Mafyalaşan Yargı Çürüyen Adalet
Halktv sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Türkiye’de adaletin terazisi, artık haklı ile haksızı değil, güç ve imtiyazı tartar hale geldi. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in gündeme taşıdığı “yargı borsası” iddiası, yalnızca bir siyasi açıklama değil, Türkiye’nin anayasal düzenine dair hayati bir alarm zili işlevi gördü.
Bu iddia, sosyal medya polemiklerinden veya dedikodu mecralarından ibaret değildir; doğrudan doğruya anayasal devletin varlık sebebi olan yargı erkinin içten içe çürümesiyle ilgilidir. Ve bu çürümenin bedeli, yalnızca birkaç avukat ya da hâkim-savcıya değil, bütün bir topluma kesilmektedir.
SESSİZLİK EN BÜYÜK İTİRAFAdaletin şaibeyle anılması, bir hukuk düzeni için en büyük tehditlerden biridir. Bugün adliye koridorlarında yalnızca müvekkillerin değil, “aracıların” ve “ayarlayıcıların” dolaştığı iddia ediliyorsa; ortada münferit bir çürük elma değil, bütün sepeti kokutan bir durum vardır.
Avukatların yaratılan kartlı sistem nedeniyle giremediği Yargıtay koridorlarına ‘takipçiler’in girebildiğinin konuşulduğu bir ortamda yargı bağımsızlığından söz edilebilir mi?
Avrupa Konseyi’nin yargı bağımsızlığına ilişkin standartları, yalnızca kararların adil olmasını değil, yargının aynı zamanda tarafsız görünmesini de şart koşar. Yargıcın tarafsız görünmediği bir yerde, adaletin varlığından da söz edilemez.
Ne var ki, Türkiye’de artık kimi kararların kendisinden çok, o kararların hangi avukat veya hangi “ilişki ağı” üzerinden etkilendiği konuşulmaktadır. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin birçok kararında işaret ettiği üzere, bireysel güven kaybını aşan, kurumsal bir çürümenin ifadesidir.
Sessiz kalan kurumlar –barolar, Hâkimler ve Savcılar Kurulu, hatta Yargıtay ve Danıştay– bu güven kaybının hızla derinleşmesine seyirci olmaktadır. Danıştay, Avukatların giremediği koridorlarla anılmaktadır. Oysa susmak, en büyük itiraf biçimidir.
BU NOKTAYA TESADÜFEN GELİNMEDİTürkiye’nin bugün geldiği bu tablo, bir anda ortaya çıkmış değildir. Yargı, önce cemaat kadrolarına teslim edildi. Devletin en köklü kurumlarından biri olan yargının 100 yıllık birikimi, liyakat düzeni ve teamülleri, cemaatçi yapılanma eliyle bozuldu.
Ardından 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bu yapı tasfiye edildiğinde, boşalan yargı kadroları bu kez AKP’nin il, ilçe teşkilatlarından devşirilmiş, liyakatsiz isimlerle dolduruldu.
Bununla da kalınmadı; iktidar yargı içinde “kendi yanlısı” hâkim ve savcıları yaratırken, baroları da bölerek kendisine yakın yapılar inşa etti. “Numaracı baro” uygulaması, yalnızca mesleki bir düzenleme değil, siyasal iktidarın yargı üzerinde yeni bir denetim mekanizması kurma girişimiydi.
Bugün ortaya çıkan “yargı borsası” iddialarının, bu uzun süreli tasfiye ve yeniden yapılanma sürecinin doğal sonucu olduğu söylenebilir. Kendilerinden olmayan Baro üyelerini sistemin dışına iten bir sistemin adil yargı olarak yansıtılmasına inanacak mıyız?
AVUKATI VE HAKİMİ AYRI AYRI DEĞİL, ADALETİ KORUMAK GEREKİRBu noktada elbette tüm hâkim ve savcıların ya da tüm avukatların zan altında bırakılması doğru değildir. Türkiye’nin vicdanıyla karar veren hâkimleri de vardır, meslek onuruyla gece yarılarına kadar çalışan binlerce avukatı da. Ancak sessizlik, çürümeye ortak olmaktır. Bu bir meslek içi tartışma değil, doğrudan doğruya kamusal güvenlik meselesidir.
Baroların ve Hâkimler Savcılar Kurulu’nun bu iddialara karşı acilen tavır alması gerekmektedir. İzlemek, geçiştirmek ya da dosyaları raflara kaldırmak; adaleti geri dönülmez biçimde çökertir. Bugün Türkiye’de adalet sistemine güvenin yüzde 20’nin altına inmesi, yalnızca bireysel hataların değil, sistematik çürümenin ve kurumsal sessizliğin sonucudur.
AVRUPA NE YAPIYOR?Almanya’da bir hâkim ya da savcının, dosya dışında bir avukatla özel ilişki kurması, başlı başına disiplin ve hatta görevden alınma nedenidir. Fransa’da benzer iddialar yargı etiği komisyonları tarafından şeffaf biçimde soruşturulur. Avrupa Birliği ülkelerinde yargı etiği kurulları, yalnızca meslek içi denetim değil, aynı zamanda kamuoyunu bilgilendiren güven mekanizmaları olarak çalışır.
Peki, bizde durum ne? Türkiye’de avukatlarla hâkim-savcıların etik dışı görüntüleri ve ilişkileri, yalnızca avukat-hâkim bağını değil, yurttaşla adalet arasındaki köprüyü de çürütmektedir. Çünkü yurttaş artık, mahkeme kararının delillere mi yoksa pazarlıklara mı dayandığını sorgulamaya başlamıştır.
SONUÇ: BU BORSA DAĞILMADAN DEVLET AYAĞA KALKAMAZ“Yargıdaki borsa” tabiri, ağır bir itham değil; ağırlaşan gerçeğin acı ifadesidir. Bu gerçekle yüzleşmek artık bir siyasi tercih değil, bir hukuki zorunluluktur. Her yurttaş bilmelidir ki adaletin pazarı kurulursa, orada hukuk değil, hüküm satılır. Ve o pazarda ne hak aranır, ne hakikat yaşar.
Adaletin onuru yalnızca hâkimlerin ve avukatların değil, bir milletin kendi kendine güvenme yetisinin temelidir. O nedenle bu çürümeye sessiz kalmak, yalnızca bugünü değil, geleceği de yitirmek anlamına gelir. Eğer yargıdaki bu borsa dağılmazsa, devletin ayağa kalkması da mümkün değildir.
Çünkü devletin temeli, adalettir; adaletin temeli ise güvenilir, tarafsız ve şeffaf bir yargıdır. Barolar ve Avukatlar tarafsız ve şeffaf yargının teminatı ve güvencesidir. Çünkü Avukatlar bağımsız ve özgürdür.


