Millilere Nazım Hikmet dersi
Halktv sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Kabus gibi bir gece yaşadık. Milli takımımız tarihi bir yenilgiye imza attı. Bir değil, iki değil tam altı gole boyun eğdi. Tam bir hezimet.
Daha üç gün önce Gürcistan'dan zaferle dönen ay-yıldızlı ekibimiz nasıl oldu da sahamızda İspanya'dan altı gol yedi?
İspanya son Avrupa Şampiyonu. Dünyanın zirvesinde oturan bu takım, 26 maçtır yenilgi yüzü görmüyor. Sahaya çıktıklarında sadece futbol oynamıyorlar; bir arenaya çıkan matador gibi, rakiplerini zarif ama yıkıcı bir dansa davet ediyorlar. Kırmızı pelerin yerine, ince ince işlenen pas trafiği ve boğucu ön alan presi var.
Konya’da da milli takımımızın karşısına tam bu edayla çıktılar: Yenilmez bir matador gibi. Düdükle birlikte kabus gibi üstümüze çöktüler. Top onların kılıcı oldu. Oyunun ritmini istedikleri gibi yükseltip alçalttılar. Bitmek bilmeyen paslar, soluksuz bir pres, sağdan soldan gelen kontralar… Hepsi bir güç gösterisinin parçalarıydı.
Daha ilk yarıda Pedri’nin ve Merino’nun(2) darbeleriyle skor 3-0’a geldi. Uğurcan en az dört pozisyonda kalesinde devleşmese, bu tablo çok daha ağır olabilirdi.
Millilerimiz zaman zaman hücumda minik kıvılcımlar yarattı; hızlı çıkışlarla umut veren ataklar geliştirdi. Ama savunmada çaresizlik ağır bastı. Çünkü İspanyollar her kontra atakta kalemize 3-4 kişiyle çullanıyor, sadece gollere değil, adeta sahanın tapusuna da el koymaya geliyorlardı. Kontralarda orta sahamızı o kadar kolay geçtiler ki, sanki uzun tatillerde boşalan İstanbul trafiğinde ralli yapar gibiydiler.
İkinci yarıda en azından bir direnç bekliyorduk millilerden. Hiç değilse bir bir duruş, bir karşı koyuş. Çünkü büyük şairin dediği gibi: “Mesele esir düşmek değil, teslim olmamaktı asıl mesele.” Ama o teslimiyet, Konya’daki yeşil çimde acı bir şekilde yaşandı. İspanya bizi kıskıvrak yakaladı. Biz matadorun karşısında boğanın hırçınlığını değil, arenada beyaz bayrak çeken bir yorgunluğu sergiledik.
Rakip attı, biz seyrettik. Adeta pasın ritmine zincirlenmiş, presin gölgesinde ezilmiş gibiydik. Merino, Torres ve Pedri’nin golleriyle skor 6-0’a geldi.
O ana kadar statta direnç gösteren sadece taraftarlardı, o andan itibaren onlar da teslim oldu. Çünkü bu sadece bir yenilgi değil, ağır bir hezimet oldu.
Futbolun ilahı Pele’nin kıskandığı tek isim, efsane matador El Cordobes, arenalara veda ederken şöyle demişti.
“Boğaların boynuzları kırılmadı, benim yüreğim tükendi.”
Bu gece, millilerin kalesi yıkıldı; bizim yüreğimiz tükendi.
Sözün özü şu;
Bu kadar güçlü bir sistem takımı karşısında alınan yenilgi kabul edilebilir. Futbolun doğasında var. Bazen rakibin oyunu öylesine kusursuzdur ki, kaybetmek kaçınılmaz olur.
Ama teslimiyet asla kabul edilemez. Çünkü yenilgi bir sonuçtur, teslimiyet ise bir tercih. Yenilgi, insana ders bırakır; teslimiyet, insanın iradesini tüketir.
Montella’nın da, futbolcuların da bu ayrımı görmesi gerek. Çünkü “İnsanı tanımlayan, başına gelenler değil; onlara verdiği tepkidir.” Bir yenilgiden sonra doğrulabilmek, hezimeti aşmak, ancak teslim olmamakla mümkündür.
Nazım Hikmet'in mısralarından ders alına.


