Gelecek uzakta değil bugün verdiğimiz kararlarda
SonTurkHaber.com, Hurriyet kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Sakıp Sabancı hayatta değil ama artık sesini duyabiliyoruz. Üstelik yalnızca bir belgeselde ya da eski bir röportajda değil... Sabancı Üniversitesi ve Consciouslab işbirliğiyle hayata geçirilen ‘Vision of Sakıp Sabancı’ podcast serisinde kendisiyle adeta güncel bir sohbet içindeyiz. Projede Sakıp Sabancı’ya ait binlerce arşiv dokümanı, konuşma kaydı ve kişisel not yapay zekâ teknolojisiyle bir araya getirilmiş; ortaya onun vizyonunu bugünün diliyle konuşturan bir dijital kişilik çıkmış. Serinin ilk bölümünde torunu Melisa Sabancı Tapan’la yaptığı yapay zekâ temelli sohbet öyle gerçekçi ki dinleyici olarak kimi zaman hangisinin insan, hangisinin makine olduğunu ayırt etmek zorlaşıyor.
Yapay zekânın bu yeni anlatı dili yalnızca sesle sınırlı değil. Geçen günlerde Kenan Doğulu’nun bir remiks parçasının tamamen yapay zekâyla hazırlanmış klibi yayımlandı. Ne yönetmen, ne kamera ne de set... Sadece veriler, algoritmalar ve ‘makine hayal gücü’...
Peki, bu ‘yeniden var olma’ hali bir özgürlük mü, yoksa bir sınır ihlali mi? Gerçek hayatta söylemediğimiz sözler ağzımızdan çıkmış gibi sunulabiliyor, hiç bulunmadığımız bir yerde varmışız gibi gösterilebiliyoruz. Bu hem hayranlık uyandıran hem de tedirgin eden bir çağ.
İşte tam da bu soruların gölgesinde, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) yayımladığı
2025 İnsani Gelişme Raporu devreye giriyor: Yapay zekâyı nasıl kullanacağımıza karar veren biziz. Ve bu seçim sadece teknolojik değil, ahlaki bir tercih.
Yakın zamanda ‘Kim Korkar Yapay Zekâdan: İş Hayatında Yapay Zekâ’ adlı yeni kitabı yayımlanan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ahmet Rasim Çağın da yapay zekânın şimdilik nazik bir ev sahibi olduğunu söylüyor. Teknoloji yazarımız Umut Fırat Eroğlu’ysa UNDP raporundaki önermeleri doğru bulduğunu ifade ediyor.
UNDP raporunu inceledik, uzman isimlerden görüş aldık.
‘Bugünün nazik ev sahibi’
Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ahmet Rasim Çağın
Gözümüzü açar açmaz elimizdeki telefonda, gece boyu derin uykumuzu takip eden bir uygulamanın ‘İyi uyudun, bugün enerjiksin’ mesajıyla karşılaşıyoruz. Bu sıcak karşılama; kahvemizi hazırlayan akıllı makineye, yolculuğumuzu planlayan navigasyona, iş çıkışı önerilen filme kadar gün boyu sürecek bir yapay zekâ zincirinin ilk halkası. Fark etmesek de algoritmalar yaşamımızın arka fonunda sessizce çalışıyor; bizi daha iyi tanımak, ihtiyaçlarımızı -ya da bazen sadece keyfimizi- öngörmek için.
Bu görünmez yardımcılar sayesinde bir şarkı listesi tam da ruh halimize denk düşüyor, spor bileklikleri adımlarımızı alkışlıyor, görüntülü tercüme uygulamaları tatilde menüyü anlamamızı kolaylaştırıyor. Cazibesi burada; karmaşık matematiği kusursuz bir misafirperverlikle sunuyor, hayatın küçük pürüzlerini zımparalıyor.
Yine de işin duygusal tarafını unutmamak gerek. Ekrandan fırlayan her öneri, aslında hakkımızda toplanan binlerce küçük verinin eseri; ‘Beni benden iyi biliyor’ hissi bazen keyifli, bazen de tedirgin edici.
Üstelik yapay zekâ artık sadece ‘yardımcı’ değil, ortak yaratıcı da. Bir fotoğrafçı eskiden günlerce beklediği ışığı bugün saniyeler içinde simüle edebiliyor; genç bir yazar boş sayfaya bakarken ilham için karakter taslağını sohbet botundan alıyor. Teknoloji bize hazır kalıplar değil, üzerinde oynayabileceğimiz hamurlar veriyor. Böylece amatörlerle profesyoneller arasındaki duvar inceliyor; önemli olan merak ve deneme cesareti oluyor.
Bu yüzden yeni döneme rehbersiz girmemek önemli. Çocuklarımıza şifreli günlük tutmayı, büyüklerimize fotoğraf filtresinin gerçekle oyun arasındaki çizgiyi nasıl incelttiğini anlatmalıyız. ‘Akıllı’ etiketli cihazları denerken hangi verinin paylaşıldığını, ne karşılığında olduğunu merak etmek en doğal hakkımız. Çünkü yapay zekâ nihayetinde bizim ortak yoldaşımız; kullandıkça öğreniyor, öğrendikçe gelişiyor; biz yön vermediğimizde kendi rotasını çizebilecek kadar da özgür.
Kısacası yapay zekâ geleceğin uzak bir fantezisi değil, bugünün nazik ev sahibidir. iyi bir ev arkadaşı gibi yaklaşıp sınırlarını da konforunu da birlikte belirlersek, teknolojinin kalbimizde değil, avcumuzda attığını keyifle izleriz. Ve belki de en güzeli, bu yeni evde sohbet hiç bitmeyecek kadar canlı.
UNDP’nin raporundan...
