Hayrettin Karaman Hoca yı bir de oğlundan dinleyin...
SonTurkHaber.com, Haber7 kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.

GİRİŞ 23.08.2025 12:04 GÜNCELLEME 23.08.2025 12:05
İlk Yorum Yapan Sen Ol
Facebook'ta Paylaş X'te Paylaş
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Hayrettin Karaman, yarım asırdan fazla süredir fikri ve ilmi çalışmalarıyla binlerce konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı ile eğitim programlarında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetlerini sürdürüyor.
İnsaniyet.net, Karaman hocanın oğlu ile aile hayatını ve babalığını konuştu. Kendisi gibi Prof. Dr. olan oğul İhsan Karaman, babasını "Dış görünüşündeki (bazılarının tanımıyla) haşinlikten evde eser yok. Torunlarıyla muhabbet ederken görseniz şaşırırsınız." ifadeleriyle anlattı. İşte söyleşinin tamamı;

Muhterem Hayrettin Karaman Hocamız, ilim ve ilahiyat camiasında önemli bir şahsiyet.
Kendisinin yetiştirdiği talebeler ve hocalar vesilesiyle de şu sıfatı en fazla hak edenlerden biri: Hocaların hocası…
İmam hatip, Yüksek İslam Enstitü neslinin öncülerinden.
Yazıları, kitapları, sohbet ve konferanslarıyla aktif bir insan.
Kurulmasına vesile olduğu okul, dernek, vakıf ve yayınevleriyle ufuk çizen bir kişilik.
Meseleleri; klasik ve geleneksel bir bakışın ötesinde, birikimi reddetmeden yeni anlayışlarla, tecdid ruhuyla yorumlayan bir münevver.
Dünyevî makam ve mevkilere iltifat etmeyen, bu anlamdaki teklifleri reddeden, ilim rütbesini tüm makamların üstünde gören, hesabi değil hasbî bir âlim.
Fikirleri, fetvaları ve yaptıkları ile bazı çevrelerin eleştirilerini üzerine çekse de suçlamadan, ötekileştirmeden çalışmalarını sürdüren bir eylem adamı.
İlk zamanlarda milliyetçi denebilecek bir çizgide başladığı siyasi düşüncelerini millet ve ümmet ekseninde İslamcılık çizgisinde sürdüren, ama partizanca bir yaklaşıma girmeyen bir fikir adamı.
Hocamızın değerli mahdumu, akademisyen, hoca, aktivist Prof. Dr. M. İhsan Karaman ile muhterem pederini konuştuk…
Tıbbiyelisiniz. Ama muhterem Hocamız, dünya çapında bir âlim. Sizin ilahiyatçı olmanızı istemedi mi? Yoksa serbest mi bıraktı? Diğer kardeşleriniz için hocamızın bir arzusu olmuş muydu? Bunun çatışması yaşandı mı hocam?
Ortaöğretimde İmam hatip mezunu olma şartı dışında, babam çocuklarının meslek seçimine müdahale etmemiştir. İlahiyatçı olmamız yönünde bir telkinde bulunmamıştır. Ancak, hangi meslekte olursak olalım, o mesleğin hocası, eğiticisi, akademisyeni olmamızı öğütlemiştir. Çok şükür, bugün iki oğlu, bir damadı, üç torunu ve başka yakın akrabaları değişik mesleklerde akademisyendir, hocadır. İşte bu çetin yolda yürümemiz, azmetmemiz ve başarmamız, babamın etkisi, örnekliği ve duası iledir kanaatindeyim. Benim mesleğime gelince; doktorluk, aslında babamın da küçükken istediği meslek imiş. Ama benim tıp fakültesini üniversite sınavında ilk tercih olarak yazmam, bir imam hatip mezunu olarak, o dönemde en yüksek puana sahip fakülteyi kazanabilme, hakkıyla ve başarıyla bitirip ideal bir hekim olma, bu meslekte başarıyla ideallerimi temsil etme ve bu yolla insanlara hizmet etme gayelerinin saikiyledir.

