İstanbul Milletvekili Yeneroğlu ndan adlî yıl mesajı: Milletimiz, her alanda adalete hasrettir
T24 kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, yeni adli yıl açılışı vesilesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de adalete yönelik güven hakkında konuştu. Yeneroğlu, “Hukuk devletini tahkim edememiş bizim gibi ülkelerde adli yıl açılışları, devleti yönetenlerin kendi vicdanlarıyla yüzleştiği günler olmalıdır. Ancak iktidar, boş laflarla geçiştirerek gerçeklikten kopmuş vaziyette pembe tablolar çizmektedir. Milletimiz, her alanda adalete hasrettir.” dedi.
Yargıda toplu izin kullanımı anlamına gelen ve 20 Temmuz'da başlayan adlî tatil bugün sona erdi. İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Türkiye'deki adalet sistemi hakkında açıklamalarda bulundu.
Yeneroğlu’nun açıkladığı “Adalet Karnesi”nde öne çıkan başlıklar ve tespitler şöyle:
"Yargıya güven dip noktada"Yargıya güvenin Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine indiğini ve uluslararası verilerin Türkiye’nin hukuk devleti iddiasının ne kadar aşındığını net bir şekilde gösterdiğini belirten Yeneroğlu, “Hukuk Devleti Endeksi’ne göre Türkiye, 2024 yılında 142 ülke arasında 117. sıradadır. Bu sıralamada Honduras, Angola ve Nijer gibi ülkeler Türkiye’nin önünde bulunmaktadır. Yani bu devletler bile kurumsallıkta Türkiye gibi köklü bir devletin önünde görünen devletlerdir. “Yürütme üzerindeki sınırlamalar” kategorisinde 135., “Temel haklar” kategorisinde ise 133. sırada yer almaktadır.” dedi. Yeneroğlu, bu durumun Türkiye’nin hukuk devleti olma iddiasından ne kadar uzaklaştığını ortaya koyduğunu vurguladı.
"Yargı, yürütmenin bir organı olarak çalışmakta"“Sayın Adalet Bakanı, her gün tekrarlasa da yargı bağımsızlığı Türkiye’de hiç bu kadar zayıf olmadı. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), yürütmenin bir uzantısı olarak çalışmaktadır. Yaklaşık 25 bin hakim ve savcının sadece yüzde 3’ünün coğrafi teminatı bulunmaktadır. İktidarın hoşuna gitmeyen kararlar veren hakimler, anında başka illere sürülebilmektedir.”
Yeneroğlu, hakimlerin artık kanunlara ve vicdani kanaatlerine göre değil, Sayın Cumhurbaşkanının bilinen veya varsayılan beklentilerine göre karar vermek zorunda bırakıldığını; savcıların ise özellikle siyasetçilerin muhatap olduğu birçok davada suç şüphesiyle değil, talimatla soruşturma başlattığını söyledi.
"Hak ihlalleri istatistikleri kaygı verici boyutta"“Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru sayısı 686 bini aşmış, Mahkeme önünde 113 binden fazla dosya beklemektedir. Benzer nüfusa sahip Almanya’nın Anayasa Mahkemesi’nde ise bu sayı 2.500’ün altındadır. Yani bizdeki dosya sayısı, Almanya’nın 45 katı. Hukuk devleti işleseydi, bizde de durum benzer olurdu. Mahkeme esastan incelenen başvuruların %98’inde hak ihlali tespit edilmiştir. Bu oran, genel olarak yargı organlarının asli görevini yerine getiremediğini de göstermektedir. AİHM istatistikleri de benzer bir tabloyu sunmaktadır. 2024 itibarıyla Türkiye, 21.600 başvuruyla Avrupa’da hakkında en çok şikayet edilen ülkedir. Bu sayı, geri kalan 44 ülkenin toplamından daha fazladır.”
