Kılıçdaroğlu nun kayyumu gösterip kendine razı etme planı! İşte işin gerçek yüzü
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Mahkeme kararıyla CHP'ye döneceğini artık açık açık söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu, bu planına yönelik açıklama yaparken sık sık "Kayyum olsa daha mı iyi, partimi kayyuma bırakmam" diyor.
Örneğin Sözcü'ye yaptığı son açıklamada şunları söyledi:
“Görevi kabul etmezsem o zaman kayyum riski var. Umarım böyle bir karar çıkmaz. Neden bu kadar korkuyorlar? Kayyum gelse daha mı iyi olur?... Kayyuma sebep olsam bu kez bana ‘13 yıl partiyi yönettin, şimdi de buna izin verdin’ diye tepki gösterirler.”
Kılıçdaroğlu neredeyse her açıklamasında 'kayyumu gösterip kendine razı etme' stratejisi güttü.
KAYYUMU GÖSTERİP KENDİNE RAZI ETME PLANIKılıçdaroğlu bir kahramanlık hikayesi eşliğinde sunduğu planı gerçekleşirse partide kurultay sürecini mahallelerden başlatacağını, sürecin 1,5-2 yıl süreceğini de inkar etmiyor. Yani en az 2 yıl partiyi yöneteceğini, büyük olasılıkla bu sürede yapılacak genel seçimlerde de partinin başında olacağını söylüyor.
KAYYUM MU, KILIÇDAROĞLU MU?Peki çağrı heyeti, Kılıçdaroğlu'nun ifadesiyle 'kayyum' gelirse ne olacak?
Bu sorunun yanıtını da CHP Lideri Özgür Özel verdi. Özel Cumhuriyet'e yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Parti birinci partiyken, partinin başına seçimsiz gelip, milletvekillerini ihraç edip, 2 yıl partiyi yönetmek falan... Çağrı heyeti olsun, demokratik bir yarışın önü açılsın, delege bütün iradesini Türkiye’nin gözü önünde tazelesin. Çok daha doğru bu.
Ben böyle bir seçime girip kaybedersem de partinin neferi olarak çalışırım yine... Önceki genel başkanı olarak. Ama seçim kaybetmeden ya da biri seçim kazanmadan kimseye de partiyi bırakmayız. Mahkeme diyelim ki, en kötü çağrı heyetini belirlesen, 40 gün içinde seçim yapması lazım. Çağrı heyeti kimseyi ihraç edemiyor. Çok açık siyasi partiler kanunu. Olasılıklar planımız da var. Ben zaten böyle bir şeyin sonuç değil, süreç odaklı olduğunu görüyorum; ama en kötüsünde de ben bana emanet edilen İBB’yi de İBB Başkanlığı’nı da bırakmadım. CHP’de de emaneti yere bırakmam.”
KILIÇDAROĞLU İLE 2 YIL, 'KAYYUM' İLE 40 GÜNİşte Kılıçdaroğlu'nun sık sık 'Partimi kayyuma mı bırakayım' sorusunu sorarak işlettiği planın püf noktası da bu.
Mahkeme mutlak butlan kararı alırsa görevi bir çağrı heyetine verebilir, bu durumda CHP'lilerden oluşan heyetin görevi 40 gün içinde partiyi kurultaya taşımak olacak. Diğer bir olasılık partiyi önceki genel başkana vermek. Bu durumda Kılıçdaroğlu tam 2 yıl boyunca partinin başında kalacak.
CHP Kurultayı davasıyla başlayan kayyum-çağrı heyeti tartışması da yeni değil... İşte yakın siyasi tarihimizde yaşananlar...
KAYYUM MU, ÇAĞRI HEYETİ Mİ?Türkiye siyasetinde bir ilk 2010 yılında yaşandı. Saadet Partisi’nin yönetimi, Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi kararıyla görevden alınarak kayyum heyetine devredildi. Bu gelişme, Numan Kurtulmuş’un genel başkanlığı döneminde parti içinde yaşanan derin görüş ayrılıklarının ve 11 Temmuz 2010’da yapılan olağanüstü kongredeki usulsüzlük iddialarının ardından geldi. Mahkeme, bu kararla hem parti içi krizi yönetmeyi hem de siyasi işleyişi yasal zemine oturtmayı amaçladı. Ancak karar, Milli Görüş hareketinde önemli bir ayrışmaya da zemin hazırladı.
Parti İçindeki Gerilim: Liderlik Mücadelesi ve Tartışmalı KongreNuman Kurtulmuş, 26 Ekim 2008 tarihinde yapılan kongrede Saadet Partisi’nin üçüncü genel başkanı seçildi. Ancak bu yeni dönemde, Kurtulmuş ile partinin kurucu lideri Necmettin Erbakan arasında özellikle Genel İdare Kurulu listesi konusunda ciddi görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Gerilim, 11 Temmuz 2010’da yapılması planlanan olağanüstü kongre öncesinde iyice arttı.
Kongrede Kurtulmuş yeniden genel başkan seçildi. Ancak Erbakan’a yakın isimlerin başını çektiği ve Oğuzhan Asiltürk’ün liderlik ettiği bir grup, seçim sürecinde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle yargıya başvurdu. Bu süreçte parti hakkında toplam 14 dava açıldı. Parti içinde çeşitli fiziki gerginliklerin de yaşandığı ifade edildi.
Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, 22 Eylül 2010 tarihinde, kongrede usulsüzlük yapıldığına hükmetti. Mahkeme, 11 Temmuz’da yapılan kongreyi geçersiz saydı, Kurtulmuş’un yeniden seçilmesini iptal etti ve parti yönetimini kayyum heyetine devretti. Karar, Türk Medeni Kanunu’nun 427. maddesinin 4. fıkrası uyarınca verildi. Bu madde, bir tüzel kişinin gerekli organlara sahip olmaması ve yönetimin başka bir yolla sağlanamaması durumunda kayyum atanabileceğini öngörüyordu.
Ayrıca TMK Madde 75 de bu karara dayanak oluşturdu. Bu maddeye göre, yönetim kurulu genel kurulu toplayamazsa, sulh hukuk hakimi, üyelerden birinin başvurusu üzerine toplantı çağrısı yapacak bir kurul atayabiliyor.
Mahkeme, Mustafa Kamalak, Hasan Bitmez ve Şerafettin Kılıç’tan oluşan bir çağrı heyetini görevlendirdi. Heyet, partiyi olağanüstü kongreye götürmek ve yasal olarak meşru organların yeniden oluşmasını sağlamakla sorumlu kılındı.
Kayyum kararı, parti içindeki gerilimi daha da derinleştirdi. Numan Kurtulmuş, 1 Ekim 2010’da hem genel başkanlıktan hem de parti üyeliğinden istifa etti. Bu adım, Milli Görüş geleneğinde büyük bir kırılma yarattı.
Kurtulmuş, kısa süre sonra, 1 Kasım 2010’da Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kurdu. 28 Kasım’da yapılan ilk olağan kongrede 210 delegeden 207’sinin oyunu alarak kurucu genel başkan oldu. Ancak HAS Parti, siyasi yaşamını uzun süre sürdüremedi ve 2012 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile birleşme kararı alarak faaliyetlerini sonlandırdı.
Bu gelişmeler, bir mahkeme kararının yalnızca teknik bir düzeltme değil, aynı zamanda yeni bir siyasi sürecin başlangıç noktası olabileceğini gösterdi.
Türk Medeni Kanunu’na göre kayyum, belirli bir tüzel kişiliğin işlevlerini geçici olarak yürütmek üzere atanan kişidir. Kayyım ataması, TMK’nın 426 ila 431. maddeleri arasında tanımlanıyor. Siyasi partilere kayyum atanmasına ilişkin özel bir düzenleme olmasa da, TMK’nın tüzel kişilere dair genel hükümleri bu tür durumlarda devreye giriyor.
TMK Madde 427/4, bir tüzel kişiliğin gerekli organlardan yoksun kalması ve başka yollarla yönetimin sağlanamaması hâlinde, sulh hukuk mahkemesinin kayyum atayabileceğini öngörüyor. Saadet Partisi örneğinde olduğu gibi, mahkemeler bu genel hükmü esas alarak siyasi partilerde yaşanan ciddi yönetim krizlerine müdahale edebiliyor.
"Kayyum" kavramı, özellikle 2016 sonrası belediyelere yönelik uygulamalarla birlikte gündeme daha yoğun biçimde geldi. Ancak belediyelere yapılan atamalarla siyasi partilere yapılan kayyum atamaları arasında hem hukuki dayanaklar hem de amaçlar açısından önemli farklar var:

Saadet Partisi’ne yönelik kayyum ataması, yargı kararıyla gerçekleştirilmiş bir iç dengeleme ve yeniden yapılandırma süreciydi. Buna karşılık, belediyelere yönelik kayyum atamaları idari işlemlerle yapılmakta ve daha çok güvenlik ve kamu hizmeti temelli gerekçelere dayanıyor.
Siyasi partilere yönelik "kayyum" veya çağrı heyeti atamaları ise, partilerin iç tüzük ve yasalara uygunluğunu denetleme ve parti içi demokratik süreçleri güvence altına alma amacı güdüyor ancak bu siyasi sonuçları olan hukuki bir müdahale. En büyük fark, her bir kayyum türünün dayandığı hukuki mevzuat, atanma amacı ve yetki alanının genişliği. Siyasi partilere atanan kişilere kayyum adı verilse de esasen bir çağrı heyeti görevi görüyorlar ve partili kimliği taşıyorlar.
Bu tür atamaların temel amacı, parti içindeki hukuki sorunu çözmek ve demokratik işleyişi sağlamak diye tanımlandığı için heyetin yetkileri genellikle bu amaca yönelik olarak kısıtlanır. Örneğin, Saadet Partisi örneğinde olduğu gibi, heyetin temel görevi "olağanüstü kongre çağrısı yapmak" ve bu kongreyi hukuka uygun şekilde organize etmekti. Heyet, partinin genel siyasetine, mali işlerine veya günlük idari faaliyetlerine müdahale etmez.
Atanan heyet, yetkilerini kullanırken parti tüzüğüne ve yürürlükteki yasalara (Siyasi Partiler Kanunu, Medeni Kanun vb.) uygun hareket etmek zorundadır. Mahkeme kararı, bu çerçeveyi çizer ve heyetin bu sınırlar içinde kalmasını sağlar.