Sizinle devam edelim isterseniz. Hocamıza geçmeden önce sizi tanıyabilir miyiz? İmam hatipli, tıp hekimi profesör, İngilizce ve Arapça bilen, bazı STK’lar üzerinden insanların yardımına koşan bir bilim insanı. Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz hocam?
1962 yılında İstanbul’da doğdum. 1980’de Kadıköy İmam Hatip Lisesinden birincilikle, 1986’da İstanbul Tıp Fakültesi’nden ikincilikle mezun oldum. İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Kliniği’nde ihtisas eğitimini tamamlayarak 1991 yılında üroloji uzmanı; 1996 yılında doçent, 2008’de ise üroloji profesörü ünvanını aldım.
Otuz üç yıl kadar değişik tıp fakülteleri veya eğitim araştırma hastanelerinde görev yaptım. 2014-2018 yılları arasında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörlüğü görevini yürüttüm ve 2019’da devlet hizmetinden emekliye ayrılarak özel bir hastanede ürolog olarak çalışmaya başladım. Bu arada “çocuk ürolojisi” alanında yan dal uzmanı ve “Tıp Tarihi ve Etik” alanında bilim doktoru ünvanı aldım. Yazarı veya editörü olduğum sekiz adet kitap ve onlarca kitap bölümü yanında, yüzlerce akademik makalem ve tebliğim var.
Bu gibi mesleki faaliyetlerim yanında, küresel bir sosyal sorumluluk projesi olarak, “Yeryüzü Doktorları Türkiye” adlı uluslararası bir tıbbi ve insani yardım teşkilatının kurucularından olup 10 yıl süreyle genel başkanlığını yürüttüm. Bu çerçevede gerek insani yardım gerekse tıbbi görev ekibi gönüllüsü olarak onlarca ülkede hizmet verdim. Mayıs 2011’de İstanbul’da yapılan BM 4. En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı Sivil Toplum Forumunun Koordinatörlüğünü yürüttüm. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, Uluslararası Yeşilay Federasyonu ve Dünya İslami Tıp Birlikleri Federasyonu’nun (FIMA) Genel Başkanlığını yaptım.
Hâlen, Medistate Kavacık Hastanesi Üroloji Kliniği Direktörü ve İstanbul Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak çalışıyorum. 40 yıllık evli ve iki erkek evlat babasıyım.
Sizlere bereketli ve hayırlı çalışmalar diliyor ve Hocamıza geçiyoruz. Çoğu kimsenin uzaktan sevdiği, hayatı boyunca göremediği Hayrettin Karaman Hocamızın oğlusunuz. Doğduğunuz andan itibaren onunla birliktesiniz Ne gibi zorluklar, avantajlar, kolaylık yaşadınız? Önce çocukluktan başlayabiliriz…

İlk nefesinizi aldığınız, ilk kelimenizi dillendirdiğiniz ya da hafızanızda yer eden ilk sahneleri yaşadığınız evin, bir İslam âliminin yuvası olması başlı başına bir ilahi lütuf. İslam’ın yaşandığı, Allah kelamının her daim dile geldiği, mütevazı sınırlar içinde de olsa en az bir odası kitaplarla dolu olan; hayatın görünen yüzünde maddi sıkıntıların yaşandığı dönemlerde bile mayası sevgiyle, muhabbetle yoğrulmuş bir aile ocağı. Buna ne kadar şükretsek az.
Tabii ki altmışlı yetmişli yılların Türkiye’sinde, tek bir memur maaşının geçindirdiği bir evde sıkıntılar olacaktı, oldu da… Ama biz bunu değil de o sırada yaşanan güzellikleri görür ve hissedersek hayatımız daha bir mutlulukla dolar. İşte babamın reisi olduğu evde biz böyle yaşadık çocukluk yıllarımızı.
Öte yandan, ismi anıldığında hemen herkeste bir hürmet, emniyet, muhabbet ve ferahlık uyandıran; çevresinde oluşturduğu güven ve itibarın en önemli sermayesi olduğu bir babanın evladı olarak ciddi bir sorumluluk da taşıyorsunuz. Ona layık olmak, o isme gölge ve leke düşürmemek ta çocukluğunuzdan itibaren bilinçaltı ve bilinç üstünüzde yer eden önemli bir mesuliyet duygusu. Bunu başarmaya çalıştık hep.
Avantaj denilince, özellikle imam hatip tahsilinde onun soyadını taşımakla bütün kapıların açılacağı, pozitif ayrımcılık statüsü kazanacağınız zannedilir. Allah şahittir, hiç de böyle olmamıştır. Bütün kazanımlar (olması gerektiği gibi) kendi gayretimiz ve inisiyatifimizle gerçekleşmiştir. Ama, zaten bu başarı ve kazanımların temelinde (yine olması gerektiği gibi) ebeveynimizin bize aşıladığı değerlerin, bizi teşvik ettiği hedefin, bize öğrettiği yaradılış gayemizin rolü inkâr edilebilir mi? Allah onlardan razı olsun.
Bu arada ilginç bir anekdot: 7 yıllık imam hatip tahsilim boyunca, okuldaki veli toplantılarına tek bir kez bile babamın geldiğini hatırlamam. Belki de onun gölgesi, okulda bize uygulanan muameleyi etkilemesin diyedir bu!

