Kurşun, sandık, liderlik Sözcü Gazetesi
Sozcu sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Yıl 1977.
Türkiye, Amerikan ambargosu, petrol kuyruğu, sağ-sol çatışmaları, kanlı 1 Mayıs’la yanıyor. Sokakta silah, evde karne var.
Ekim ayında yapılması planlanan seçimler 5 Haziran’a, erkene alınmış.
Sahnenin bir ucunda Bülent Ecevit; diğerinde Süleyman Demirel.
★★★

Ecevit, mitingden mitinge koşuyor.
Konuşmalarını otobüste deftere kendi eliyle yazıyor.
Ama her adımda karşısına taş değil, artık kurşun çıkıyor.
26 Nisan’da Niksar’da konvoyu taranıyor, seçim otobüsü tuzla buz. 10 kişi yaralı.
Ertesi gün Şiran’da 300 kişilik bir saldırı daha. 8 kişi ağır yaralı.
Gümüşhane’den Erzincan’a geçiyor. Orada da silahlı ülkücüler bekliyor.
Ve sonra: 29 Mayıs, İzmir Çiğli Havalimanı.
Ecevit otobüse binerken uzun menzilden bir kurşun patlıyor.
Mehmet İsvan’ın bacağına saplanıyor. (Halk Ekmek fabrikalarının kurucusu, dönemin en sevilen İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın kardeşi)
Kurşunun zehirli olduğu ve bir polis tarafından ateşlendiği ortaya çıkıyor.
★★★

Taksim mitinginin yapılacağı günkü gazeteler. 3 Haziran 1977
Aynı gün İstanbul’da bombalar patlıyor: Yeşilköy, Sirkeci.
Ama en çarpıcı an 3 Haziran’da yaşanıyor.
Başbakan Demirel, Ecevit’e bir mektup yazıyor.
“Taksim mitinginde sana suikast olacak” diyor.
Devlet, tehdidi biliyor ama güvenliği sağlamıyor!
Ecevit ne yapıyor?
Radyoya çıkıyor.
“Ben ve eşim yarın Taksim’de olacağız” diyor.
O sırada TRT, mitingin iptal olduğunu anons ediyor.
Gazeteler manşetten ‘suikast olacak, ortalık karışacak’ diye başlıklar atıyor.
Buna rağmen ertesi gün:
Taksim tıklım tıklım.
500 bin kişi toplanmış!
Kurşuna rağmen, tehdide rağmen, halk orada.
Ecevit konuşuyor: “Ne yaparlarsa yapsınlar, yılmayacağız.”
★★★
5 Haziran 1977’de sandıklar açılıyor.
CHP, oyların yüzde 41.4’ünü alıyor. Ecevit, seçim tarihinin en büyük zaferlerinden birini kazanıyor.
Kurşunlar geri tepiyor.
Halk, korkmayana oy veriyor.
★★★
Bu hikâyeyi anlatmamın sebebi yalnızca nostalji değil.
Çünkü aynı tarih, farklı coğrafyalarda kendini tekrar ediyor.
- Churchill, bombalar düşerken kabinesinin tüm baskısına rağmen Hitler’le müzakere etmeyi reddetti. “Kaplanın ağzında uzlaşma olmaz” dedi. Savaşın ortasında masaya oturmak, silah bırakmak değil, diz çökmekti çünkü... Uzlaşma, ancak eşitler arasında olurdu. Güç dengesi kurulamamışsa, normalleşme önerisi bir başka adla teslimiyetti.
- Özal, 1988’de suikasta uğradığında “Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz” dedi. Ve o algı, bir yıl sonra onu Çankaya’ya taşıyan atmosferin tuğlalarından biri oldu.
- Trump, geçen yıl kulağından vurulduğunda “O kurşun Biden’ın sözleri yüzünden geldi” dedi. O cümleyle, Amerikan siyasetinde alışıldık tüm nezaket kodlarını imha etti. Ardından yumruğunu kaldırdı: “Fight! Fight! Fight!” (Savaş, savaş, savaş) Kendisini kurban değil, savaşçı lider olarak konumlandırdı.
Ve hepsi bu sözlerle, kitlelerin gözünde gönlünde bir şeyler kazandı.
★★★
Bugün Özgür Özel’in önünde de benzer bir dönemeç var.
CHP’yi uzun zaman sonra yeniden “meydan okuyan” pozisyona getirdi.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı bir ‘geçmiş olsun’ telefonu, bu rüzgârı kısa süreliğine durdurdu. Özel, önce “Telef, sözü geri alınmış sayılır” dedi.
Ama ardından vitesi tekrar yükseltti.
İyi de yaptı.
★★★
Zira seçim sathında, seçmen psikolojisi başka türlü işliyor.
Toplumlar, sorun çözenlerden çok, sorunla savaşanları takip ediyor.
Merkeze kayan değil, merkeze başkaldıran kazanıyor.
Barış çağrısı yapanı değil, rest çekeni, sertleşeni, kora kor mücadeleyi alkışlıyor.
Düşman yaratmadan, zafer kazanmak mümkün olmuyor.
Tarihe geçenler telefonları kayda alanlar değil, tarihi o masanın üstüne yumruk gibi koyan gözü pek liderler oluyor.