Yapay zekâ koşuyor, insani gelişme yavaşlıyor
Raporun başlığı: ‘Bir Tercih Meselesi: Yapay Zekâ Çağında İnsanlar ve İhtimaller’. UNDP’nin yıllardır hazırladığı en kapsamlı değerlendirmelerden biri olan bu rapor, yapay zekânın (YZ) insan gelişimi üzerindeki etkilerini masaya yatırıyor ve şunu söylüyor: Teknoloji kader değil, insan eliyle şekillenen bir yolculuktur.
O bizi sürüklemiyor...
Rapora göre, YZ teknolojileri baş döndürücü bir hızla ilerlerken küresel insani gelişme aynı hızda ilerleyemiyor. Hatta bazı alanlarda geriliyor. COVID-19 sonrası ülkeler arasındaki eşitsizlikler derinleşiyor. Birleşmiş Milletler’in ‘İnsani Gelişme Endeksi’ verilerine göre düşük gelirli ülkelerle yüksek gelirli ülkeler arasındaki fark yeniden büyümeye başladı.
Raporda en çok vurgulanan noktalardan biri de şu: Yapay zekânın gelecekte ne yapabileceği değil, bugün bizim onunla ne yapmayı seçtiğimiz. Bu bakış açısı ‘teknolojik belirlenimcilik’ dediğimiz anlayışın tam tersi. Yani aslında teknoloji bizi sürüklemiyor, biz onu yönlendiriyoruz. Teknolojiyi sadece otomasyon aracı olarak görürsek YZ istihdamı tehdit eden bir güce dönüşebilir.
Ancak insanların becerilerini destekleyecek şekilde tasarlanırsa yepyeni iş alanları ve kalkınma yolları açabilir. Bu yüzden UNDP ‘tamamlayıcılık ekonomisi’ kavramını öne çıkarıyor. “İnsan ve YZ’nin birlikte çalıştığı modeller kalkınmanın gerçek anahtarı olabilir” diyor.
Rakamlar ne diyor?
UNDP’nin 21 ülkede yaptığı ankete göre insanların 3’te 2’si sağlık, eğitim ve iş alanlarında YZ’nin hayatlarında daha fazla olacağını düşünüyor. Ama bu artış beklentisi toplumlar arasında dijital eşitsizlikleri de gündeme getiriyor. Ayrıca şu anda YZ teknolojilerinden erkeklerin yararlanma oranı kadınlara göre hâlâ çok daha yüksek. Rapor, özellikle gençlerin psikolojik sağlığına dikkat çekiyor. YZ’yle büyüyen Z Kuşağı’nda yaşam doyumu düşerken, bu durum genç kadınlarda daha belirgin hale geliyor. Buna rağmen gençlerin çoğu, YZ’nin hayatlarını otomatikleştirmesinden çok kolaylaştırmasını bekliyor.
Ne yapılmalı?
İşbirliği, inovasyonu
yönlendirme ve insana yatırım...
Rapora göre, insanlığın YZ çağında yolunu kaybetmemesi için üç temel adım gerekiyor. İlk madde YZ’yle rekabet değil, işbirliği olarak öne çıkıyor. İnsanları devre dışı bırakmayan, onlarla çalışan sistemler inşa edilmesini vurguluyor. İkinci adım, inovasyonu yönlendirmek. Yani YZ tasarımı sadece piyasa çıkarlarına değil, insan gelişimine de hizmet etmeli. Son adımsa insana yatırım. Eğitim, sağlık ve dijital okuryazarlık alanlarında güçlü bir dönüşüm şart.
UNDP Başkanı Achim Steiner raporun girişinde şu çarpıcı ifadeyi kullanıyor: “Bu rapor teknolojiyle ilgili değil, insanlar ve köklü değişimler karşısında kendimizi yeniden keşfetme yeteneğimizle ilgilidir.” Özetle mesele yapay zekânın ne olduğu değil, onu nasıl kullandığımızla alakalı. Ve şimdi gözümüzü geleceğe değil, bugünkü tercihlerimize dikmenin tam zamanı.
‘Yapay zekâyı kim yönetecek?’
Hürriyet teknoloji yazarı Umut Fırat Eroğlu
“Yapay zekâyla rekabet yerine işbirliği yapma kavramı kesinlikle iyi bir hatırlatıcı. Zaten insanın başka da çaresi yok gibi... Bilişsel hesaplama anlamında yapay zekâyla boy ölçüşemeyeceğimizi satranç ve GO oyunlarında yenilmezliği sonsuza dek kaptırınca öğrendik. Büyük dil modelleriyse üstünlüğü hayatın her yerine yaymaya başladı. Ancak UNDP raporunun işaret ettiği konularda genellikle göz ardı edilen bir nokta var: Rekabetimiz hiçbir zaman yapay zekânın kendisiyle olmayacak, onu kullanan insanlarla olacak. Teknolojik ofislerdeki çalışanlar YZ kullanmazsa insan rakiplerinden kesinlikle geride kalacak. Bütün bir işletmenin çalışanları da komple departmanın yerine YZ ajanları koymak isteyen işverenle mücadele halinde olacak örneğin. Raporun önermelerini çok yerinde buluyorum ve fakat ne kadar gerçekçi, onu kestiremiyorum. Aynı paradoksu başka yerlerde de fark ediyoruz. Bireysel çevre duyarlılığı her yerde sürekli empoze edilirken doğayı ve insanı zehirlemekten asıl sorumlu olan sanayilere yönelik hiç iletişim görmüyoruz. Geleceğimiz hakkında düşünürken yapay zekâyı kimin kullanacağını değil, kimin yöneteceğini hesaba katmamız gerekiyor.”


