeniyetin en dehşetli afetlerinden biri” olarak tanımlıyordu. Ona göre bu, ticaret, sanat ve diğer işlerde aşırı kazanç elde ederek rakipleri saf dışı bırakmak, küçük sermayeleri işlevsiz hale getirmek ve rekabeti tamamen ortadan kaldırmak anlamına geliyordu. Filibeli bu konuyu bir celep örneğiyle anlatmıştır: Sermaye sahibi birkaç celep, piyasayı kontrol altına alıyor ve çobanları koyunlarını düşük fiyata satmaya zorluyor, sonra da kasaplara yüksek fiyattan satarak tüm kazancı kendi ceplerine aktarıyordu. Sonuçta hem çoban hem de halk mağdur oluyor, kâr ise tekelleşmiş birkaç kişinin hanesine yazılıyordu.
Siyonistlerin Osmanlı topraklarındaki tecrübesiz Müslüman tüccarlara karşı da benzer yöntemler kullandığını öne süren Ahmed Hilmi’ye göre Siyonistler, banka ve vapur şirketleri gibi büyük ekonomik girişimleri tekellerine alarak bu alanları kendi amaçlarına hizmet ettiriyordu. Hilmi’ye göre asıl tehlike bu tekelleşme anlayışının siyaset ve yönetime taşınmasıydı.
Siyonistler, gelecekte devlet yönetimini ele geçirmek için Farmasonluk üzerinden örgütleniyor, her yerde şubeler açarak kendilerini gizliyorlardı. Bu yapılanmanın amacı, kendi çıkarlarına uygun siyaseti şekillendirmek ve bunu kanunlara uygunmuş gibi göstererek uygulamaktı.
Siyonistler ve Türk milliyetçiliği
Ahmed Hilmi’ye göre Siyonistler, Türk milliyetçiliğini de kendi çıkarlarına alet etmek istiyordu. Onların amacı, Türkleri milliyetçi duygular üzerinden harekete geçirip kendi entrikaları için kullanmaktı. Hilmi, Türklerin imparatorluk içinde en çok zarar gören unsur olduğunu vurguluyordu. Hastalıklar, yoksulluk ve savaşlarla zaten yıpranmış olan Türklerin bu zayıflığını gören Siyonistler, bu ihtiyacı istismar ediyor ve onları “tutarsız düşünceler aracılığıyla yanlış ve yıkıcı bir zemine” sürüklemeye çalışıyordu.
Filibeli, Siyonistlerin “göz boyama, süsleme ve avutma” siyasetinin milleti cezbettiğini ve bunun devletin her kademesinde açıkça görüldüğünü savunuyordu. Ona göre ilkokul eğitimi bile doğru dürüst verilemezken lise düzeyinde okullar açılması, yüksek paralarla öğrencilerin Avrupa’ya gönderilmesi, şatafatlı konferanslar düzenlenmesi, asker kıyafeti giydirilmiş okul çocuklarıyla yapılan gösteriler, kitapsız kütüphaneler ve yetersiz tiyatro kulüpleri hep bu yüzeysel entelektüel faaliyetlerin örnekleriydi. Hilmi, bu tür girişimlerin milletin gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan çok, sahte bir ilerleme görüntüsü sunduğunu vurguluyordu.
Görmezden gelinen uyarılar
Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi’nin kaleme aldığı yazılar sadece yazıldığı devirde değil bugüne kadar geçen her devirde dikkate alınması gereken ciddi bir uyarı niteliğindeydi. O, Siyonizm'in Osmanlı’yı içeriden çürütecek yöntemlerini bütün açıklığıyla ifşa etmiş, siyasetten ticarete, eğitimden basına kadar her alana dair işaret fişeklerini yakmıştı. Ne var ki bu uyarılar yeterince dikkate alınmadı. Tarih, Filibeli Ahmed Hilmi’nin kaygılarının ne kadar haklı olduğunu acı bir şekilde gösterdi.
Yaklaşık yüzyıldır kanayan bir yara olan Filistin meselesiyle o dönemde görmezden gelinen bu uyarıların doğruluğu acı bir biçimde ispatlanmış oldu. 7 Ekim 2023’ten beri Gazze’de Siyonistler eliyle bebek, çocuk, kadın demeden yaşatılan soykırım ise bu vahşi ideolojinin izdüşümü olarak kurulan terör devleti İsrail’in son cürümleri. Rabbimiz'den niyazımız ise bu kirli ideolojiyle birlikte doğurduğu her şeyin yeryüzünden bir an evvel silinmesi, Siyonistlerin hem bu dünyada hem de ahirette hak ettiği muameleyi görmesi ve Gazze ve Filistin’in tamamındaki kardeşlerimizin acılarının bir an önce dinmesi.


