Ölümün ekonomisi: Gazze, şirketler ve devletlerin vicdan sınavı
T24 sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Ruhat Sena Akşener*
Bir çocuğun açlıktan hayatını yavaş yavaş kaybettiği Gazze’de, aynı gün New York borsasında bir savunma sanayi devinin hisseleri yüzde beş yükseliyor. Bu tabloyu bir anlığına gözünüzde canlandırın: Ölüm ve açlık üzerinden yükselen kâr eğrileri. Çocukların mezar taşlarıyla paralel çizilen borsa grafikleri. İşte bu korkunç denklem, çağın gerçek yüzü: Borsanın yükseldiği yerde insanlık çöküyor.
Uluslararası Af Örgütü olarak 18 Eylül’de yayımladığımız brifingi, bu çıplak gerçeği bir kez daha ortaya koydu: İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım, Batı Şeria’daki işgal ve Filistin halkına dayatılan apartheid sadece bir devletin zorbalığı değil. Bu suçlar, küresel kapitalizmin dev şirketleri ve onlara göz yuman devletler sayesinde sürüyor. Raporumuzun dayandığı temel nokta “insan onuru meta değildir” ama bugünün dünyasında, insan onuru borsada işlem görüyor, kâr-zarar tablolarının dipnotlarına sıkıştırılıyor adeta.
Gazze’nin yıkımı laboratuvar; ölümler pazarın AR-GE’siGazze’de atılan her bomba, bir şirketin bilançosunda yeni bir artı hanesi. Boeing’in ürettiği JDAM kitlerinin ve GBU-39 bombalarının sivillere yönelik saldırılarda kullanıldığı belgelenmiş durumda. Lockheed Martin’in F-16 ve F-35’leri, İsrail’in hava saldırılarının bel kemiğini oluşturuyor. Elbit Systems, Rafael ve Israel Aerospace Industries ise yalnızca silah değil, gözetim dronları, sınır güvenlik sistemleri ve ağır mühimmat sağlayarak işgali derinleştiriyor.
Savaşın dijital yüzünde ise Palantir Technologies öne çıkıyor. İsrail ordusuna sağladığı yapay zekâ tabanlı analiz araçları, hangi evin, hangi kişinin hedef olacağına karar veren algoritmaları besliyor. Hikvision kameraları ve Corsight’ın yüz tanıma yazılımları ise Batı Şeria’da Filistinlilerin her hareketini izleyerek apartheid düzenini dijitalleştiriyor.
İşgali normalleştiren altyapı şirketleri de var. İspanyol CAF, Kudüs Hafif Raylı Sistemi’yle yasadışı yerleşimleri birbirine bağladı ve büyümelerine katkı sundu. Güney Koreli HD Hyundai’nin iş makineleri, Batı Şeria’da ev yıkımlarında kullanıldı; Filistinliler evsiz kalırken, şirket bunu “ticari faaliyet” diye savundu. İsrail devletine bağlı Mekorot su şirketi ise Batı Şeria’da su kaynaklarını kontrol ederek Filistinlileri susuzluğa mahkûm etti, yerleşimcilere ise kesintisiz su sağladı.
Turizm devleri Airbnb, Booking.com, Expedia ve TripAdvisor da işgale ekonomik meşruiyet sağladı. Yasadışı yerleşimlerdeki konut ve tesisleri listeleyerek rezervasyon yaptılar; böylece işgalin günlük hayatın bir parçası gibi görünmesine aracılık ettiler.
Bu şirketler, sadece tedarikçi değil; doğrudan savaşın tarafı. Her yeni bombardımanda ürünlerinin “sahada” test edilmesi, reklam malzemesi haline geliyor. İsrail’in Gazze’de denediği dronlar ve yazılımlar, uluslararası silah fuarlarında “savaşta kanıtlanmış” ibaresiyle pazarlanıyor. Yani Gazze’nin yıkımı, bir laboratuvar işlevi görüyor; ölümler, küresel pazarın AR-GE’si haline getiriliyor.