"Yargılama süreleri adalet duygusunu zedeliyor"Yeneroğlu, Adalet Bakanlığı’nın kendi istatistiklerinin bile davaların sonuçlanma sürelerinin adalet duygusunu nasıl zedelediğini ortaya koyduğunu belirtti. Yeneroğlu’nun açıklamalarına göre, 2024 yılında bir Asliye Hukuk davası ortalama 1322 günde, yani yaklaşık 4 yılda sonuçlanmaktadır. Yargıtay Ceza Dairelerinde bir dosyanın sonuçlanma süresi ortalama 721 gün iken, Anayasa Mahkemesi’nde bu süre 512 gün olarak kaydedilmiştir.
‘Türkiye’nin bir 'Temiz Eller operasyonu'na ihtiyacı var’İstanbul Anadolu Başsavcısı İsmail Uçar’ın HSK’ya gönderdiği mektubu hatırlatan Yeneroğlu, “Bu mektup, yargı içindeki çürümeyi ve rüşvet düzenini en çıplak haliyle ortaya koymuştu. Rüşvet karşılığında tahliyeler, para karşılığı alınan mahkeme kararları anlatıları bu ülkede kimseyi şaşırtmamaktadır. Para karşılığı tahliyelerin kimseyi şaşırtmadığı bir ülkede kimse hukuka güvenemez. Uyuşturucu baronlarının, çete liderlerinin para karşılığı veya iktidara yakınlıkları sebebiyle serbest kaldığı bir ülkeye kimse yatırım da yapmaz.” dedi.
Türkiye’nin bir “temiz eller operasyonu”na ihtiyacı olduğunu belirten Yeneroğlu, yargıyı çürüten bu bataklık temizlenmeden, siyasetin temizlenemeyeceğini ve devletteki çürümeye son verilemeyeceğini, bunun şartı ise devlet yönetiminde zihniyet değişimi olduğunu belirtti.
"İktidarın gerçek anlamda bir muhalefete tahammülü yok"“İstanbul’da olan bitenler, herkesin gözünün önünde cereyan etmekte ve yargının iktidara hizmetinin nasıl kurumsallaşmış olduğunu ortaya koymaktadır. Geçmişte Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamamaktan Canan Kaftancıoğlu kararına, Selahattin Demirtaş ve HDP’ye yönelik davalardan gazetecilere kesilen cezalara kadar muhalefeti ve eleştirel sesleri susturan dosyalarla özdeşleşmiş isimlerin en kritik görevlere getirilmesi tesadüf değil, iktidarın yargıyı bir siyasi mühendislik aracı olarak konumlandırma iradesinin açık göstergesidir.
Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık, Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahan gibi pek çok belediye başkanı ve yöneticisi hakkında dalga dalga yürütülen soruşturmalar, gözaltılar, görevden almalar aynı zamanda halkın da cezalandırılmasıdır.
Yolsuzlukla mücadele edilmesi gerektiği tartışmasızdır, ancak iktidar asla yolsuzlukla mücadele etmiyor. Etseydi, muhalefete bakmadan önce aynaya bakardı. İktidar diyor ki bendensen üstünü kapatır seni koruruz; benden değilsen ortada bir şey yoksa da buluruz bir gerekçe, canına okuruz. Tam bir “ikili devlet” anlayışı. Bir tarafta hukukun düşman hukuku edasıyla işletilmesi, diğer tarafta yargının kör ve kalkan olduğu hatta yolsuzluk yapanları özel korumaya aldığı dost hukuku.
İktidarın gerçek anlamda bir muhalefete tahammülü yok; bakmayın milli ve yerli muhalefet laflarına. Maksat karikatür muhalefet, yani öyle görünen ama asla iktidara alternatif olamayacak bir muhalefet. İktidarın arzu ettiği bu. Örneklerini merak eden varsa kuzeydoğumuzdaki devletlere baksınlar, Orta Asya’ya baksınlar.”
‘Tutuklama, bir cezalandırma aracına dönüştü’“Türkiye’de tutuklamalar, bir koruma tedbiri olmaktan çıkıp bir cezalandırma aracına dönüşmüştür. Muhalefeti sindirmenin, eleştirel sesleri susturmanın en kolay yöntemi olarak uygulanmaktadır. Bugün gazetecilerden siyasetçilere, belediye başkanlarından sivil toplum temsilcilerine kadar çok geniş bir kesim, mahkeme kararı beklenmeksizin, aylarca hatta yıllarca özgürlüğünden mahrum olabilmektedir.
