İngiliz sömürgeciliğinin bıraktığı bir kördüğüm: Keşmir Gündem Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
16. yüzyılın sonlarında başlayan, 18 ve 19. yüzyıllarda dünyanın dört bir yanına yayılan İngiliz sömürgeciliği, yalnızca toprak işgaliyle değil ardında bıraktığı siyasi, sosyal ve kültürel fay hatlarıyla da hafızalara kazındı. Bugün Afrika’dan Orta Doğu’ya, Güney Asya’dan Karayiplere kadar birçok bölgede yaşanan krizlerin temelinde bu mirasın izlerine rastlamak mümkün. Haritalar cetvelle çizilirken, halklar birbirinden koparıldı, etnik ve dini ayrımlar ise körüklendi. Bu yöntemlerin en dramatik sonuçlarından biri ise Güney Asya’nın kalbinde yer alan Keşmir’de yaşanmaya devam ediyor. İngilizlerin bölgeden çekilirken geride bıraktıkları kördüğüm aradan geçen 75 yıla rağmen çözülemedi.
Keşmir nasıl Müslümanlaştı?
Keşmir Vadisi, Himalayalar’ın güneybatı eteklerinde, Jhelum Irmağı’nın suladığı verimli ve korunaklı bir bölgedir. Bugün 222 bin kilometrekarelik bir alana yayılan bu vadi, Pakistan, Hindistan, Doğu Türkistan ve Afganistan’la sınır komşusudur. Bölgenin tarihi kimi kaynaklarda Hint Kralı Aşoka’ya (ö. M.Ö. 232) kadar götürülse de, asıl yazılı geçmişi MS 78 civarında Orta Asya kökenli Kuşanlar döneminde başlar.

İslamiyet’in Keşmir’e gelişi 7. yüzyıla uzansa da halkın büyük kısmının Müslümanlaşması 13. ve 14. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Bu süreçte göçler, iskân ve toplu ihtidalar etkili olmuş; özellikle Sühreverdî ve Kübrevî tarikatlarına mensup dervişlerin faaliyetleri, İslam’ın bölgede kök salmasına katkı sağlamıştır. Tasavvufun yerel Hindu gelenekleriyle etkileşimi, Keşmir’e özgü bir dini kültürün doğmasına zemin hazırlamıştır.
Sonraki yüzyıllarda Keşmir Şu Çak hanedanı (1551-1588), Babür İmparatorluğu (1588’de Ekber Şah dönemiyle), Afganlar (Ahmed Şah Durrani, 1752-1819) ve nihayetinde Sihler (Maharaja Ranjit Singh, 1819) tarafından yönetilmiş, 1819’da Sih hâkimiyetiyle birlikte, Keşmir’deki Müslüman siyasi egemenlik dönemi sona ermiştir.
İngiliz sömürgeciliği ve Keşmir sorununun temelleri
Keşmir’in Müslümanlaşma sürecinin ardından, bölgeyi şekillendiren asıl kırılma noktası ise İngiliz sömürgeciliğinin gelişidir. 16. yüzyıldan itibaren Hint Alt Kıtası, Avrupalı sömürgeci güçlerin, özellikle de İngilizlerin dikkatini çekmeye başladı. 1600 yılında kurulan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, ticari ayrıcalıklar elde ederek bölgedeki etkisini giderek artırdı. Zamanla rakiplerini saf dışı bıraktı ve Babür İmparatorluğu’nun gücünü yitirmesiyle birlikte yerel yöneticileri rüşvetle yanına çekerek siyasi kontrolü ele geçirdi. İngilizler sömürgecilik faaliyetleri yürütmeyi hedeflediği tüm topraklarda olduğu gibi Hindistan’da da “böl, parçala, yönet” taktiğini benimsedi. 1857’deki büyük Sepoy İsyanı sonrası isyanın sorumlusu olarak görülen Müslümanlara karşı ağır yaptırımlar uygulandı. Siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda dışlanan Müslümanlar geri plana itilirken, İngilizler Hinduları destekleyerek onlara eğitim ve ekonomik ayrıcalıklar sundu. Bu durum, Hindu milliyetçiliğinin güç kazanmasına zemin hazırladı.
