NEBİ MİŞ Türkiye’nin potansiyeli ve siyasetin orta vadeli geleceği
SonTurkHaber.com, Sabah kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2026-2028 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Programı açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabine toplantısı sonrasında programda öne çıkan bazı hususları tekrar vurguladı.
Açıklanan program, geçmişe, bugüne ve geleceğe dair oldukça önemli karşılaştırmalı veriler sunuyor. Türkiye'nin potansiyeli maalesef günlük siyasi pozisyon tartışmaları içinde tam olarak görülmüyor.
Türkiye, hem içeriden hem dışarıdan birçok kez koordineli müdahalelere uğramasına rağmen, 15 yıl boyunca büyümesini sürdüren bir ülke. 2028 yılında büyüme hızının yüzde 5'e ulaşması bekleniyor. Ülkemiz 2025 yılı sonu itibarıyla dünyanın 16'ncı, Avrupa'nın 6'ncı büyük ekonomisi olacak.
2002 yılında Türkiye'nin milli hasılası 239 milyar, kişi başına gelir de 3.616 dolardı. 2028 sonunda milli gelirin 1.9 trilyon dolara ulaşması ve kişi başına gelirin de 21 bin doları kolayca geçeceği öngörülüyor.
Küresel belirsizlik ve bölgesel istikrarsızlık beklentilerine rağmen Türkiye'nin ekonomisi büyümeye devam ediyor. Rezervler 178.4 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu aynı zamanda ekonominin iç tartışmalara ve dış şoklara karşı dayanıklılığının giderek arttığını gösteriyor.
Yine Türkiye'nin risk primi, 700'lü seviyelerden 270 seviyesine geriledi. Enflasyon istenilen düzeyde olmasa da düşmeye devam ediyor. İşsizlik oranı şu anda yüzde 8.5 civarlarında. Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında bu kötü bir oran değil. Açıklanan Orta Vadeli Program döneminde 2.5 milyon yeni istihdamın sağlanacağı ve ihracatın 300 milyar doları aşması bekleniyor.
Bazen rakamlar soyut görünebilir. Ya da şu anda yüksek enflasyondan dolayı, alım gücü düşen ve ekonomik olarak zor durumda olan insanlarımız, açıklanan bu rakamlara şüphe ile bakabilir. Hatta yazıyı okuduklarında "Biz niye bunları görmüyoruz" diye sitem edebilirler. Düşük gelirli insanlarımızın bu konuda haklılığını anlamak gerekir.
Türkiye'nin potansiyelini bugünlerde en iyi ölçebileceğimiz alanlardan biri, deprem bölgesinin imarı ve inşası konusunda gelinen süreç. 6 Şubat 2023 tarihinde dünya tarihinin en yıkıcı depremlerinden biriyle karşılaştık. 11 ilde büyük yıkım gerçekleşti.
Çok kısa sayılabilecek bir sürede bu illerin imar ve inşası neredeyse tamamlanma aşamasına gelmiş durumda. Şu ana ana kadar 304 bin 836 bağımsız bölüm hak sahiplerine teslim edilmiş. Yıl sonuna kadar 453 bininin tamamlanması hedefleniyor. Bu rakamların somut bir karşılığı var. En azından deprem bölgesinde yaşayanlar biliyor.
Türkiye'nin potansiyelini savunma sanayi, nükleer enerji yatırımları, alt ve üst yapı yapıda gelinen noktalara bakarak da kolayca tespit etmek mümkün.
Türkiye'nin bu büyük potansiyeline rağmen, muhalefetin devam eden çok katmanlı krizi bu gelişmelerin üzerini örtüyor. Muhalefetin bir türlü gelecek vaat etmemesi, onlara destek veren toplum kesimlerini sürekli hayal kırıklığına uğratıyor.
Türkiye'nin en önemli muhalefet partisi CHP'nin, kendi krizini çözmek yerine, sürekli olarak "Hayatı durduracak eylemlere başvururuz" tehdidi sadece kendi krizini derinleştirmiyor, aynı zamanda, destekleyenleri de karamsarlığa ve umutsuzluğa itiyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, dün yine yabancı basına demeç vererek, "yargıçların bir kısmının Erdoğan'ın kontrolünde olmadığını" söyleyerek, seçimleri ve referandumları mahkemeye taşımaktan bahsetmiş.
Böyle bir demecin ne anlama geldiğini uzun uzun tartışmaya gerek yok. Muhalefete gönül veren çevrelerin bu tip açıklamaları duyunca partilerine yönelik güven duygusunun aşındığı kolayca gözlemlemek mümkün. Bir ülkenin en önemli muhalefet partisinin genel başkanı gerçekten kendi krizini bu bakış açısıyla çözebileceğini düşünüyorsa, muhalefetin Türkiye'ye ürettiği maliyet daha da artacak demektir. Bu da Türkiye'nin potansiyeli açısından orta vadede en zayıf olduğu sektördür.


