Kardeşlik, Demokrasi ve Hukuk İçin Bir Şans: Komisyonun Sınavı
Halktv sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Türkiye, terörün karanlık gölgesinden çıkmaya çalışırken Meclis’te kurulan “Terörsüz Türkiye Komisyonu” birçok tartışmanın odağına oturdu. Ancak komisyon daha ilk toplantısını yapmadan hem adı hem anlamı değişti. Artık adını “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” olarak anıyoruz. Bu yalnızca bir isim değişikliği değil; aynı zamanda siyasi dengeleri yeniden tanımlayan bir mesajdır. Bu değişiklikte CHP’nin ilkeli ve uyarıcı tutumunun payı büyük.
Cumhuriyet Halk Partisi, komisyonda yer almayı bir “koşullu katılım” ilkesine bağladı. Komisyonun bir anayasa pazarlığına dönüşmemesi, AKP’nin olası rejim mühendisliğine araç kılınmaması için etkili bir müzakere yürüttü. Nitekim CHP'nin talepleri önemli ölçüde karşılık buldu: Komisyon 51 üyeden oluşacak, kararlar nitelikli çoğunlukla alınacak, anayasa değişikliği gündem dışı kalacak. Görünen o ki, bu yeni yapı CHP’nin kırmızı çizgilerine saygı duyulduğunu gösteriyor.
Toplantıların geneli kamuoyuna açık yapılacak. Ancak güvenlik bürokrasisinin katıldığı özel oturumlar —örneğin bu hafta yapılacak olan ve İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı, MİT Başkanı'nın katılacağı toplantı— kapalı gerçekleştirilecek.
Elbette burada da dikkatli olmak gerekiyor: Toplumun güvenliği ile halkın bilgi alma hakkı arasında sağlıklı bir denge kurulmalı. Gizlilik, şeffaflığın istisnası olmalı; kuralı değil.
Ama esas mesele bu teknik düzenlemeler değil. Gerçek sınav, komisyonun içeriği ne kadar doldurabileceğinde yatıyor. Türkiye, sadece silahların sustuğu bir "barış"ı değil; adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün hâkim olduğu bir demokratik düzeni hak ediyor. Komisyon, bu talebin sesi olabilecek mi? Yoksa yalnızca sessizliği yönetmeye mi çalışacak?
Eğer bu sürecin sonunda;
• PKK, toplumsal ve siyasal meşruiyetini tamamen yitirirse,
• Kürtler ve Türkler bin yıllık kardeşliğin onuruna yaraşır biçimde anayasal eşitlik içinde buluşursa,
• Hiç kimse kimliğinden, inancından, düşüncesinden dolayı dışlanmaz, aşağılanmazsa,
• Herkesin doğuştan sahip olduğu haklar hukuk önünde güvence altına alınırsa,
• Hukuk, tarafsız ve eşit şekilde uygulanır, siyasi hesaplaşmaların aracı olmaktan çıkarsa,
• Basın özgürleşir, ifade hürriyeti yeniden hayat bulursa,
• Ve elbette, kimse düşüncesinden ya da muhalif duruşundan ötürü tutuklanmaz, siyasiler iktidara karşı oldukları için yargı yoluyla tasfiye edilmezse...
İşte o zaman bu komisyon, sadece bir rapor yazmakla kalmaz; tarih yazmış olur. Türkiye, bir neslin taşıdığı en ağır yükü geride bırakır ve daha aydınlık bir geleceğe adım atar.
Ve elbette kolay olmayacak. Ancak demokrasi, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı adına bu dönem, siyasi iktidarın meşruiyet sınırları içinde kalmak için belki de son meşru fırsattır. Çünkü bu yalnızca bir siyasi eşik değil, aynı zamanda hukuka dönüş için belki de son tarihsel imkândır. Zira bazı anlar, bir halkın kaderinden önce devletin hukukla var olup olmayacağını belirler.