Kolaylık deyince de aklıma ilk gelen şu oluyor: Milyonlarca insan, fıkhi bir meselesi olduğunda içine sinecek, yüzde yüz güvenilecek bir cevabı/fetvayı almak için ne zahmetler çekerken, biz bir dakika içinde canlı canlı ulaştık fetvanın kaynağına. Yanındayken de şimdilerde telefonun ucundayken de… Bu da başka bir nimet tabii…
Büyüyüp delikanlı oldunuz ama Hocamızın gölgesinde bir hayat devam ediyor. Her ne kadar müstakil bir şahsiyet olarak kendinize özgü pek çok başarılar yakalasanız da böyle. Büyüyünce nasıl devam etti Hayrettin Hocanın oğlu olarak hayatınızı sürdürmek…
Dostlarım beni ilk defa karşılaştığım bir muhatabıma tanıtırken, adımı ve mesleğimi söyledikten hemen sonra “Hayreddin Hocamızın oğlu” diye de eklerler. Sonra da sanki bir kabahat işlemiş gibi bana dönüp “kusura bakma Hocam” derler. Oysa ben bu gölgeden hoşnudum. Onun adını taşımak, onun genlerine varis olmak hiç şüphesiz bir ilahi lütuf. Neden yüksüneyim ki… Yeter ki o isme, o itibara gölge düşürecek bir kusurumuz olmasın. Ebeveynimizin gölgesi üzerimizden eksilmesin. Yani “gölge et, başka ihsan istemem”
Hocamızı dışarıdan, güler yüzlü ve aynı zamanda ciddi biri olarak görüyoruz. Ev, aile, dost ortamında nasıldır? Neşeli midir, ciddi midir?

Aslında çok da önemli bir fark yok. Gerektiğinde ciddi, ama asla kırıcı olmayan bir ciddiyet… Gerektiğinde ise son derece neşeli, nüktedan, sevecen bir şahsiyet. Şunu net söyleyebilirim ki, dış görünüşündeki (bazılarının tanımıyla) haşinlikten evde eser yok. Torunlarıyla muhabbet ederken görseniz şaşırırsınız.

Bir gününüz, hafta sonlarınız nasıl geçerdi? Birlikte mi geçirirdiniz? Yoksa onun ilmi ve sosyal hizmetleri aile ilişkilerini sekteye mi uğratırdı…
Çalışma hayatı/misyonu ile aile ve sosyal hayat arasındaki bu dengeyi belki de en iyi kuranlardan biriydi babam. Çok yoğundu, çok çalışırdı, hâlâ da 91 yaşındaki bir insan için oldukça ehemmiyetli ve yekûn tutan çalışmaları var (Toplantılar, sohbetler, istişare meclisleri, gazete yazıları, kitap telifi ve tecdidi gibi). Ama en yoğun olduğu dönemlerde, mesela kırklı, ellili yaşlarında bile hiç olmazsa hafta sonları, hiç olmazsa yıllık tatillerde, seyahatlerde, sıla-i rahim sırasında aile ve evladıyla bolca ve hoşça vakit geçirirdi.

Hocamın evdeki okuma, yazma düzeni nasıldı? Size hayatı zorlayan, sınırlayan talimatları, uygulamaları olur muydu?
Kendimi bildiğim günden itibaren babamı evde ve dışarıda ya okurken, ya yazarken gördüm. Dinlenme, eğlenme ve aileyle hoşça vakit geçirme saatleri dışında, ya çalışma odasında ya da birlikte oturulan odada hep elinde kitap olmuştur. Onu kitaptan ayrı düşünmek adeta imkânsızdır. Eski yıllarda kitap ve makalelerini elle yazardı, biz evlatları onları daktiloya çeker, hatta biraz da harçlık kazanırdık bu yolla… Tabii delikli demir çıkıp mertlik bozulunca süratle ona adapte oldu babam da… Yani, yazma işlerini her zaman en güncel modelini edindiği bilgisayarında (müsveddesiz olarak) kendisi yapmaya başladı. Çalışma masasındaki düzenini bozmamak dışında bir sınırlama veya kısıtlama olmamıştır.

