Meral Danış Beştaş: “Özel kanunlar çıkarılabilir” Agos
Agos sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
PKK üyesi ilk grubun törenle silahlarını yakması ve sonrasında Türkiye’de atılacak adımlar tartışılıyor. DEM Parti Erzurum Milletvekili, HDK Eş Sözcüsü ve hukukçu Meral Danış Beştaş, süreci ve beklenen yasal düzenlemeleri Agos'a değerlendirdi. Beştaş, “Şiddet dışı yöntemlerle, onların hukuki güvencesinin sağlanması gerekiyor” diyor.
PKK üyesi ilk grup 11 Temmuz'da Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ndeki Süleymaniye şehrine 30 kilometre uzaklıktaki Casene bölgesinde silahlarını yaktı. PKK’nin silah bırakma merasiminde gazeteciler, siyasetçiler ve hak savunucuları bir aradaydı. Merasime dair analizler uzunca bir süre yazıldı, konuşuldu. Şimdi gözler, dönüş yolunu ve hukuki güvenceleri şekillendirecek yasal düzenlemelerde. Akıllardaki sorular, yeni yasal düzenlemeler ve kendini fesheden, silahlarını yakan PKK’lilerin bundan sonra hukuken nasıl karşılanacağı… DEM Parti Erzurum Milletvekili, HDK Eş Sözcüsü ve hukukçu Meral Danış Beştaş, “Şiddet dışı yöntemlerle, onların hukuki güvencesinin sağlanması gerekiyor” diyor.
Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 11 Temmuz’da 30 PKK’li silahlarını yaktı. Bundan sonrası için hukuki düzenlemelerden bahsediliyor. Bu düzenlemeler neleri içeriyor; PKK’lilerin dönüşü nasıl olacak; yargılama olacak mı, talepler ne?
Şu anda somut bilgiler ya da bir düzenleme söz konusu değil. Elbette silah bırakanlar açısından bunun bir mekanizmaya oturması ve sürdürülebilir olması önemli gündemlerden biri. Temel talepler, silahların bırakılması, imha edilmesi ve siyaset kanallarının açılması yönünde. Bunun için mecliste bir komisyon kurulacak. Ele alınması gereken önemli meselelerden biri, silah bırakanların bundan sonra hukuken nasıl bir yöntemle karşılanacağı. Elbette silah bırakanlar cezaevine girmek niyetiyle silah bırakmıyor. Şiddet dışı yöntemlerle onların hukuki güvencesinin sağlanması gerekiyor. Şu anda ortada somut bir düzenleme olmadığı için ne olacağını kestirmek zor. Bu konuda birçok ülke deneyimi var, özel kanunlar çıkarılabilir.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, “Ankara ve İstanbul'da demokratik siyasetin öncüleri olmak isteriz, artık top karşı tarafta, atılacak adımları bekliyoruz” ifadelerini kullandı. Temel taleplerden biri siyasete katılma gibi görünüyor diyebilir miyiz?
Tabii ki… Gerek 22 Şubat çağrısında gerekse Öcalan’ın 11 Temmuz’da kamuoyuyla paylaşılan mesajında bu açıkça ifade ediliyor. Meselenin bütüncül bir hukuk anlayışıyla ve hukuki zemin üzerinde çözülebileceği yönünde net bir mesaj var. Biz her zaman Kürt meselesinin şiddet dışı yöntemlerle, diyalog ve müzakerelerle çözülebileceğini savunduk. Konuşarak çözülemeyecek hiçbir mesele yok; yeter ki taraflar ve muhataplar çözüm odaklı yaklaşsın. Öcalan’ın bu konudaki çağrısına silahları yakanlar tarafından yanıt verildi ve bundan sonrası için siyaset yapma iradesi de net bir şekilde ortaya kondu. Artık bu iradenin önünde engel olmaması, varsa engellerin de kaldırılması gerekiyor.
Bunun için yasa yapma yetkisine sahip organların kuracağı bir komisyonla, Meclis’te detaylar tartışılarak yasal düzenlemeler hazırlanabilir. Önümüzdeki günlerde nasıl bir yol haritası çizileceğini ve düzenlemelerin nasıl şekilleneceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak burada önemli olan şu: Geçmişten bugüne neredeyse tüm başbakanlar Kürt meselesinde siyaseti ve diyaloğu işaret etti. ‘Yollar yürümekle aşınmaz’, ‘Düz ovada siyaset yapsınlar’ diyenler oldu. Şimdi önümüzde tarihi bir olanak var: Silahlı güçler siyaset yapma iradesini ortaya koydu. Bu iradenin önünü açmak gerek. Bu yolda, Türkiye toplumunda kimse kaybetmeyecek, herkes kazanacak. Tekrar altını çizmek isterim: Bu bir dönüm noktası, tarihi bir fırsat. Bu fırsatın hem siyaset mekanizması hem de Türkiye’nin demokratik kamuoyu ve tüm yurttaşları açısından sahiplenilmesi gereken bir süreç.
