Kötülüğün en saf hali
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Dünyanın en bilinen ifadesidir: Cogito ergo sum.
Yani “DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM.”
Descartes’ın bu aforizması aslında eksikmiş! Felsefeciler öyle düşünüyor ve şöyle tamamlıyor:
“Dubito ergo cogito ergo sum..”
Yani “ŞÜPHE EDİYORUM ÖYLEYSE DÜŞÜNÜYORUM ÖYLEYSE VARIM.”
Bir gazetecinin temel düsturu şüphe etmektir bence. Dolayısıyla ifade zihnimde tam yerini buldu.
Aslına bakarsanız sadece gazetecilikte değil, hayatın her alanında şüphe düşünmenin yolunu açar.
Keşifler, icatlar, daha rahat bir hayat.. Hep böyle mümkün olmuştur.
Kimileri “çok eskiden çok daha mutluyduk” diyecektir.
Kusura bakmasınlar, çok eskiden mutluluktan söz bile edilmezdi. Hayat, yönetilenlerin yönetenler için ölesiye çalıştığı.. Zaman zaman da gerçek anlamda öldüğü bir kabustan ibaretti.
İnanç sistemleri de arzuların öte hayata ötelenmesi için yaratılmıştı.
Binlerce yıl sonunda geldiğimiz nokta işte bu! Var olmak değil KUL olmak yüceltiliyor. Düşünmek de tehlikeli ve yasak sayılıyor.
Düşünün; Türkiye faizde, enflasyonda, gelir adaletsizliğinde, demokratik normlarda dünyanın en alt sıralarında..
Peki Ankara’da dün EKONOMİ ŞURASINDA boğazları aşmış sıkıntılar dile getirilirken, Erdoğan ne yapıyor?
Sorunları çözme vaadiyle çeyrek yüzyıldır iktidar koltuğunda oturan beyefendi İstanbul’da cami açıyor.
Tabii, semtimizde cereyan ettiği için yakından tanık olma fırsatı buldum.. 100 kadar vatandaşın huzurunda küçücük bir caminin açılışı için ortalık kilitlendi. Koruma ordusu.. Sokak aralarında çelik bariyerler.. Jammer yüklü zırhlılar.. Bir yanda Erdoğan’ın bir yanda Diyanet İşleri Başkanı’nın son model arabalı konvoyları..
Çocuklar evde aç yatarken takıp takıştırıp komşu düğününe gidenler gibi sırıtarak selamlar verdiler. Ve sırça köşklerine geri döndüler.
X’te bir paylaşım tam da bu tabloyu özetliyordu:
“Geçenlerde Japonya 173 milyon dolara dünyanın en hızlı bilgisayarını inşa etti. Biz o paranın 10 katını Diyanet’e verdik ve Diyanet ‘baldızla ilişki nikah düşürmez’ dedi.”
Eğer zihnimizde cinsellikten başka bir şeye yer bırakmazsak olacağı ve zaten olduğu budur.
İmamoğlu’nu bitirmek için 19 Mart’tan bu yana memleketi kasıp kavuran operasyonları da düşünmezsiniz.. Neden simit ve peynirin bile artık lüks haline geldiğini kafanıza takmazsınız…
*. *. *
Peki düşünmemek sadece refahla, geçimle ilgili bir barikat mı?
Hayır.
Düşünmemek ahlakı yok eder.. Toplumu çürütür.
Ahlak için Müslüman olmak yetseydi sorun değildi.
Ama rica ederim.. Şu örnek neyle, nasıl izah edilebilir?
“ İzmir Buca'da, belediyeye ait kent lokantasına ürün yetiştiren seraya saldırı düzenlendi. Serada bulunan tüm ürünler yandı, tam 7,5 ton ürün çöpe gitti.”
Kent lokantaları, biliyorsunuz başta İmamoğlu, CHP’nin yerel yönetim projesinin en önemli ayağı. Anlaşıldı ki, sırf bu yüzden iktidarın da 1 numaralı hedefi.
Buca’daki Seranın su deposuna tuz konulduğu, bu tuzun bitki köklerine zarar vererek yanmalarına sebep olduğu anlaşıldı. Belediye Başkanı Görkem Duman bunu “HAİNLİK” olarak tanımladı.
Evet düpedüz hainlik.. Hatta bana göre KÖTÜLÜĞÜN EN SAF HALİ.
Yoksulların aşına göz dikmek başka nasıl açıklanır.
Sorsanız, sokaktaki pek çok Reissever gibi, Erdoğan iktidardan giderse müslümanlığın elden gideceğini söyleyecektir o hainler. Çünkü düşünmekten çoktan vaz geçmiştir.
Ne Erdoğan öncesini hatırlar.. Ne de onun da bir ölümlü olup elbette gideceğini akıl eder..
Zihninde Ali Erbaş’ın masalların dışında bir şeye yer kalmadığı için “İBB operasyonlarında gizli tanıkların yaklaşık 800 dosyada yer almasının” ne anlama geldiği ise tamamen kapsama alanının dışındadır.
*. *. *
Cahit Uçuk, otobiyografik kitabı “Bir İmparatorluğun Çöküşü”nde anlatır: 29 Ekim 1923 akşamı, yaşadığı Karadeniz ilinde, ülkenin hemen her yerinde olduğu gibi mütevazı boyutlarda havai fişekler patlar. Bir köylü ne olduğunu sorunca haberi verir: “cumhuriyet ilan edildi”.
Tepki şöyle gelir: ÇOK YAŞA PADİŞAHIM!
Yüzlerce yıl padişahlıkla yaşayanlar için şaşırtıcı değil elbette. Genetik kodlara işlemiş korkulardan, alışkanlıktan söz ediyoruz.
Cumhuriyet öyle bir toplumdan yurttaş yaratma projesiyle yola çıktı. Ama önce toprak ağalarına, aşiret reislerine.. Sonra da tarikatlara teslim oldu.
O nedenle mesele İmamoğlu ve arkadaşlarını hukuksuzluğun elinden kurtarmanın, Erdoğan’ın yerine demokrat bir cumhurbaşkanı seçmenin çok ötesinde.
Cumhuriyeti kurtarmak, akılla barışmak zorundayız.
Kent lokantalarını baltalamak adına seralarda yapılanlar yarın insanlara da yapılabilir. Olmaz mı!!
Aklın tümüyle devreden çıkartıldığı Taliban Afganistanı’na bakın, göreceksiniz.