Bugün bir babasınız. Babanızdan alıp evinize, çocuklarınıza uyguladığınız ne gibi özellikler var?
Babamın bizi terbiye ettiği zaman ile benim kendi çocuklarıma babalık ettiğim devir arasında yaklaşık 30 yıl var. Üstelik bu 30 yıl dünya tarihinde dönüşüm ve akış hızı bakımından zirve olan bir dönem. Bu arada her şey değişti, nesiller de değişti. Bilgisayar çağı, internet çağı, sosyal medya çağı sırayla topyekûn hayatımızı işgal etti; nesilleri, ilişkileri, davranışları etkiledi kaçınılmaz olarak. Bu itibarla babamın tecrübesiyle bizim yaşadıklarımızı birebir eşitlemek mümkün de değil, makul de değil. Ama baba-evlat ilişkisinde değişmemesi gereken şeyler elbette var. Onlara sadık kalmaya çalıştım tabii ki:
Konuşarak değil, yaşayarak örnek olma
Dinleme ve anlama
Dertleriyle dertlenme, dertlerine ortak olma, çözüm arama
Kırmızı çizgiler dışında, karar verme ve aksiyon alma hürriyeti tanıma
İvazsız-garazsız sevgi ve muhabbet
Hoşgörülü ve anlayışlı tebliğ/talim metodu gibi…
Ailede mutluluk ile ilgili kitap çalışmanız da var. Ailede mutluluğun sağlanmasında anne, baba, çocuklar arasında nasıl bir yakınlık, muhabbet, iş birliği sürdürülmelidir? Sihirli değilse de önemli formüller nelerdir Hocam?
Vallahi hiç de sihirli formüller yok. Bir önceki soruda sıraladığım ebeveyn-çocuk ilişkisine dair prensipler aslında mutlu bir aile inşa etmenin temel kriterleri. Biz kul planında bunları yapalım da gerisini ilahi takdire bırakalım. Neylerse güzel eyler!
Hocamızın bir baba olarak en çok hoşunuza giden yönleri nelerdir?

Babamı aşağıdaki şekilde tarif edersem, sanırım en çok beğendiğim yönleri ortaya çıkar net biçimde:
Dinleyen, izah eden, anlayan, değer veren bir baba. Kararında bir otorite ile, sıcak bir dostluğun dengeli birleşimi. Doğrularını söyleyen, iyiye yönlendiren, ancak zararsız aykırılıklara da tahammül gösteren bir baba figürü. Birçok noktada haklı olduğu, zaman içinde anlaşılan bir yol gösterici. Hayatlarının her döneminde evladının derdiyle dertlenen, çözüm üreten, yardımını ve duasını hep hissettiren bir dost. Hayata pozitif bakan, şikâyet etmek yerine aksiyon alan ve ardından gelen nesillere bunu gösteren bir rehber.
Babanızın sizi en çok etkileyen yönleri nelerdir?

Allah vergisi olan, ama bir ömürlük çaba ve gayretle taçlanmış bir hitabet, ikna, tatmin ve öğretme yeteneği. En karmaşık konuları, en alt düzeydeki muhataba bile anlaşılır tarzda izah kabiliyeti. Konu, cümle ve parantezler ne kadar uzasa da tüm parantezleri bir bir kapatarak ana konuya dönme ve meseleyi bağlama mevzuunda hayatımda başka bir örneğini görmediğim dikkat ve metodoloji ustalığı. Devlet başkanlarından ameleye kadar her seviyeden insanla aynı sıcak ve samimi ilişkiyi kurabilme özelliği. İsmi geçtiğinde, hemen herkeste bir hürmet, emniyet, muhabbet ve ferahlık uyandırabilme. Bir dağın eteklerinden zirvesine uzanan 90 yıllık yolculukta, hiç eksilmeyen bir çalışkanlık ve davaya sadakat. Sayısız eseriyle ümmete yaydığı Allah ve Peygamber sevgisi.