Silahların tamamen teslimi, imha gibi aşamalar ne zaman tamamlanmış olacak? Takvim belli mi?
Hem İmralı’dan hem de Barış ve Demokratik Toplum Grubu olarak silah bırakanlardan hem de bu konuda konuşanlardan gelen görüş, bu sürecin çok uzun zamana yayılmadan tamamlanması gerektiği yönünde. Bundan sonrası için Meclis komisyonun çalışmalarına başlaması ve gerekli adımların atılmasıyla sürecin ilerleyeceğine dair genel bir kanaat var. Örgütün lideri sayın Öcalan bu konuda çağrısını yaptı ve bizzat bu süreci bir yol haritasıyla takip ediyor. Ve kendisi hâlâ cezaevinde, özgür değil. İletişim olanakları oldukça kısıtlı. Bu sürecin sağlıklı yürüyebilmesi, başarıya ulaşması için Öcalan’ın da kesinlikle özgür olması gerek. Çünkü mevcut düzlemde, tarihsel arkaplanda, benzer örneklere baktığımızda müzakere süreçlerinin muhataplarının özgürlüklerinin önemli olduğunu görüyoruz. Atılacak adımlardan bir tanesinin en azından özgürlük, çalışma, sağlık ve iletişim koşullarının düzeltilmesi gerektiği olduğunu da ifade edebilirim.
"İmralı’daki koşullar hâlâ Türkiye’deki diğer cezaevlerinden daha ağır"
Öcalan’ın süreç boyunca iletişim, görüş günleri gibi konularda ayrıcalıkları oldu mu? Bundan sonra olacak mı?
Öcalan hâlâ bir ada hapishanesinde tutuluyor. Avukatları her istediğinde görüşmeye gidemiyor; İmralı heyetlerinin ya da partinin diğer heyetlerinin ziyareti de hâlâ izne bağlı. Bu yönüyle bir değişiklik söz konusu değil. Ancak 10 yılı aşkın bir süre ağır bir tecrit uygulanmıştı; o dönem kimseyle görüştürülmüyordu. Ne mektup, ne avukat ne de aile görüşmesi. Şu an olması gerekenin altında bir görüşme olanağı var. Geçmişe kıyasla bir rahatlama söz konusu; en azından aileler ve heyetler birkaç kez gidebildi. Fakat İmralı’daki koşullar hâlâ Türkiye’deki diğer cezaevlerinden daha ağır. Diğer cezaevlerinde her hafta aile ziyareti, telefon görüşmesi, açık görüş hakkı gibi imkânlar var. İmralı ise bu anlamda geride. Durum, ağır tecrit koşullarına göre kısmen iyileşmiş olsa da mevcut ceza infaz kanununa bakıldığında Öcalan’ın avukatları ve ailesi istedikleri zaman düzenli şekilde görüşemiyor.
Çoğulculuktan bahsettiniz. Tüm bunlar Türkiye haklarının tamamına nasıl katkı sunabilir?
Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Süryaniler, Türkler, Kürtler bu ülkenin yurttaşlarıdır; bu ülke onların vatanı. Biz herkesin aynı haklar ve özgürlükler temelinde, eşitlik hukuku çerçevesinde yaşaması gerektiğini savunuyoruz. Kimseye ne pozitif ne de negatif ayrımcılık yapılmaması gerektiğini savunuyoruz. Ermeni’nin, Kürt’ün, Türk’ün hakkı aynıdır; aynı eşitlik hukukuyla yaşamalıdır. Bunu her zaman, her zeminde savunduk ve savunmaya devam ediyoruz.
"Yeni anayasa gündemimizde değil"Erdoğan uzun süredir “yeni ve sivil anayasanın” bir ihtiyaç olduğunu dile getiriyor. Yeni anayasa bu sürecin bir parçası olacak mı? DEM Parti, yeni anayasadan somut olarak ne bekliyor? Anadili hakkı konusunda nasıl bir yaklaşımınız olacak?
Yeni anayasa şu an bizim gündemimizde değil. Böyle bir gündem etrafında henüz hiçbir tartışmamız olmadı. Biz daha çok sürecin ilerlemesine, Meclis komisyonunun çalışmalarına başlamasına ve provokasyonları önleme noktasında kararlılıkla yürüyoruz. Ancak her zaman demokratik bir anayasa talebimiz oldu. Türkiye toplumunun önemli bir kesiminde de demokratik anayasa talebi var. Böyle bir gündem oluştuğunda ve bir komisyon kurulup çalışmaya başladığında, Türkiye’deki tüm farklılıkların taleplerini ve önerilerini biz de tartışacak ve dikkate alacağız. Biz, çoğulcu bir Türkiye gerçekliğini kabul ediyoruz; Alevisi, Sünnisi, Hıristiyanı, Kürdü, Arabı ve Lazıyla herkesin kendini ait hissedebileceği bir anayasayı savunuyoruz. Ama şu anda açıkçası güncel bir tartışma olarak bizim gündemimiz de değil.
