‘Konuştuğunuzda başkalarının da sesi oluyorsunuz’
Hurriyet sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
O daha çocukken omzuna ağır sorumluluklar yüklenmiş ama asla pes etmemiş güçlü bir kadın. Fatma Çelik’le önce telefonda konuşuyor, sonra da yazılı olarak yapıyoruz röportajımızı. “Yaşadıklarımız kaybolmasın diye yazdım” diyor telefon konuşmamız sırasında. ‘Babasının Kızları’ kitabı hafıza aktarımıyla kalmıyor, törelere karşı verilen mücadeleye de ayna tutuyor. Kitabın merkezinde Çelik’in yengesi Halide var. Onun acı dolu yaşamı üzerinden anlatıyor Çelik hikâyeyi... İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyoloji ve İstanbul Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Felsefe bölümlerinde eğitimini sürdüren Çelik’le kitabını ve hayatını konuştuk.
◊ Çocukluğunuzdan aklınıza ilk gelenler neler?
Yaz gecelerinde damda serilen 25-30 yatağın üstünde abim, kardeşlerim ve yeğenlerimle uykumuz gelene kadar oynadığımız o neşeli akşamlar... Birlikte büyüdüğümüz, tek sınıflı okulda kuzenlerim, abim ve iki kardeşimle aynı sırayı paylaştığım o sıcak günler... İçimi ısıtan, çocukluğumun en kıymetli anıları.
◊ Erken yaşta evlenmek ve töreler hayatınızı nasıl etkiledi?
Hayatım çok erken yaşta adeta bir anda değişti. Çocukken omzuma ağır sorumluluklar yüklendi. Törelerin çizdiği bir çerçevenin içinde yaşamak zorundaydım. Çocukken kadın oldum, ne olduğunu anlamadan anne oldum. Töreler bana hiç fikrimi sormadı. Yaklaşık 25 yıl boyunca hayatımda ben yoktum. Zordu ama beni bugünkü ben yapan, o yılların içinden geçerken taşıdığım inanç ve direnç oldu.
◊ Çocuklarınızı yetiştirirken en çok neye önem verdiniz?
Önceliğim özgüvenli, vicdanlı, adalet duygusu gelişmiş bireyler olmalarıydı. Düşüncelerini ifade etmekten çekinmeyen, ayakları üzerinde durabilen çocuklar yetiştirmek istedim. Hayat her zaman kolay değil; zorluklar kaçınılmaz.
◊ Eğitiminize devam etme kararı aldığınızda eşinizin, çocuklarınızın ve torunlarınızın yaklaşımı nasıl oldu?
Ortaokula başlarken dersleri bilmeme rağmen cesaretimi toplayıp eşimden destek istedim. Eğitim hayatıma onu da dahil ettim. Hiçbir zaman önüne geçmeye çalışmadım. Derslere gösterdiğim çabayı gördükçe bana inandı. Ortaokuldan liseye, oradan da üniversiteye adım adım ilerledim. Eşim 25 yıl boyunca babasının yanında benimle konuşmazdı. Ataerkil bir yapıdan geldiği için yıllarca sessiz kaldım, pek çok şeyi sineye çektim. Ancak zamanla emeğim, sabrım ve sevgim değişimi getirdi. Bugün bazen beni okuluma bırakıyor. Bu yolculuk, sadece benim değil, bizim ortak dönüşüm hikâyemiz oldu. Bu yolda en büyük destekçilerim, çocuklarım ve torunlarım. Hepsi bana inandı, yanımda durdu.
◊ Sosyoloji ve felsefe bölümlerini seçmenizin nedeni var mı?
Sosyoloji ve felsefe özellikle bizim gibi yaşamın yükünü erken yaşta omuzlamış, hayatı derinlemesine yaşamış insanlar için çok kıymetli iki alan. Sosyoloji insan davranışlarını, toplumun yapısını, kültürü, gelenekleri ve değişimi anlamamı sağladı. “Neden susarız”, “Neye boyun eğeriz, neye direniriz” gibi sorulara yanıt ararken kendi hayatımı da çözümlemeye başladım. Felsefeyse bana düşünme cesaretini verdi.