Hocamızın sevenleri çok. Ama sevmeyenleri, acımasızca eleştirenleri de var. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Bir evlat olarak neler hissediyorsunuz?
Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımda uzun yıllar babama yapılan hücum ve iftiraları, canına kastedecek düzeye varan düşmanlıkları bizzat yaşadım. Tabii ki çok üzüldüm ve zaman zaman endişelendim. Ama o yıllar gelip geçti. Onu tenkit edenler, tavizkar bulanlar, reformist addedenler onu fersah fersah geçip aynı şeylerin çok daha fazlasını söylediler ve yaptılar. Babamın yöntemi ise hep aynı oldu: Sessiz kalmayıp cevap verme, mücadele etme, sabretme, ama başlangıçtan itibaren doğru bildiğinden asla vazgeçmeme, sebat ve kararlılık. Herhalde yapılacak en doğru şey de bu…
Son yıllarda yine artan sayıda hücum ve iftira var. Ben artık onlara aldırmıyor ve bakıp geçiyorum. Ama babam görür ve üzülürse diye de endişe ediyorum elbette.
Hocamızı beş cümleyle ifade edecek olsak hangi yönleri öne çıkar?
Aşk derecesinde bir Peygamber sevgisi
Azimle çalışmak ve eser üretmek (hem kitap hem insan telif etmek anlamında)
Hitabet ve belagat sanatı
Hayatı çözüm odaklı yaşamak
Her yaştan ve her seviyeden insanla aynı ilişkiyi kurup davasını hâl ve kâl ile tebliğ etmek
Daha çok var da beş deyince burada duralım.

Babanızla ne kadar sürede bir araya gelirsiniz? Kaç günde bir ararsınız? O sizi arar mı?
Evlendikten sonra 20 yıl kadar babamlarla aynı evde veya aynı apartmanda yaşadık. Tabii o zaman çok sık temas vardı. Daha sonra hem mekân farklılaşması hem de meşguliyetlerin artışı ile fiziksel görüşme seyrekleşti. Zaten daha sonra da kendileri başka bir şehre taşındılar. Son yıllarda, adet edindiğim bir şey var: Her Cuma sabahı babamı ve annemi arayıp hem Cuma tebriki yapar, hem de hâl hatır sorarak onların dualarını alırım. Bu dualar, bir haftalık gıdam olur adeta. Onun dışında zaten mesaj iletişimimiz kesintisiz sürer. Babam da bir soracağı olunca yahut bir şey isteyeceği zaman beni arar elbette. Ama aslen aramak bize düşer tabii ki.
Babanızla bir araya geldiğinizde en çok neler konuşursunuz? Temel gündemleriniz neler olur?
Çocukların durumu
Memleketin genel ahvali
O günlerin aktüel mevzuları
Aklımıza takılan fetvaya konu meseleler
Sanat ve edebiyat alanında sohbetler
Ve daha çok da muhabbet…
Muhterem Hocamızla ilgili unutamadığınız ne gibi anılarınız var aile, baba evlat bağlamında…

Sekiz-on yaşlarında olsam gerek, bir yaz tatili sonunda Çorum’dan, sıla-i rahimden dönüyoruz ailece. Direksiyonda babam var. Yola çıktık. Babama çok düşkün olan dedem de İstanbul yolu üzerinde Çorum çıkışındaki un değirmenine bir çuval buğday öğütmeye gidecekmiş. Böylece onu da arabaya alıp yola revan olduk. Değirmene gelince araba durdu, dedem indi, çuvalı yolun kenarına koydu, el öpüp vedalaşırken başladı hüngür hüngür ağlamaya. Adeta ellerinden koparak ayrılmak zorunda kaldık. Tabii en çok sarıldığı ve gözyaşının sel olduğu kişi babamdı ve en son onunla vedalaşmış oldu. Yola koyulur koyulmaz arka camdan baktığımızda gördüğümüz manzara çok dokunaklı: Çuvalın üstüne oturmuş ağlamaya devam eden ve gittikçe uzaklaştığımız dedem… Bu manzara arabanın görüş mesafesinden çıktığı anda birden babamın sağa çekerek el frenine asıldığını ve o ana kadar içinde biriktirdiği ayrılık duygusu ve hüznünü hıçkırıklara tahvil ederek direksiyona kapandığını gördük. Hafızamda babamı ağlarken gördüğüm tek kare buydu ve elbette hepimizi çok etkilemişti. Dedem rahmetliyi de hayırla analım bu vesileyle…
Yine aynı yıllarda, babamın tek kırma tüfeğiyle avcılık yaptığı zamanlarda, şehirlerarası yolculuklar yaparken bir kuş sürüsü gördüğünde hemen dururdu ve ardında ben ve ağabeyim olmak üzere sessizce ilerlerdik. Uygun mesafede o tetiğe basardı ve düşen kuşları almak üzere biz hızla seğirtirdik. Yani ben ve ağabeyim mahir birer “av tazısı” idik diyebilirim. Kısa süre sonra babamın yüreği avcılığı kaldırmadı ve o işi tamamen terk etti. Bu da avcılara mesaj olsun!