Bu ayrışma ortamında NMüslümanlar kendi siyasi haklarını korumak amacıyla 1906’da Tüm Hindistan Müslüman Birliği’ni kurdu. Artan gerginlik, Müslümanlar arasında ayrı bir İslam devleti fikrinin giderek daha fazla benimsenmesine yol açtı.
Keşmir özelinde ise, 1819 yılında Müslüman yönetimin sona ermesiyle başlayan Sih dönemi Müslümanlar açısından oldukça zorlu geçti. Bu baskılara karşı Seyyid Ahmed Barelvi önderliğinde 1830’da bir cihat hareketi başlatıldı. Ardından, Sih Krallığı zayıflarken İngilizler devreye girdi ve bölgenin yönetimini Hindu komutan Gulab Singh’e bıraktı. 1846 yılında imzalanan Amritsar Anlaşması ile İngilizler, Keşmir’i 7,5 milyon rupi karşılığında Dogra Hanedanı’na sattı.
Bu satış getirdiği siyasi değişimden daha çok, çatışmanın derinleşmesine yol açtı. Müslümanlar Dogra yönetimi altında eğitim, sağlık, kamu yönetimi ve kültürel yaşam gibi pek çok alanda sistematik baskıyla ve ayrımcılıklarla karşı karşıya kaldı.
Bu dönemde temelleri atılan adaletsizlikler Keşmir sorununu bugüne taşıyan uzun ve sancılı sürecin başlangıcı oldu.
Keşmir'in Kangan Bölgesindeki Yeşil Vadi
Pakistan’ın kuruluşu ve Keşmir’in statüsü
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere, değişen konjonktür ve ekonomik yüklerin de etkisiyle Hint Alt Kıtası’ndan çekilme kararı aldı. Bu kararın ardından 1947 yılında Hindistan ve Pakistan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etti. Ancak İngilizler geride yalnızca iki yeni ülke değil, aynı zamanda çözülmesi zor pek çok sorun da bıraktı.
Bunlardan en önemlisi, İngiliz yönetimine bağlı 584 prenslik ve sultanlığın geleceğiydi. Bu küçük devletçiklerin Hindistan’a mı yoksa Pakistan’a mı katılacağına nüfus yapısı, dinî ve etnik dağılım, coğrafi konum ve halkın iradesi gibi kriterlere göre karar verilmesi planlandı.
Keşmir, bu denklemde en karmaşık örneklerden biriydi. Halkının yaklaşık %80’i Müslüman olmasına rağmen bölgeyi Hindu bir lider, Mihrace Hari Singh yönetiyordu. Coğrafi, kültürel ve ekonomik olarak Pakistan’a daha yakın olan Keşmir’de halkın çoğunluğu bu yönde bir tercihte bulunmak istiyordu. Ancak Mihrace, bölgenin hangi devlete katılacağına karar vermekte ayak direyerek bağımsız kalma ihtimalini de gündemde tuttu. Bu kararsızlık, bölgedeki gerginliği tırmandırdı.
Mihrace’nin Hindistan’a yakın durması, Müslüman halkın tepkisini çekti. Sonunda, 26 Ekim 1947’de Hindistan ile resmi katılım anlaşmasını imzalaması, bölgede isyanı tetikledi. Bunun üzerine Pakistan’ın Kuzey Batı Serhad Eyaleti’nden gelen gönüllüler ve bazı Pathan kabileleri Keşmir’e doğru ilerlemeye başladı. Bu gelişmeler üzerine Hindistan, Mihrace’nin çağrısıyla bölgeye asker gönderdi. Böylece iki yeni devlet arasında ilk Keşmir savaşı patlak verdi (1947–1948).
