Geçmişle yüzleşmek yalnızca dünle ilgili değildir; bugünkü özgürlük ve yarının adaleti için zorunlu bir adımdır Agos
Agos sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
4 Mayıs'ta Berlin’de 1937-38 Dersim Tertele (Soykırım) anıtı açıldı. Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu (FDG), Dersim Kültür Derneği Berlin öncülüğünde başlatılan ve tasarımı Sanatçı Ezgi Kılıçaslan’a ait olan Soykırım Anıtı’nın açılışı Kültür Binasının bulunduğu Waterloo-Ufer adresinin yanındaki parkta gerçekleşti. Konuşmacılar arasında yer alan Taner Akçam. "Geçmişle yüzleşmek yalnızca dünle ilgili değildir; bugünkü özgürlük ve yarının adaleti için zorunlu bir adımdır. Geçmiş yaşanıp bitmiş bir tarih değildir; geçmiş, bugünümüzün yarınıdır" dedi.
Akçam'ın konuşması şöyle:
"Tarihi bir olaya, Dersim Soykırımı anısına dikilen bir anıtın açılışına tanıklık ediyoruz. Anıtlar, yaşanmış bir tarihin unutulmaması ve hatırlanmasını için dikilirler.
Antropologlar, insan hafızasının esas refleksinin unutmak olduğunu söylerler. Çünkü ne bireylerin ne de toplulukların geçmişte yaşadıkları her şeyi hatırlamaları mümkündür. Unutmak, insanın yeni eylemliliğin temel şartıdır. Asıl mesele şudur: mutlaka unutulmaya mahkûm olan hangi olayları seçmeli ve onları yaratacağımız hangi mekanizmalar yoluyla unutulmaz hale getirmeliyiz? Anıtlar, müzeler, sözlü tarih çalışmaları bu soruya verilen yanıtlardan sadece bazılarıdır.
Peki niye hatırlamak zorundayız? Unutmak, hatırlamamak daha iyi değil mi?
Hatırlamanın, birbirinden kopuk olmayan; iç içe geçmiş ve biri diğerini doğuran dört temel nedeni vardır:
Birinci neden, kurbanları hatırlamak, onlara saygı göstermek ve insanlık onurlarını iade etmek zorunluluğudur.
Toplu kıyımların gerçekleşebilmesi için faillerin kurbanlarını “insan” olmaktan çıkarmaları gerekir. Cinayeti mümkün kılan şey, “öldürdüğüm insan değil” diyebilmektir.
Naziler Yahudileri mikrop-bakteri olarak tanımladı. Ruanda’da Hutular, Tutsileri hamamböceği olarak gördü. Osmanlı-Türk yöneticileri 1915’te Ermenileri “Türk bedenindeki tümör”; 1937–38’de Dersimli Kırmanç ve Zazaları “zararlı ot” ya da “imha edilmesi gereken ur” olarak kodladılar. Bugün bazı İsrailli siyasetçiler, Filistinlileri Tevrat’a göre yok edilmesi gereken "Amelekler" veya doğrudan “hayvanlar” olarak tanımlıyorlar.
Bu sadece sıradan nefret söylemi değildir; kitlesel cinayetlerin psikolojik alt yapısıdır.
Anıtlar, nerede yattıklarını bilmediğimiz o kurbanların mezar taşları gibidir. Anıtlarda kurbanlarımızı hatırlar onların önünde saygıyla eğiliriz.
Geçmişi hatırlamanın ikinci nedeni, birlikte yaşamın ön koşulu olmasıdır.
Toplumların bir arada yaşayabilmesi için insanlar arasında karşılıklı güven duygusu şarttır. Ama geçmişte şiddet yaşamış halklar, birbirlerine karşı büyük kuşku duyarlar. Nasıl ki kavga etmiş iki insanın barışması için yaşanmışın konuşulması şart ise topluluklarda da öyledir. Konuşulmayan travma, boğaza oturmuş bir lokma gibi ilişkiyi boğar. Geçmişinizi konuşamazsanız geleceğinizi kuramazsınız.
Hatırlamanın üçüncü nedeni “Bir daha asla” diyebilmek içindir.
Geçmişteki suçları inkâr edenler, aynı suçları potansiyel olarak tekrar işleyebileceklerini de ilan etmiş olurlar. Bugün Türkiye, Dersimli Kırmanç ve Zazalara, Kürtlere, Ermenilere, Rumlara ve Yahudilere yönelik tarihsel suçları inkâr ederek, “gerekirse yine yaparız” mesajı vermektedir.
Bu sadece hafızaya dair değil; iç barışa, bölgesel istikrara ve demokratikleşmeye yönelik yapısal bir tehdittir. İnkâr, sadece geçmişi gömmek değil; geleceği de rehin almaktır. Benzeri cinayetlerin potansiyel habercisi demektir. Maraş’ı, Sivas’ı, Çorum’u konuşmaz ve ‘bir daha asla’ demezseniz, Suriye’deki Alevi katliamının önünü alamazsınız.
Geçmişi hatırlamanın dördüncü nedeni demokratik bir toplum kurmanın ön koşulu olmasıdır.
İnsan haklarına dayalı bir düzen, ancak geçmişteki hak ihlalleriyle yüzleşilerek kurulabilir.
Konuşulmayan suçlar meşrulaşır; cezasız kalan kötülük, yeni kötülüklere çağrı yapar.
Geçmişle yüzleşmek yalnızca dünle ilgili değildir; bugünkü özgürlük ve yarının adaleti için zorunlu bir adımdır. Geçmiş yaşanıp bitmiş bir tarih değildir; geçmiş, bugünümüzün yarınıdır.
Ama bir şeyi bilmemiz gerekiyor: Geçmiş hakkında anıt dikmek, onu hatırlamak önemlidir ama bu, yeni cinayetlerin engellenmesi için yeterli değildir.
Bugün çok karanlık günlerin içinden geçiyoruz. Kendimizi tanımladığımız, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırmada kullandığımız moral değerlerimizin, bize yol gösteren pusulamızın çöküşüne tanıklık ediyoruz. Geçmişte soykırımlara karşı kurulan değerler sistemi — bu değerlere dayanan kurumlar ve ilkeler — gözlerimizin önünde yıkılıyor.
Dün geçmişteki katliamları lanetleyen, “bir daha asla” sözü etrafında kendine kimlik inşa etmiş toplumlar, bugün yeni vahşetleri meşrulaştıran sessiz ortaklara dönüştüler. Bu yalnızca hafızaya değil, vicdana da ihanettir. Bu, ahlaki inandırıcılığın çöküşüdür. Ve tam da bu yüzden, böyle bir anıta ihtiyacımız var. Çünkü vicdanın sustuğu yerde, hafıza direnişe dönüşmelidir. Unutmayalım: Tarih, iyilikle kötülüğün kesintisiz mücadelesidir. 37–38 Dersim ve bu anıt, işte bu mücadelenin bir parçasıdır.
Bu anıt, bugün yaşanan cinayetlere karşı yükseltilmiş bir direnişin sembolü olsun; susturulmak istenen halkların çığlığının sesi olsun. Dersim, kötülüğe karşı verdiğimiz insanlık mücadelesinin bayrağı olsun! Emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum.


