Hüzünlü sonbahar beklentileri Sözcü Gazetesi
SonTurkHaber.com, Sozcu kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
İngilizcede “İktisat, kasvetli bir bilimdir” (Economics is a dismal science) diye bir deyiş vardır. Bana göre iktisat değil, iktisatçılar kasvetlidir. Her şeyin olduğu gibi bunun da bir sebebi vardır. Çünkü sebepsiz sonuç olmaz. İngilizcede iktisatçılar için kullanılan diğer bir ibare de onların Tanrı (?) tarafından “Kıyamet Kâhinliği” (Doomsday Prophecy) ile görevlendirildiğidir. İşin ilginci “kâhin” ile “peygamber”in İngilizcesinin aynı kelime yani “prophet” oluşudur. Sözü dinlenen bir iktisatçı olmak için kriz kâhini olmak şarttır. Yüz defa kriz geliyor öngörüsü tutmasa da akıllı iktisatçı “kriz geliyor” demekten vazgeçmemelidir. Nasıl olsa bir gün tutacaktır… İnsan davranışlarına yön veren en güçlü duygu “korku” dur. İnsanlar hep bir şeylerden korkar. En başta ölmekten korkar. Hastalanmaktan, kafayı yemekten, depremde enkaz altında kalmaktan, yanmaktan, boğulmaktan, parasız kalmaktan, hapse düşmekten, elden ayaktan kesilmekten, yılan sokmasından, katır tepmesinden, trafik magandasına çatmaktan, ihanetten, iftiradan, sınavda çakmaktan, aşağılanmaktan hasılı kelam, ömrü boyunca bilinç üstünde veya bilinç altında bir korkuyla yaşar… Siyaset, seyisten gelir. Seyislik, at terbiyeciliğidir. Atlar da seyislerinden korkar. Korktuğu için onun talimatlarına riayet eder. Siyasiler, toplumun seyisidir. Toplumu “sözümü dinlemezsen başına çok bela gelir” diye korkutur. İran’da “İnkılâbı İslami”yi gerçekleştiren Humeyni “din siyasettir” diyerek kendisini “dini siyasete alet etmekle” eleştiren benim gibi laiklerin kafa karışıklığına son vermiştir. Din de insanları “Tanrının gazabına uğrayıp” cehenneme gitmekle korkutur. Üstelik cehennem hayatı müebbettir. Yatarı kadar yatar çıkarım yoktur.
TÜRKİYE KAYIK DEĞİLDİR, BATMAZ
1950-1960 arası başbakanlık yapan ve maalesef askerlerce idam edilen Adnan Menderes zamanında da “Türkiye (ekonomisi) battı veya batıyor” muhabbeti çok yaygındı. Bu söyleme çok bozulan Menderes, makam odasının penceresinden dışarı bakıp kendisiyle röportaj yapan gazeteciye “Battı diyorlar, ben böyle bir şey görmüyorum; her şey yerinde duruyor” der. Bunu gazetede okuyan iktisat hocamız “Ülke suda yüzen kayık değil ki, batınca görülmez olsun” diye yorumda bulunmuştu. Ülkenin daha doğrusu bir ülke ekonomisinin batması denen şey, o ülkenin dış borç ödemelerinde acze düşmesidir. Bunun neticesinde ülkenin ulusal para birimi, kısa sürede yüksek oranda değer kaybeder. Devalüasyonu enflasyonun yükselmesi, GSYH’nin gerilemesi ve işsizliğin artması izler. 1960’ta Arthur Okun adlı bir iktisatçı, “işsizlik oranı artı enflasyon” dan oluşan “Misery Index” (Sefalet Endeksi) diye bir metrik geliştirmişti. Bu endeksin adı sefalettir ama “Satın alma Gücü Paritesine” göre dolara dönüştürülmüş kişi başına milli geliri değil de enflasyonu esas aldığı için sefaleti göstermez. Ama iktisatçılarımız buna bakıp, Türkiye sefalete batmış der.
TL’NİN DEĞERİNİ KORU-MA!
Bundan 65 yıl önce hocam Fuat Çobanoğlu, TL’nin bir türlü yabancı ülkelerde de geçen “değerli” bir para (döviz) olamayışının sebebi, “TL’nin değerinin kanunla korunmak” istenmesidir derdi. TL’yi ya “yasaklarla” ya da “yüksek faizle” aşırı değerli tutma tutkusu yüzünden TL değer kaybetme riskinden bir türlü kurtulamamıştır. Sonbahar geldi. Hüzünlü iktisatçılarımız “faizi sakın indirme yoksa kriz çıkar” diye Merkez Bankası’nı uyarıyor. Faiz inerse, dolar çıkar; dolar çıkarsa, enflasyon yükselir diyorlar. Doğrudur. Doğrudur da ne yapılırsa “düşük faiz-düşük enflasyon” ortamına geçeceğiz? Yüksek faizle yurt dışına milli gelir transfer etme ne zaman sona erecek? Bunun transferi de halk ödemiyor mu? Ortada nas yok ama; yoksa “faiz sebep, enflasyon netice mi?”
SON SÖZ: Aşırı revalüe olmayan para, devalüe olmaz.