1 Ağustos 2025 itibarıyla cezaevlerinde toplam 413.780 kişi bulunmakta. Bunların 57.503’ü tutuklu. Avrupa’nın en ağır tutukluluk pratiği bizde. Türkiye, nüfus oranına göre Avrupa’da en fazla tutukluya sahip ülke. Almanya’da 60 bin, Fransa’da 72 bin, Polonya’da 71 bin, İngiltere’de 90 bin kişi cezaevinde olmasına rağmen, Türkiye’de neredeyse sadece tutuklu sayısı bu kadar.
Kanser hastası Murat Çalık, sağlık durumuna rağmen hâlâ cezaevinde. Hukuk, “konutu terk etmeme” gibi adli kontrol tedbirlerini düzenlemişken; yapılanın adaletle alakası yoktur, uygulama diz çöktürme projesidir. Aynı şekilde Ayşe Barım’ın tutukluluğu, yaşamını hiçe sayan bir tabloya dönüşmüştür.”
"Cezaevi krizi"“Türkiye, 100 bin kişiye düşen 356 mahpus oranıyla Avrupa’da ilk sırada yer almaktadır. Cezaevleri fiilen yüzde 140 oranında dolu. 10. Yargı Paketi’nin “cezaevlerini boşaltacağı” beklentisi de boşa çıktı. Haziran ayında yürürlüğe giren paketle yaklaşık 20 bin mahpusun tahliyesi sağlanmış olsa da yalnızca birkaç ay içinde cezaevi nüfusu yeniden 413 bini aşmıştır. Bu tablo, yıllardır süren “doldur–boşalt–doldur” kısır döngüsünün artık bir sonuç vermediğini göstermektedir.
Türkiye’nin neden bu kadar çok mahpus ürettiği, neden cezaevlerinde on binlerce tutuklu, hasta, kadın ve çocuk bulunduğu sorularına yanıt aranmadıkça, “yargı paketleri” yalnızca günü kurtarma veya göz boyama çabaları olmaktan öteye geçemeyecektir.”
"Cumhurbaşkanına çağrı"Yeneroğlu, Cumhurbaşkanına hitaben şu ifadeleri kullandı:
“Adaletin aynı zamanda toplumun huzur ve barışının teminatı olduğunu” söylüyorsunuz. Çok güzel. Peki bu sözünüzün gereğini yerine getirmek için ne yapıyorsunuz? Adaleti yok ederek toplumun huzur ve barışına kastetmiş olduğunuzu görmüyor musunuz? Size bugüne kadar destek verenleri de artık endişelendiren bir sürece girdiğinizi nasıl görmezsiniz?
Bugün insanlar size itiraz edemiyorlarsa bu sevgilerinden değil, kaygılarından. Nasıl olsa ciddiye alınmaz, bir de makamdan mevkiden oluruz kaygısı. Elbette daha ötesi de var; hain ilan edilmek, FETÖ’cü yaftası yemek gibi.
Öte yandan, adaletle birlikte çoğulculukla, özgürlüklerle ve ötekine saygıyla bir toplum huzura kavuşabilir. Oysa siz, kendinizden olmayan herkesi yargı sopasıyla tehdit ediyorsunuz. Bu keyfilik yalnızca bireylerin özgürlüğünü değil, ekonomiden siyasete, toplumsal barıştan uluslararası itibarımıza kadar her alanda ağır bir yıkıma yol açmakta, bunu nasıl görmezsiniz!
Üzülerek söylüyorum ki iktidarın adaleti, hakkı haykırdığı için İmam-ı Azam Ebu Hanife’yi işkenceye tabi tutan Halife Mansur’un adaletine benzemektedir.”
Basın toplantısını, yargının adaletsizlik, kötülük ve cezalandırma aracı olarak kullanılmasının geleceği ipotek altına aldığını belirterek sonlandıran Yeneroğlu, “Adaletin olmadığı yerde demokrasi, refah ve toplumsal barış da olmaz. Bugün Türkiye’nin içine sürüklendiği derin kriz, adalet sisteminin yeniden yapılandırılması ile ancak çözülebilir.”