◊ Kitabın merkezinde yengeniz Halide var. 75 yaşında yaşamını, ailesinin tarihini torunlarına aktarıyor. En yakınlarını acı bir şekilde kaybetmiş. Bunları bir taş gibi böğründe taşımış, hiç anlatmamış. Bu suskunluğun sebebi neydi, anlatmaya nasıl karar verdi ?
Kültür, coğrafya ve töre, özellikle kadınlar için yalnızca bir yaşam biçimi değil, aynı zamanda güçlü bir baskı aracına dönüşebiliyor. Yengemin büyüdüğü toplumsal yapı da böyleydi. “Genç kızsın, ayıp olur”, “Gelinsin, susman gerek” gibi sözler onun da hayatına yön verdi. Bir ömür boyu bu suskunlukla yaş aldı. İçine attı, unutur gibi yaptı. Kimsenin olmadığı zamanlarda ağıtlarıyla dökerdi içini. Ta ki hayat arkadaşı Ramazan Abimi kaybedene kadar. O kayıp, içindeki bastırılmış acıların taşmasını tetikledi. Artık anlatmak istiyordu. Yaşadıkları yalnızca kendi hikâyesi değildi; bir dönemin, bir kültürün, bir toplumun sessiz çığlığıydı. Konuşmaya karar verdiğinde, bu sadece bir itiraf değil; aynı zamanda bir hafıza aktarımı, bir direniş ve iyileşme süreciydi.
◊ Cesur ve cömert erkekler, hızlı problem çözme becerisine sahip kadınlar okuyoruz kitapta ama ağır bedeller ödüyorlar... �
Kültür, coğrafya ve töre özellikle kadınlar için sadece hayatın şeklini değil, kaderini belirliyor. Önce sesin, sonra hayallerin törpüleniyor. Tüm bunlara rağmen üretmeye, yaşatmaya, umut etmeye devam ediyorlar. Üstelik sadece güçlü olmakla kalmıyor, kriz çözme becerileri, analitik zekâları da gelişiyor. Çünkü hayatta kalmak, çocuklarını korumak, evin yükünü taşımak için çözüm üretmek zorundalar. Erkek olmak da zor ama kadınlara dayatılan roller çok daha acımasız. Kadınlara şunu söylemek istiyorum: Sesiniz yalnızca size ait değil. Konuştuğunuzda, başkalarının da sesi oluyorsunuz.
‘YAZARKEN SADECE ANLATMADIM, İYİLEŞTİM’
◊ Kitapta 7 gün 7 gece süren düğünler de var, büyük acılar da. Yengeniz Halide’nin 15 yaşındayken annesini ve kardeşlerini gözleri önünde kaybetmesi, ölü taklidi yaparak hayatta kalması. Bu anıları yazarken neler hissettiniz?
Düğünlerin bu kadar uzun sürmesi, aşiret kültüründe çok anlamlıydı. Bu düğünler sadece bir evlilik değil, aynı zamanda aşiretin devamıydı. Bu da büyük kutlamalarla, 7 gün 7 gece süren düğünlerle taçlandırılırdı. Ne kadar acı olursa olsun, yas dönemi geçtikten sonra bu kutlamalar mutlaka yapılırdı. Bu bir gelenek, bir varoluşun sembolüydü. Ama işin bir de acı tarafı var. Halide Yengem ilk kez o korkunç anıları anlattığında adeta yıkıldım. Günlerce kendime gelemedim. Çocukluğumdan beri onun sessiz ağıtlarını duyardım, hep etkilenirdim ama tam olarak nedenini bilmezdim. Bu kitap, onun içinde yıllarca bir taş gibi taşıdığı acıları dökme çabasıydı. Benim içinse hem bir vasiyeti yerine getirmek hem de içimde biriken sorulara cevap bulma yolculuğuydu. Kitap bana geçmişimle yüzleşmeyi, suskunlukların ardındaki çığlıkları duymayı öğretti. Kendi yaralarım da sayfalara döküldü. Ben de o dönemin hem tanığı hem de mağduruyum. Yazarken sadece anlatmadım, iyileştim. Torunlarıma da bu kitapla demek istiyorum ki: Suskunluk kader değildir. Size susun dedilerse, anlatacaklarınız yok diye değil, anlatmanızdan korktukları içindir. Kitap okuyuculara da şu soruyu sordurmak istiyor: Susturulan hayatların bedelini kim ödüyor? Ve biz bu sessizlikle gerçekten yüzleşebiliyor muyuz?