Anadili hakkı ise temel haklardan biri. Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşmede de tanınan bir haktır. Ancak Türkiye, örneğin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne anadili nedeniyle çekince koymuş durumda. Biz, eğitimden kamusal alana kadar anadilinin kullanılmasındaki tüm engellerin kaldırılmasını savunuyoruz. Bu bizim için yeni bir savunu değil; Kürtlerin ortaklaştığı temel meselelerden ve en önemli gündemlerden biri.
"Pazarlık yok ama bu gereklilikler olmadığı anlamına gelmiyor"Bir yanda yeni bir süreç devam ederken bir yandan Kürt siyasi hareketinin en önemli isimlerinden Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklulukları devam ediyor. Kafa karıştıran bir durum bu. Bir yandan barış için adım atılırken bir yandan bu siyasi geleneğin en önemli temsilcileri hapiste. Bu sorulara nasıl bir yanıtınız var?
Çok haklı sorular. Çok ciddi bir tezat ve çelişki var. Biz de buradan yaklaşıyoruz. İçeride siyasi sebeplerle kimse olmamalı. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın yanı sıra Gezi tutukluları Osman Kavala, Can Atalay, Mine Özerden ve Çiğdem Mater’i de katarak söylüyoruz. Bu davalar, siyasi yargılamalar sonucunda verilen kararlar. AYM ve AHİM kararlarının derhal uygulanması gerekiyor. 4 Kasım’da Selahattin ve Figen Başkanların tutuklulukları 9 yılı dolduracak. Gezi tutuklulukları için de aynı şey geçerli…
Bu süreçte pazarlık ve şart olmadığını defaten ifade ettik ama bu gereklilikler ve ihtiyaçlar olmadığı anlamına gelmiyor. Toplumun ve bireylerin bu sorulara yanıt bulması gerekiyor. Neden ve nasıl çözüleceği konusunda haklı sorulara yanıt üretmeliyiz. Bunun yolu ise özgürlükten geçiyor. Hiç tutuklanmamalıydılar. Tamamen siyasi bir yönelim sonucu, propaganda, algı yönetimi ve yargının araçsallaştırılmasıyla bu cezalar verildi. Aynı durum Gezi tutukluları için de geçerli. Bu davaların özgürlükle neticelenmesi gerekiyor. Bunun için ne yasal bir düzenlemeye ne de yeni bir karara gerek var. Hukuk birimlerimiz bu konuda gerekli başvuruları yaptı, tahliye talebinde bulundu. Umuyor ve diliyorum ki serbest kaldıklarını ve özgür oldukları haberini alırız. Çünkü bu, hem güven açısından hem de sürecin sağlıklı yürümesi açısından çok önemli. Ayrıca Yüksekdağ ve Demirtaş bu sürecin başından beri tam destek verdiler ve kamuoyuna çeşitli açıklamalarda bulundular. Onların da sürece katkısının çok büyüktü.
"Bir yandan bir iyimserlik bir yandan temkin var"Kürt halkının bu sürece yaklaşımı nasıl?
Çok büyük bedeller ödeyen, büyük acılar yaşayan bir halktan söz ediyoruz. Tam anlamıyla bir güven duygusundan söz edemeyiz. Çünkü geçmişte yaşanan acılar bu güvensizliği ve temkinli duruşu besliyor. Ancak kendimize güvendiğimizi ve bu yolu birlikte yürüyeceğimizi söylediğimizde daha güçlü bir destek oluştuğunu söyleyebilirim. Bir yandan bir iyimserlik bir yandan temkin var.
“Asıl süreç şimdi başlıyor” yorumları var. Bu süreci zorlaştırabilecek unsurlar neler olabilir?
Bu tür süreçler provokasyona ve her türlü dış etkiye açık süreçler. Bu konuda son derece özenliyiz. Sürecin sorumluluğunu ve yükünü hissediyoruz. Tabii ki sıkıntılar yaşanabilir. Önemli olan, bunların yaşanmaması için önlemler almak ve titizlikle hareket etmek. Neticede bu, 86 milyonu doğrudan etkileyen, yaşamını değiştirecek ve olumluya dönüştürecek bir süreç. Bundan sonra yeni bir başlangıç derken kastedilen, silah değil artık sözün, siyasetin ve kanalların açılmasıyla Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin büyümesi ve demokratik toplumun inşa edilmesi. Bu sürecin en karakteristik özelliği, silah bırakmanın ve imhanın en başa konmuş olması. Diğer ülke ve dünya deneyimlerinden farklı olarak ilk kez böyle bir yöntem uygulanıyor: Önce silahlar bırakıldı, sonra adımlar atılıyor. Bu adımların ne kadar sürede atılacağı, toplumsallaşacağı ve barış ile demokratik toplum fikrinin yaygınlaşması, sürecin başarısını ve gücünü belirleyecek.


