‘Herkesi getirebilirler karşıma, ben sahnede çok iyiyim’
Hurriyet sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Soner Arıca üzerinde Avustralyalı rock grubu AC/DC grubunun tişörtüyle karşılıyor bizi. Şu sıralar ‘Misafir Şarkılar’ turnesi devam ediyor, ‘Kelepçe’ adlı teklisi de kısa bir süre önce yayımlandı. Ama o yoğunluk içinde bize de vakit ayırıyor. Zaman ilerledikçe sorular ortadan kalkıyor, sohbete dönüşüyor söyleşimiz. Müzik üzerine çok düşünmüş, çok çalışmış bir sanatçı var karşımızda. Hayatına da belli ki aynı özeni göstermiş. Okumuş, yazmış, sorgulamış, yüzleşmiş, barışmış, barışamamış, kabullenmiş...
◊ Müzik kariyerinizde verdiğiniz molalar var. Uzun süre devam etmenizde bu nefes alma dönemlerinin katkısı var mı?
Aslında hiçbirisi çok stratejik değildi. Kontrolümün dışında olanlar da vardı. Çalıştığım yapım şirketinin kapanması ya da bir televizyon kanalıyla ters düşmesi gibi... Dolayısıyla o dönem bazı mecralarda olamadığında es vermiş gibi görünebiliyorsun. Ve bunun nadas gibi görülüyor olmasının beni üzdüğü zamanlar oldu. Aslında hep üretimin içindeyim, hep sahnedeyim. Peki, bu araların bana ne faydası oldu? Ruhsal durumum ne kadar iyi bilmiyorum ama en azından şu anda yaşamımı idare edebilecek kadar iyi durumdayım. Hikâye hep devam etmiş, önemli olan bu... Çünkü sürdürebilmek de çok yıpratıcı.
◊ Hangi yönlerden?
En yakın arkadaşın bile sana eziyet edebiliyor söylediği bir şeyle; “Onun şarkısı listede, seninki niye yok; o konser verdi, sen niye vermedin” gibi... Bu bir zulüm. ‘Cumhuriyet Marşı’nı yazdığım zaman da bunu fark ettim. Beni yüreklendirici yorumlar yapmasını beklediğim insanlardan hiç ses çıkmadı.
‘İnananamazlar...’
◊ ‘Misafir Şarkılar’ turneniz devam ediyor. Kim kime misafirliğe gidiyor?
Şarkılar bize misafir oluyor, hayatımızın bir dönemine. Bazıları kalıcı oluyor, seviyoruz o misafiri. Bazılarını da ‘Bir daha davet etmesek de olur’ diyoruz. Bazen biz şarkılara gidiyoruz. Yani buluyoruz onları ve onlarda kalıyoruz uzun süre. Bu turnenin repertuvarında başka sanatçıların şarkıları da var. Ve biz müzisyen arkadaşlarımla misafirliğe gidiyoruz Kastamonu’ya, Kars’a... Oralardaki dinleyicilerimiz de çaldığımız yere gelip misafirimiz oluyor.
◊ Seyirciyi gözlemler misiniz sahnedeyken?
Ben izleyici olsam şimdi ne yapardım diye düşünüyorum. Bu hiç aklımdan gitmiyor bir kere ve bütün sahne boyunca da devam ediyor. O yüzden müzisyen arkadaşlarım bilir, evet, bir listemiz var ama her an, her şey değişebilir. Çok tetiktedirler. Işıklardan göremeyeceğim alanda bile bir kıpraşma varsa hissediyorum. Nasıl tarif edilir bilemiyorum. Bir dalgalanma oluyor. Bir kopuş. O kopuşa hiç izin vermemeye çalışıyorum. Bu şuna sebep oluyor: Her performans dört performans gibi geçiyor.
◊ Sahnede olmayı seviyorsunuz ama değil mi?
Sahnede her şarkının her kelimesinde varım. Dışarıdan biri sahneden 5 dakika önceki halimi, sonra sahnedeki halimi görse o geçişe inanamaz. ‘Birinden biri sahte bunun’ der. Ama o sert geçiş ruhsal anlamda başka bir şeylere sebep oluyor insanda. Çünkü sadece sahnede iyi olmak değil mesele. Ne kadar kişi gelecek? Hangi anlayışta kişiler gelecek? Ben bu yolculuğun neresindeyim? Pop müziğin hangi kanadındayım? Sürekli bunu revize etmek gerekiyor.
◊ En son ‘Kelepçe’yi yayımladınız. Sizin bir tarzınız var. 90’lar ruhunu koruyorsunuz...
