‘Nostalji bir tuzak, sürekli geçmişi özlüyor olma hali...’
SonTurkHaber.com, Hurriyet kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Dış dünyanın kaosundan uzaklaştıran yumuşacık bir ses kulağımızdaki. “Sen nazlı bir çiçeksin, çapkın bir kelebeksin” diyor şarkısında. 100 yıl öncesinden bir eseri taş plak kaydından bulup bugünün tınılarıyla buluşturmuş Ceren Kaçar. Sadece ‘Sen Nazlı Bir Çiçeksin’ değil, ‘Geçen’ adlı çalışmasında üç eser daha var. Geleneksel çalgılar ve modern enstrümanlar birlikte kullanılmış, caz ve indie-pop dokunuşlarla yepyeni bir forma kavuşmuş şarkılar. Seyyah grubunun solisti, oyuncu Ceren Kaçar’la müzikteki solo yolculuğunu konuştuk.
◊ Bu çalışmaya başlarken çıkış noktanız ne oldu?
Klasik Türk müziğinin, özellikle de Osmanlı’nın son dönemiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde İstanbul ve çevresinde gelişen formların -tango, operet, folkstrot gibi- bugüne gelen çok fazla örneği yok. Ben bu eserleri o geleneğin katı formlarından, alaturkadan biraz kurtarıp bugünün sesine nasıl taşırım diye düşündüm. Aslında daha samimi bir ses arıyordum. Çünkü bu müzik de yapısı gereği döneminin samimi sesiymiş.
Güçlü ama kırılgan
◊ Bu repertuvarı sahnede kadın müzisyenlerle icra ediyorsunuz, değil mi?
Geleneksel tarafını udun üstlendiği, daha caz ansambl olarak sahnedeyiz. Bu müzik özellikle kadınların özgürleştiği bir dönemden alındığı ve genellikle kadın vokallerin taşıdığı bir janr olduğu için o ruhu bugün de kadınların taşıması anlamlı geldi. Örneğin Seyyan Hanım (Türkiye’de kadınların sahneye çıkmasına öncülük eden isim)16 yaşındayken Süreyya Operası’nda çıkıyor.
◊ Seçme şansınız olsaydı hangi dönemde yaşamak isterdiniz?
Ben şu an dönemimden memnunum. Nostalji bir tuzak. Sürekli geçmişi özlüyor olma hali... Her çağın kendi içerisinde çok fazla zorluğu var. Benim yaşadığım dönemle ilgili en büyük problemim; her şeyin çok hızlı olması. Herkes ötekini çok düşünerek üretiyor ve kendini dışarıya çok büyük bir hızla gösterme ihtiyacı duyuyor. Zamanın bizi yuttuğunu hissediyorum.
◊ 100 yıl öncesinin müziklerini yorumlarken hiç eleştirilerle karşılaştınız mı?
Akademik bir geçmişten gelmiyorum. Eserleri makamsal özellikleriyle doğru söylemediğimin de farkındayım. Tekniğimi ve repertuvarımı geliştirmek için çalışıyorum, ama benim için işin hikâye anlatım tarafı da var. Bana dokunan eserleri seçmeye çalışıyorum. Dinleyicilerle hikâye üzerinden ilişki kurmak istiyorum.
◊ Dinleyicilerin yorumları nasıl?
“Ben hiç bu tarz müzik dinlemiyorum ama sen yapınca ilginç geliyor, beni bir yerden yakalıyor”, “Beni bu janraya yakınlaştırdın” gibi yorumlar oluyor.
◊ Müziğinizin kodları neler?
Taş plakların dijitale aktarıldığı birçok YouTube kanalı var. Onları gezdim, gecelerce dinledim. Gizli kalmış eserler tekrar hatırlansın istedim. Ve üzerinden 100-120 yıl geçmiş eserleri ilk dinlediğimde bende kapalı bir kutuyu açtığını hissettim. Seçtiğim eserler çok güçlü ama kırılgan da.
◊ ‘Sen Nazlı Bir Çiçeksin’i ilk dinlediğimde “Bir dakika, ben ne dinliyorum” dedim. 100 yıllık, YouTube’da sekiz tıklaması olan bir şarkıyı önümüze getirmeniz müthiş bir hikâye (Bunu söylediğimde gözleri doluyor)...
Ben tiyatro kökenli bir sanatçıyım.
20 yıl Şehir Tiyatroları’nda çalıştım. Ürettiğim şeylerde anında reaksiyon görmeye çok alışkınım. Prömiyer yaparsınız, seyirci oradadır, konuşursunuz. Canlı müzik de öyle. Ama ben siz şarkıyı dinlerken yanınızda değildim. Sonradan bunları duymak duygulandırıyor.
◊ Bir de müzik grubunuz var; Seyyah. Nasıl kuruldu?
Seyyah’ı 2017’de Strasbourg’da kurduk. İlk konserimiz yıkık dökük bir fabrikadaydı, 15-20 kişiye çaldık. Grubu kurma nedenimiz özlem hissini hafifletmekti. Ozan’la (Demir, sevgilisi) gurbetteydik. Fransızlara ‘Yüksek Yüksek Tepelere’ türküsünü söyleyip azıcık Fransızcamla hikâyesini anlatıyordum. Birkaç yıl önce Stuttgart’ta verdiğimiz konserdeyse 10 bin kişi vardı. Orada ciddi bir Türk nüfusu var. Karşılıklı ağlayarak söyledik bu kez türküyü. Tüylerimiz diken diken... Ben müziği böyle bir yerden anladım. Kariyer olarak bakmadım hiç.
‘Bu dünyaya kurmaca bir alanda tahammül edebilirim’
◊ Müzikle ilk tanışmanız ne zamandı?
8 yaşımdayken Mimar Sinan’ın şan bölümü için sınava girdim. Şan sınavını geçemediğimi öğrendiğim gün şehir tiyatrosunun müzikal seçmesini kazandığımı öğrendim. Bir müzikalde oynadım. Sonra şehir tiyatrosunda devam ettim. 18 yaşıma geldiğimde ‘Oyuncu olmak istediğime emin miyim’ dedim kendime. Çünkü dünyayla ilgili gerçek dertlerim vardı ve oyunculuk bununla ne kadar eşleşiyor bilmiyordum.
◊ Yurtdışı planları o zaman mı yapıldı?
Sosyoloji okumaya karar verdim. Sonra Strasbourg’a gittik Ozan’la birlikte. Orada bir dernekte göçmen çocuklarla çalıştık, tiyatro üzerinden bir ilişki kurduk. Türkiye’ye döndükten sonra da sivil toplum örgütlerinde çalışmaya devam ettim. Sonra dedim ki “Ben dünyanın yükünü anladım. Bayağı da zor. Ben de kırılgan biriyim. Bu dünyaya ancak kurmaca bir alanda tahammül edebilirim. Tiyatro, müzik yaparak, insanlarla alternatif bir zaman ve mekân yaratarak... Orada hayal kurarak, hakikati tekrar beraber inşa ederek, birbirimize güvenerek, bağ kurarak hem bir şeyleri kurtarabiliriz hem de tahammül edebiliriz bu dünyaya”... Oyunculuğa bu yüzden yeniden dönüş yaptım.