Uzmanlık yıllarımda misafir araştırmacı olarak Amerika’da bir süre geçirdim ailemle. İmkânlarım çok kısıtlı idi. İlim uğruna yapılan bu seferde adeta bir doların bile hesabını yapıyorduk. Aylar geçti, hesabımdaki sınırlı para bitmeye yüz tuttu. Bu sırada yakınları babama “hazır oğlun ordayken hanımını alıp yanlarına gitsene, bu fırsat her zaman ele geçmez” derlermiş. O ise, “bizim bu seyahate yapacağımız masrafı İhsan’a göndereyim de daha fazla sıkıntı çekmesinler” diyerek bana çok kıymetli gelen bir miktarı bize göndermişti. Bu sorunuzu cevaplarken hata yapmamak için 31 yıldır sakladığım Amerika’daki muhasebe defterimi açıp baktım. Babamdan para geldiği günün bir gün öncesinde hesabımda tam tamına 73 dolar kalmış olduğunu gördüm. Gurbet ellerde iki çocuklu bir aile olarak. Vaziyeti anlıyorsunuz değil mi?
Bir de Allah’ın izniyle küçük yavrumu kurtarışı var babamın. Yalova’da babamın yazlık evinin bahçesindeyiz. Küçük oğlum birkaç yaşında ve bahçenin içinden geçen sulama kanalında ağaçtan kayıklar yüzdürüyor. Su, içi görünmez şekilde bulanık ve küçük bir çocuğu sürükleyecek şiddette akıyor. Bizler evin balkonundayız, babam ise bahçede sulama yapıyor. Birden bir cumburlop sesi duyuluyor ve babam arkasını döndüğünde, bizim Enes ortada yok. Tehlikeyi anlayan babam süratle iki elini suya daldırıp akıntı yönünde hızla yürüyerek kanalı elleriyle tarıyor. Birkaç saniye sonra, tamamen suya gömülüp giderken bir kolunu yakaladığı oğlumu çekip alıyor ve hepimiz adeta yeniden doğuyoruz.
Daha belki binlerce acı-tatlı hatıra. Hayat zaten kâm ile gam arasında gerilmiş bir ip değil mi? Bize düşen bu ipte yürürken havf ve recâ arasında kalmak. Allah lütfunu eksik etmesin.
Hocamızın sevdiği, övdüğü, örnek aldığı şahıslar kimlerdir?
Efendimiz ve râşid halifeleri istisna edersek… Bir çırpıda aklıma gelenler: Mevlâna, Şah Nakşibend, Mehmet Akif, Mevdudî, Hamidullah, Nedvî, Karadavî diyebilirim.
Hocam adına bir vakıf veya enstitü kurmayı düşünüyor musunuz? Fikir ve düşüncelerinin devamı için buna ihtiyaç duyuyor musunuz?

Buna sanırım pek gerek yok. Onun basılı eserleri birkaç yayınevi tarafından sürekli yenilenerek varlığını sürdürüyor ve sürdürecek inşallah. Fikirleri ve manevi rehberliği ise gerek ailesi, gerek binlerce öğrencisi, gerekse kuruluş ve işleyişinde öncü roller üstlendiği Ensar, Nesil, İSAM ve İSAR gibi kuruluşlar tarafından gelecek kuşaklara aktarılıyor çok şükür. Kendi web sitesini de bu anlamda çok önemli bir mesaj taşıyıcı olarak zikretmemiz lazım tabii ki.
Çok teşekkür ediyoruz Hocam…
KAYNAK: İNSANİYET
Kadriye Ebrar Etirli Haber7.com - Editör

Editör Hakkında 2000 yılında İstanbul'da doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik' bölümünde henüz okurken HaberAnkara ve AnkaraMasası'nda çalıştı. 2022 yılındaki mezuniyetinin ardından Beyaz TV'de 'Haber Editörü' pozisyonunda görev aldı. 2024 yılının Şubat ayından itibaren Haber7'deki Gündem Editörü kariyerine devam etmektedir.
YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
GÖNDER


