HİLAL KAPLAN Fikir özgürlüğü Tel Aviv’e kadar
Sabah kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Amerika Birleşik Devletleri, ifade özgürlüğünün anayasanın ilk maddesiyle güvence altına alındığı ve bunun temel bir hak olarak kabul edildiği en ilerici ülke olmakla sık sık övünür. Ancak son yıllarda özellikle üniversitelerde yaşanan gelişmeler, bu hakkın "bazı konular" söz konusu olduğunda ciddi şekilde sınırlandığını gösteriyor. En dikkat çekici örneklerden biri, MIT'nin (Massachusetts Institute of Technology) mezuniyet töreninde yaşandı.
Hint-Amerikalı öğrenci Megha Vemuri, sınıf birincisi ve öğrenci konseyi başkanı olarak mezuniyet konuşmasında Filistin'e destek veren, Gazze'deki sivil ölümlerini "soykırım" olarak nitelendiren ve MIT'yi bu konuda "suç ortağı" olmakla eleştiren bir konuşma yaptı. Sonuç? MIT yönetimi, Vemuri'yi cezalandırdı. Olay, hem akademik özgürlükler hem de Filistin meselesine dair ikiyüzlü yaklaşımın çarpıcı bir örneği oldu.
Şunu sormak gerekiyor: Aynı öğrenci konuşmasında Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını eleştirseydi, MIT yönetimi yine bu kadar sert bir tepki verir miydi? Yanıt oldukça açık. ABD'de bugün Rusya'yı, Çin'i, İran'ı veya Venezuela'yı eleştirmek neredeyse teşvik edilirken, İsrail'e yöneltilen en hafif eleştiri bile "antisemitizm" yaftasıyla karşılanabiliyor. Üstelik bu yalnızca üniversitelerle sınırlı değil.
Amerikan üniversiteleri, büyük oranda bağışlarla ayakta duran yapılardır. Bu bağışların önemli bir kısmı, İsrail yanlısı duruşlarıyla bilinen bireylerden ve vakıflardan geliyor. Örneğin, Harvard Üniversitesi'nde Filistin lehine açıklama yapan öğrenciler fişlendi ve bazı büyük şirketlerin işe alım süreçlerinden dışlandı. Columbia Üniversitesi'nde Filistin'e destek veren öğrenciler kampüsten uzaklaştırıldı. Bu örnekler, akademik özgürlüklerin ne kadar "şartlı" hâle geldiğinin kanıtıydı.
Bugün Amerika'nın 30'dan fazla eyaletinde, İsrail'e karşı ekonomik boykot çağrısı yapan BDS (Boycott, Divestment and Sanctions) hareketi yasalarla engelleniyor. Kamu görevlilerinin bu kampanyayı desteklemesi, birçok eyalette işten çıkarılma gerekçesi sayılabiliyor. Bu, açıkça anayasal hak olan ifade özgürlüğünün yasal yollarla budanması anlamına geliyor.
Bir başka örnek ise Canary Mission adlı platform. Bu site, Filistin yanlısı öğrencilerin ve akademisyenlerin isimlerini, sosyal medya geçmişlerini ve hatta fotoğraflarını yayımlayarak onları "tehlikeli" ilan ediyor. Bu listeye girenler, iş bulmakta ve kariyerlerine devam etmekte ciddi zorluklar yaşıyor.
Amerikan ana akım medyasına bakıldığında da benzer bir tablo görülüyor. İsrail'in Gazze'ye yönelik hava saldırıları sırasında çocukların, doktorların, gazetecilerin hayatını kaybettiği haberleri ya hiç verilmiyor ya da "İsrail kendini savunuyor" başlığı altında veriliyor. Oysa aynı medya, Ukrayna'daki sivil ölümleri için anında "savaş suçu" ifadesini kullanabiliyor.
Bu çifte standart, yalnızca medya tüketicisinin değil, akademik çevrelerin ve kamuoyunun da algısını şekillendiriyor. Filistin'i savunmak, bugün birçok genç için yalnızca bir insan hakları duruşu değil, aynı zamanda profesyonel geleceğini riske atmak anlamına geliyor.
MIT örneği bize bir kez daha hatırlatıyor: Filistinlilerin yaşadığı zulmü dile getirmek, bugünün Amerika'sında "özgürlük" değil, "cesaret" meselesi haline gelmiştir.


