Jandarma Agos
SonTurkHaber.com, Agos kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Roman, 92 yaşındaki Amerikalı Emmett Conn’un hikayesi olarak başlıyor. Beyninde bir tümör olduğunu öğrendiğinde, ilerlemiş yaşı sebebiyle olsa gerek, bu onun üzerinde pek de sarsıcı bir etki yapmamış gibidir. Asıl sarsıcı olan hem uykuda hem bayılma nöbetleri sırasında görmeye başladığı rüya mı, halüsinasyon mu yoksa hatıralar mı olduğu ayırt edilemeyen görüntülerdir (Yoksa, rüya zaten hatırlamak mıdır?). Kendini, kalabalık ve perişan bir kafileye eşlik eden bir jandarma olarak görür. Kendisi olarak gördüğü jandarma, insanlara zulmeder, kötülük yapar. Öte yandan, kafilede olan Araksi isminde bir kıza da tutkuyla bağlanır ki onunla olan ilişkisi de romanın ana aksıdır zaten.
Bu hafta size ilginç bir kitaptan, bir romandan bahsedeceğim: Jandarma. Mark Mustian tarafından yazılmış ve Türkçesi Aras Yayıncılık tarafından basılmış*. İlginçliği nereden geliyor diye soracak olursanız, birincisi konusundan: hafıza, hatırlama, unutma, affetme-affedememe gibi anlaması zor, çapraşık temalar üzerine inşa edilmiş. İlginçliğinin bir diğer sebebi ise kitapta aslında bir değil iki roman olması. Son söylediğim, aşağıda daha fazla ayrıntı verdiğimde daha iyi anlaşılacaktır.
Mark Mustian, kendi deyimiyle “uzaktan Ermeni”, doğma büyüme Amerikalı bir avukat. Gene kendi deyimiyle otuzlu yaşlarına kadar “ataları hakkında fazla düşünmemiş” ve onların başına gelenler hakkında da fazla bilgisi yokmuş. “Bu korkunç şey nasıl olabilmişti ve bundan neden (ben de dahil) bu kadar az kişinin haberi vardı?”, diyor. Bu merak ve bilmemenin verdiği hayretle Ermeni Soykırımı konusunda okumaya, öğrenmeye başlamış ve bu sürecin sonunda ‘Jandarma’ ortaya çıkmış. Hatta romana son şeklini vermeden önce tehcir edilen kafilelerin rotasını takip ederek Türkiye ve Suriye’de bir seyahate çıkmış. (Kitabın sonunda yazarın, bu kitabı yazma hikayesini, kitabın yazılması ve mezkur seyahat sırasında Amerika’da ve Türkiye’de karşılaştığı Türklerin yaklaşımlarını, tavırlarını anlattığı bir bölüm de var.)
Roman, 92 yaşındaki Amerikalı Emmett Conn’un hikayesi olarak başlıyor. Beyninde bir tümör olduğunu öğrendiğinde, ilerlemiş yaşı sebebiyle olsa gerek, bu onun üzerinde pek de sarsıcı bir etki yapmamış gibidir. Asıl sarsıcı olan hem uykuda hem bayılma nöbetleri sırasında görmeye başladığı rüya mı, halüsinasyon mu yoksa hatıralar mı olduğu ayırt edilemeyen görüntülerdir (Yoksa, rüya zaten hatırlamak mıdır?). Kendini, kalabalık ve perişan bir kafileye eşlik eden bir jandarma olarak görür. Kendisi olarak gördüğü jandarma, insanlara zulmeder, kötülük yapar. Öte yandan, kafilede olan Araksi isminde bir kıza da tutkuyla bağlanır ki onunla olan ilişkisi de romanın ana aksıdır zaten.
Emmett, rüyalarında gördüğü kişinin kendisi olmaması için dua eder ama ilerleyen sayfalarda öğreniriz ki Amerikalı Emmett Conn olarak bildiğimiz kişi, aslında Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunda ilk önce jandarma daha sonra Çanakkale cephesinde asker olarak görev yapan Mezreli Türk Ahmet Han’dır. (Nasıl olmuş da kendini Amerika’da bulmuş, o da kitapta.) O andan itibaren de girişte bahsettiğim gibi iki roman okumaya başlarız: biri 92 yaşında beyninde tümör olan bir Amerikalı’nın, hastanelerde, bakımevlerinde, yaşamının bir muhasebesini yaparak geçirdiği hayatının son demlerinin hikayesidir; öteki ise 20’li yaşlarında genç bir jandarmanın Birinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolu’dan Suriye’ye getirdiği sürgün kafilesiyle birlikte yaşadıklarının ve daha sonra Halep’te başından geçenlerin hikayesi.
İki hikaye içiçe geçmiştir ama üzerinde durdukları farklı sorular da vardır. Roman, iki dünya, iki zaman ve o dünyaların dertleri, kaygıları arasında ustaca gidip geliyor. Örneğin, Emmett Conn’un hikayesi okuru yaşlı olmanın bireysel ve sosyal manası üzerine düşündürür. O kadar yaşlanmış biri hayata nasıl bakar, geçmişe ve bugüne? Aile ilişkileri nasıldır? Neyi umursar, neyi umursamaz? Hatıralar o kişiye ne ifade eder? Siz kendinizi düşünün mesela. 80’li, 90’lı yaşlarınıza gelseniz -veya zaten o yaşlardaysanız- 20’li yaşlarınızdaki anılarınız size ne ifade eder/ediyor? Hatırladığınız kişi ne kadar sizdir, ne kadar yabancı? Nitekim, romanda da Emmett ve Ahmet iki farklı kişi gibidir. Ana karakterin iki hali arasında da gidip geliriz. Farklı düşünen iki insan. Geçmişe gittiğimizde Ahmet konuşur ama günümüzdeki karakter Emmett onunla birçok konuda hemfikir değildir. Okurun duyguları acıdığı yaşlı bir adamla tiksindiği bir katil arasına gidip gelir.
Emmett Conn başlarda bu rüyalardan sıkılır, hatta korkar ama daha sonra hatırlamak için rüya görmeye, rüya görmek için uyumaya can atar çünkü anlar ki arınmanın birinci şartı hatırlamaktır ve hatırlamak için de ilkönce unuttuğunu bilmek gerekir. Bunlar üstelik sadece bireyler için değil toplumlar için de geçerli olan hallerdir. Dolayısıyla, Emmett Conn’un hikayesi biraz da Türkiye’nin hikayesine benzer. “…insan ya hatırlar ya da hatırlamaz. Bir kapı ya açılır ya kapanır.”
Emmett (veya Ahmet), geçmişi hatırladıkça belli bir yerden sonra Araksi’yi bulma fikrine kapılır. Başlarda denizde bir kum tanesini aramak kadar umutsuz görünen arayış, Araksi’nin 70 yıl boyunca yanı başında denebilecek bir mesafede olduğunun anlaşılmasıyla sonuçlanır. Peki Emmett, Araksi’yi buluyor mu? Hem evet, hem hayır…
Burada ancak kaba hatlarını çizebildiğim Jandarma romanı, hatırlama-unutma, yüzleşme, bağışlama, pişmanlık, zaman kavramları üzerine düşünmek için iyi bir fırsat sunuyor.
* “Jandarma”, Mark Mustian, çeviren: Maral Cavak Fuchs, Aras Yayıncılık)