Bu soykırımda tüm devletlerin payı varUluslararası Adalet Divanı, 2024’te açıkça hükmetti: “İsrail’in işgali hukuksuz, apartheid yasağı ihlal ediliyor, Filistin halkı onarılamaz zararlara uğruyor.” BM Genel Kurulu’nun İsrail’e işgali sonlandırması için verdiği 12 aylık süre 18 Eylül’de dolduğu halde Gazze’de soykırım devam ediyor. Çoğu devlet, baskı uygulamak için hiçbir şey yapmadı. Bu, insanlık tarihi açısından geri dönüşü olmayan bağışlanamaz bir eylemsizlik. Hukuk bir kez daha kâr karşısında geri çekildi. Soykırım Sözleşmesi’nin yüklediği “önleme” yükümlülüğü, kâğıt üzerinde kaldı.
Türkiye de bu tablonun dışında değil. BM üyesi olarak, Genel Kurul’un aldığı kararların sorumluluğunu taşıyor. 18 Eylül 2024’te kabul edilen kararda tüm devletler, İsrail’in işgalini destekleyen faaliyetleri yasaklamaya, İsrail yerleşimlerinde üretilen ürünlerin ithalatını sonlandırmaya ve silah ile askeri ekipman transferini durdurmaya çağrıldı. Aynı zamanda, işgale katkı sağlayan kişi ve kuruluşlara yaptırım uygulamaları istendi. Yani tüm BM üyesi devletler gibi Türkiye’nin sorumluluğu da, hem kendi devlet kurumlarının hem de topraklarında faaliyet gösteren şirketlerin bu uluslararası hukuk ihlallerine karışmamasını sağlamak. Bu, Filistin halkıyla dayanışma göstermekten öte, uluslararası hukukun ve insanlığın ortak değerlerine bağlı kalmanın gereği. Devletlerin yükümlülüğü yalnızca “siyasi destek” açıklamalarıyla sınırlı değil. Yetki alanlarında faaliyet gösteren şirketlerin İsrail’in suçlarına katkı sağlamadığından emin olmak zorundalar.
Tek umut veren, soykırıma karşı yükselen seslerKâr odaklı düzenin temel paradokslarından biri şudur: İnsan hayatı olmadan hiçbir piyasa olmaz. Ama sistem, insanı yalnızca bir “üretici” ve “tüketici” olarak değerli görür. Filistin örneğinde ise, insan hayatı tamamen yok sayılıyor. “Savaş ekonomisi” denilen şey aslında ölüm ekonomisi ve bu ekonomide kâr hanesi dolarken, mezarlıklar da doluyor.
20. yüzyılda Güney Afrika’daki apartheid rejimi onlarca yıl boyunca Batı’dan ekonomik destek gördü; bankalar kredi vermeye devam etti, şirketler faaliyetlerini sürdürdü. Devletler kınadı, ama yaptırım uygulamaya yanaşmadı. Sessizlik kırılana, yani boykotlar ve küresel baskı şirketleri köşeye sıkıştırana kadar sistem çökmeye başlamadı. Ruanda’da soykırım yaşanırken uluslararası toplumun çoğu gözlerini kapattı. Gazze’deki sessizlik, işte o aynı körlüğün, ikiyüzlülüğün tekrarı.
Gelecek kuşaklar, bu döneme bakınca, başkentlerindeki görkemli salonlarda yankılanan boş cümleleri hatırlayacak. Çocukların açlıktan can verdiği günlerde borsaların yükselişini, devletlerin diplomatik nezaketle süslenmiş suskunluğunu ve şirketlerin kâr hanesinde parlayan rakamları görecekler.
İşte o zaman bugünün liderleri, tarihin mahkeme salonunda yalnızca siyasi değil, ahlaki bir sanık kürsüsünde de oturacak. Gazze’den duyulmayan çığlıklar, gelecek kuşakların kulaklarında yankılanmaya devam edecek. Çünkü o çığlıklar, yalnızca bir halkın değil, insanlığın tamamının vicdanına yazıldı. Bugün dünya, o çığlıkların yerine borsanın, piyasaların ve kârın yükselen uğultusunu dinlemeyi seçiyor.
Bütün bu karanlık tabloya rağmen umudu ayakta tutan şey, tüm dünyada bu soykırıma karşı insanların seslerini hiç durmadan yükseltmeleri ve direnişi. Af Örgütü’nün çağrısı açık: Dünyanın dört bir yanında insanlar, devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmesi için barışçıl protestolarla harekete geçmeli. Şirketlerden hesap sormalı, hükümetlerden yaptırım talep etmeli. Çünkü hiçbir hisse, hiçbir bilanço, hiçbir kâr tablosu, bir çocuğun yaşam hakkından daha kıymetli değil.
*Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü


