Kadının miras hakkı
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş kadın-erkek eşitliğini hedef alan bir konuşma daha yaptı.
Bu kez konu miras hakkıydı.
Erbaş, dini referanslarla kız çocuklarının erkek çocukların miras hakkının yarısına sahip olmaları gerektiğini anımsattı.
Türkiye’de şeriat düzenini savunanlar bu görüşü destekleyen birçok mesaj yayımladılar.
Türkiye’de kadınların yüz yıllık eşit miras hakkına, dini gerekçelerle karşı çıktılar.
Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmaları, erkeklerin bir lûtfu değil kadınların yüz yıllardır verdikleri mücadelenin bir sonucudur.
Atatürk, eşit miras hakkını da içeren kadın-erkek eşitliğini 1926 yılında Meclis’ten geçirdiği Medeni Kanun’la yasalaştırmıştır.
Şeriat özlemcileri şimdi kadının bu hakkına da göz dikmiş görünüyorlar.
Ancak Atatürk Cumhuriyeti’nde doğmuş büyümüş kadınların da erkeklerin de insan haklarından bir milim geri adım atılmasına izin vermeyeceklerini unutuyorlar.
Kadınların yüz yıllardır erkek egemenliğine, sömürüsüne karşı verdikleri mücadeleyi unutanlara anımsatmakta fayda var.
İnsanların yerleşik yaşama geçiş sürecinde önce taşınabilir şeyler üzerinde mülkiyet kurdukları bilinen tarihi bir gerçektir.
Topraktan önce, ekonomik hayvanlar üzerinde mülkiyet kuran insanlar, bu kontrol ve sonrasında tarıma geçişle üretim bolluğuna ulaşmışlardır.
Mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte savaşçı olarak yetişen erkekler, kadını da mülkiyetleri altına almış ve oluşturdukları kabile yaşamında kadının üretkenliğini ve emeğini sömürmeye başlamışlardır.
Kadının diğer yetenekleri yanında özellikle doğurganlıkları nedeniyle değer üretmeleri, kabileler arası evlenmelerde bir ekonomik karşılık verilmesini doğurmuştur.
Kabile halinde yaşayan toplumlarda gelin alınan aileye (o ailenin babasına) sığır sürüsü verilmeye başlanmıştır.
Sosyo-ekonomik gelişim sürecinde paranın ortaya çıkmasıyla, sığır veya toprak verilmesi gibi para da verilmiştir. Günümüz diliyle başlık parası olarak nitelenecek bu ödeme “sığır evliliğinde” olduğu gibi doğacak çocukların bedeli mahiyetindedir.
Daha sonraki aşamada ise kadının evlilik karşılığında alınan ekonomik değerle ilişkisi tamamen kesilmiş ve köleleştirilmiştir.
Toplumsal sürecin her aşamasında, erkek egemenliği altındaki kadının mülkiyet konusu yapılmasından kaynaklanan temel sorunu, özgürlüğünü kaybetmiş ve insan haklarından mahrum kalmış olmasıdır.
Yüzyıllar boyunca verilen demokrasi ve insan hakları mücadelesi kadının lehine sonuçlar vermişse de özellikle feodal kalıntıların varlığını sürdürdüğü yerlerde sorun devam etmektedir.
Kadın ve çocuk hakları sorununu çözmek, kadının özgür birey olmasını sağlamak ancak çağdaş eğitimin kırsal kesimlere de götürülmesi, özellikle kız çocuklarının okutulması, anne-babaların eğitilmesi, kadının ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşturulmasıyla mümkündür.
Çocukların erişkin yaşa geldiklerinde özgür iradeleriyle evlilik kararı verebilmeleri kadının özgür olmasına bağlıdır.
Bu özgürlüğü sağlamak için çalışmak, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin ve sivil toplum kuruluşlarının en önemli görevi olmalıdır.
21. yüzyılın ilk çeyreği sona ererken kız çocuklarının erkek çocukların miras hakkının yarısına sahip olması gerektiği savunulabiliyorsa Türkiye yüz yıl geriye götürülmek isteniyor demektir.
Bu durumun ortaya koyduğu bir gerçek de Türkiye’de kadın haklarını savunan derneklerin desteklenmesinin ne kadar önemli olduğudur.