Bana aslında müzikseverler yardım etti, onlar belirledi bu yolculuğu. İlk albümümü düşünün. O sırada ‘Abone’ çok moda. Değişik şarkı sözlerinin olduğu bir dönem. Benim de ‘Kurnazlık In, Pasiflik Out’, ‘Parazit Var’ adlı şarkılarım piyasada. Ama albümün B yüzündeki ‘Sen Türküler Söyle’ çok sevildi. İkinci albümde yine ‘En Güzel Serüven’ diye techno bir parça yaptık. Genciz, diskolarda çalsın istiyoruz. Ama ‘Deniz Gözlüm’ ve ‘Vefasız’ patladı. Duygu yoğunluğu olan şarkılarımla sevildim. Normalde buna direnmezsin. Ama ben direndim. Sonra da dört şarkılık, sektördeki ilk remiks albümü yaptım. Bütün bunlar olurken ‘Sarhoş’u, ‘Yüreğime Ektim Seni’yi de söylüyorum ama...
◊ Sürekli 90’larla ilgili güzellemeler içeren haberler çıkıyor. “Sahiciydi, samimiydi” gibi.
Öyle miydi gerçekten?
Benim tavrım bellidir. Hiçbir 90’lar konseptinin içinde olmadım. Çünkü her dönemin kendine ait, yaşamla birlikte paralel devam eden hoşlukları var. O da heyecanlı. Bugün burun kıvıracaksak yeni jenerasyona, bunun biraz haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bugünün yaşam biçimine göre iyi şarkı yok demek değil ki bu. Yine var. Ne yapsın şimdi, birisi eğer sevgilisine kısa mesaj yoluyla ulaşabiliyorsa mektup mu yazmayı denesin! Sanıyorum o dönem biraz dinlenme alanı gibi. Yeni arkadaşlarımız için, dinleyici arkadaşlarım için... Bütün bu gürültünün içinde sakin bir şey gibi geliyor o dönemin şarkıları. Dediğim gibi kendimi de bir-iki program dışında bu konseptin içine sokmamaya çalıştım. O zaman Ajda Pekkan 70’ler gecesine mi gitsin? Ben yeni çıkmış gibi hissediyorum kendimi. Evet, o şarkılar sayesinde var oldum, bunu inkâr etmiyorum ama... 2000’ler için güzel şeyler söylenmeye başladığında ne olacak? Bizim dosyamız kapanacak mı?
◊ Siz de zamansız bir sanatçısınız..
Sonraki yıllarda yaptıklarıma haksızlık edemem. ‘Sen Giderken’i 2005 yılında yaptım. Ama ondan bahsedilirken 90’ların en iyi şarkıları arasında sayılıyor. Ağzımla kuş tutsam 2010’lar kısmına neredeyse gelemeyeceğim. Halbuki yazdığım şarkılar içinde en iyilerinden örnekler o yıllarda var.
◊ Günlük hayatınız için de bu zamansızlık geçerli mi?
Ailemde şu anda üçüncü, hatta neredeyse dördüncü jenerasyon olacak. Yeğenlerime daha onlar 3 yaşındayken “Diskoya gideceğiz beraber” diyordum. Şimdi de onların çocuklarına aynı şeyi söylüyorum. Ve bunu laf olsun diye söylemiyorum. “Çabuk giyinin, plaja, diskoya gideceğiz” diyorum. Bana “Hadi trekking yapalım” dediklerinde “Tamam, hadi yapalım” diyorum. Orada yorulur muyum, bir şey olur mu bana.. Bunlar aklıma gelmiyor. Ama birileri zorla getirmeye çalışıyor.
◊ İki saat sahnede canlı performans sergilemek zaten başlı başına zor değil mi?
İki saat ara vermeden performans yapıyorum. Bu konuda iddialıyım. Herkesi getirebilirler karşıma. Ben sahnede çok iyiyim. Ama bunun kaynağı işte bütünden geliyor. Sadece antrenman yapıp orada olmaktan değil. Algın, hayatı nasıl hissettiğin...
‘Başka hayatlar varsa orada belki temize çekeriz’
◊ Abiniz Erdoğan Arıca sizin Ordu’dan İstanbul’a gelmenize vesile oluyor...
6 yaşımdayken babamı kaybettim. Çocuk yaşlardan itibaren babam olmadığı için abim orada baba figürünün yerini aldı. Bu birçok açıdan çok önemli.
◊ Abinizi de genç yaşta kaybettiniz, değil mi?
Yaşadığım en büyük kayıptı. Ablam için de aynı şey geçerli. Tanıdığın birinin yok olduğunu bilmek bence olacak şey değil. Nasıl buna inanabilirsin? Çok büyük bir sınav, çok büyük bir sorgu bu...
◊ Kaybetme korkusunu yaşar mısınız?
Hep yaşıyorum. Marazi taraflarım da oradan çıkıyor muhtemelen. Babasızlık yüzünden bir şekilde bir şanssızlığın oluyor. Bilmediğin bir eksiklik var, tam tanımlayamadığın. O eksiklikle devam ettiğin için tutunmak istiyorsun bir şeylere, birine... Hatta bu sebeple kendimi çok üzdüğüm zamanlar oldu. Başkalarını da üzmüşümdür. Kaybetme korkusunu yaşayınca sağlıklı davranamıyorsun, telaşlı, kaygılı oluyorsun. O da insana asıl yapmak istediğini, asıl söylemek istediğini söyletmiyor. Bu bir kader. “Başka hayatlar varsa orada belki temize çekeriz” diyorum.