İngiliz sömürge güçleri Afrika topraklarında
Soğuk Savaş’ın ve BM’nin gölgesinde Keşmir
Keşmir meselesi, ilk Hindistan-Pakistan savaşı sırasında 1 Ocak 1948’de Hindistan tarafından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşındı ve böylece uluslararası bir sorun hâline geldi. BMGK, 21 Nisan 1948 tarihli 47 sayılı kararıyla, öncelikle çatışmaların ateşkesle sonlandırılmasını, ardından Keşmir’in Hindistan’a mı yoksa Pakistan’a mı katılacağına karar verecek tarafsız bir halk oylamasının yapılmasını tavsiye etti. BM gözetiminde 1 Ocak 1949’da bir ateşkes ilan edildi. Ancak ateşkesin ikinci aşaması olan, her iki tarafın askeri güçlerini bölgeden çekmesi yönündeki karar hayata geçirilmedi.
5 Ocak 1949’da BM’nin aldığı yeni karar, halk oylamasının esaslarını belirlese de Pakistan oylamanın tarafsız olamayacağını öne sürdü ve süreç tıkandı.
Ateşkes hattı belirlenip fiilen ikiye bölünen Keşmir’in batı kısmı “Azad Keşmir” olarak Pakistan’a yakın bir özerk bölge hâline geldi. Hindistan ise bu bölgeyi “Pakistan işgali altındaki Keşmir” olarak tanımlarken, Pakistan da Hindistan’ın kontrolündeki doğu bölge için “işgal altındaki Cammu ve Keşmir” ifadesini kullanmaya başladı. 1949 yılında Hindistan, Cammu ve Keşmir’in kendi bünyesinde özerk bir eyalet olarak yönetilmesini kabul etti.
Ancak bölgedeki tansiyon hiçbir zaman tam anlamıyla düşmedi. Hindistan’ın desteklediği lider Şeyh Abdullah’ın bağımsızlık arayışları nedeniyle 1953’te görevden alınıp tutuklanması ve ardından 1975’te yeniden yönetime getirilmesi, halk oylaması taleplerini yeniden alevlendirdi. Keşmir meselesi, 1947-48, 1965 ve 1971’de Hindistan ile Pakistan arasında üç büyük savaşa neden oldu. Ayrıca 1962’de Hindistan ile Çin arasında çıkan savaşta Çin, Keşmir’in kuzeydoğusundaki Aksai Çin bölgesinin kendisine ait olduğunu öne sürdü ve bu da sorunu daha da karmaşıklaştırdı.
Hindistan, 1957’de Keşmir’i resmen kendi toprağı ilan etti ve 1963’te bölgeye vali atayarak eyalet statüsü verdi. Keşmir’e ayrıcalıklı bir yönetim hakkı tanıyan Anayasa’nın 370. maddesi de bu dönemde yürürlüğe girdi ve 2019 yılında yürürlükten kaldırıldı. Son olarak, 1999’daki Kargil Savaşı sırasında iki ülke nükleer savaşın eşiğine geldi. Ancak ABD’nin araya girmesiyle taraflar geri adım attı ve daha büyük bir felaketin önüne geçildi. Taha Kılınç’ın 3 Mayıs 2025 tarihinde gazetemizdeki köşesinde yayınlanan “Asya’nın Filistin’i” başlıklı yazısında belirttiği gibi bölgenin yakın tarihi Filistin’e fazlasıyla benziyor. Sömürgeciliğin acı mirası Hindistan ve İsrail’in yaptığı gibi, vahşi tavırlarla birleşince ortaya yeni ve daha büyük bir trajedi çıkıyor. Bize düşen ise hem çevremize hem de bölgemize yüzyıllar önce değen ellerin doğurduğu sorunları soğukkanlılıkla analiz etmek, oluşan çatışma hatlarını güçlenerek aşmak ve coğrafyalara huzurun hâkim kılınması için mümkün olan her alanda durmadan çalışmak.


