Millet sisteminin ne bağlamı ne zemini var Agos
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Türkiyeli olmak Türk olmaya veya Türk olmak Türkiyeli olmaya engel değil. Tıpkı Türkiyeli olmanın Kürt, Ermeni, Laz, Yahudi vs. olmaya engel olmadığı gibi. Burada maksat herkesin kendini dahil edebileceği bir kategori ve kimlik yaratabilmek. Üst kimlik olarak tanımlanan bu kimliğin içinin mümkün olduğu kadar boş olması lazım ki herkes orada kendine yer bulabilsin. Türk tabirinin herkesi kapsamamasının en önemli nedenlerinden biri belki de birincisi de bu zaten: Türk tarihsel anlamda çok yüklü, içi çok dolu spesifik bir kavram.
Türkiye’nin birçok kronik sorunu var. Bunlardan en önemlisi ne derseniz, son birkaç yazının da konusu olduğu üzere, bütün farklılıklarıyla vatandaşlarını ortak bir kimlik altında toplayıp yasada ve uygulamada eşitliğin tesis edildiği, adalet mekanizmalarının işlediği ve herkese aynı işlediği bir düzen kuramamaktır derim. Zaman zaman parlayan Türk-Türkiyeli tartışması da son haftalarda gündeme gelen millet sistemi meselesi de hep bu sorunun semptomlarıdır.
Bu minvalde Türk-Türkiyeli tartışması bitmeyen bir çekişme ki bu köşede de defalarca ele aldığımız bir konu ama madem ki tartışma devam ediyor biz de kimi söylediklerimizi tekrar etmek durumundayız. Son son bu tartışma sosyal medyada bir tür kampanyaya dönecek şekilde kimilerinin “Türkiyeli avukat değil Türk avukat”, “Türkiyeli doktor değil Türk doktor” gibi ifadelerde bulunmaları oldu. Bu ifadelerde bu tartışmaya dair sıkça yanlış anlaşılan ya da anlamamazlıktan gelinen bir hususu tekrar görüyoruz. O da şu ki Türkiyeli olmak Türk olmaya veya Türk olmak Türkiyeli olmaya engel değil. Tıpkı Türkiyeli olmanın Kürt, Ermeni, Laz, Yahudi vs. olmaya engel olmadığı gibi. Burada maksat herkesin kendini dahil edebileceği bir kategori ve kimlik yaratabilmek. Üst kimlik olarak tanımlanan bu kimliğin içinin mümkün olduğu kadar boş olması lazım ki herkes orada kendine yer bulabilsin. Türk tabirinin herkesi kapsamamasının en önemli nedenlerinden biri belki de birincisi de bu zaten: Türk tarihsel anlamda çok yüklü, içi çok dolu spesifik bir kavram, tarih sahnesine 1923’le çıkmış değil. Onun için de herkesi sığdıracak kadar yeri yok. Anayasaya “herkes Türktür” yazmak bu durumu değiştirmeye yetmiyor.
Türk-Türkiyeli karşıtlığı yaratmaya çalışanlar sanki Türkiyelilik Türklüğe bir tehditmiş, Türkiyeli kavramı yerleşirse insanların “Türküm” demesi yasaklanacakmış, Türklük ortadan kalkacakmış algısı yaratmaya çalışıyorlar veya buna gerçekten inanıyorlar. İçinde bulunduğumuz zaman ve mekânın azıcık farkında olanlar böyle bir şeyin mümkün olmadığını görür ve bilir. Bunu dillendirenlerin asıl derdi diğerleriyle eşit görülmek, üstünlüklerini kaybetmek, kimlikler içinde bir kimlik olmak. Asıl meseleleri, asıl korkuları bu.
Millet sistemine gelince, bu son olarak Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack tarafından ortaya atıldı. Esasen gayrimenkul işiyle iştigal eden Barrack’ın (ABD de hızla Türkiyeleştiği için Trump döneminde liyakatsizlik ciddi bir sorun haline geldi.) millet sistemi hakkında esaslı bir bilgisi olduğunu sanmıyorum, kulağına fısıldanan yarım yamalak sözlerle konuşmuştur. Peki, ciddiye alınabilir mi?
Millet sisteminin kendisinin de bir tarihi vardır ve çok yönlü bir meseledir. Kısaca söylemek gerekirse, millet sistemi temel parametrelerini İslam hukukundan alan ama 19. yüzyılda bir ölçüde kodifiye edilen, kurumsallaşan, modernize olan ve bu esnada esneyen bir yönetim biçimidir. Daha doğrusu, farklı etno-dinsel gruplar üzerinde bir hükümet etme biçimidir ve bu sistem dinlerin ve dolayısıyla o dinlere mensup grupların hiyerarşisi üzerine kuruludur. Başka bir deyişle, Müslümanla Müslüman olmayan bir olmaz(dı). Devlet, Müslümanların devleti olarak kabul edilir(di).
Millet sisteminin kimileri tarafından bugün olumlu olarak değerlendirilmesinin başlıca sebebi asimilasyonun temel bir motivasyon olmamasıdır. Özellikle taşrada Müslüman olmayanlar üzerinde belli bir ihtida baskısının hemen hemen her zaman az veya çok olduğu söylenebilir ama bu devletten ziyade toplumdan ve Müslüman din adamlarından gelen bir baskıdır.
Millet sisteminin mantığı içinde bütün grupları tek bir grup içinde eritip birleştirmek yoktur. Her grup birbirlerinden mümkün olduğunca kesin çizgilerle ayrılır. Her grup yerini bilmelidir. Millet sistemi grupların sınırlarını korur ama dediğim gibi bir hiyerarşi içinde. Hatta Osmanlı devleti, idari ve mali motivasyonlarla gayrimüslimlerin kitlesel biçimde Müslüman olmasını tercih etmezdi çünkü Hristiyan ve Yahudilerden alınan cizye vergisi kimi dönemlerde bütçenin üçüncü büyük gelir kaynağı haline gelmişti. Bu grupların İslam’a geçmesi demek bu gelir kaynağının düşmesi demekti.
Fakat, bugün için bunların çok bir manası yok çünkü Türkiye’de millet sisteminin bağlamı ortadan kalkalı çok oldu. Millet sistemi esasen Müslüman olmayan toplulukların idaresi için yaratılmış bir sistemdir. Dolayısıyla, Hristiyan ve Yahudi’nin kalmadığı yerde, yani bugünün Türkiye’sinde, millet sisteminden bahsetmenin ne zemini ne manası ne de etkisi vardır. Erdoğan’ın yaklaşımı mutlaka bir şeye benzetilecekse, Ali Yaycıoğlu’nun Gazete Oksijen’deki “Ulus devlet mi millet sistemi mi?” başlıklı yazısında da dediği gibi Abdülhamit’in İslamcılık politikasına benzetilebilir ki o da imparatorluğu dağılmaktan kurtaramamıştı.
Uzun lafın kısası, Türkiye için de daha geniş bölge için de farklılıkları birarada yaşatmanın yolu kimliklerin eşitliği temelinde tanımlanmış ve bunun uygulandığı, asimilasyoncu olmayan anayasal demokratik hukuk düzenidir.


