Omlet yapmak için yumurtaları kırmak lazım
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
İki yıldır ara verdiğimiz kitap yazılarına yeniden başlayalım bakalım. Hem yayın dünyasına bir katkımız olsun; hem yazmayı, okumayı ikinci plana atmayalım. Öneriler, eleştiriler, iyiler, kötüler, bazen söyleşiler; hepsi olacak bu yazılarda. Starı da Bengi Başaran ve Umur Talu'nun kaleme aldığı "Devrim Mutfağı" ile verelim...
KÜRŞAD OĞUZ[email protected]
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Prof. Dilek Özcengiz, yoğun bakıma aldığı hastaların çoğunun protein yetersizliği ile geldiğini söylüyor. Derin anemileri varmış, kan değerleri çok düşükmüş. "Yoksulluğun derin izlerini yaşlılarda net şekilde görmek mümkün” diyor Özcengiz: "Bir emekli, maaşıyla ne ilacını alabiliyor ne de sofraya bir parça et koyabiliyor. Yaşamak lüks, nefes almak bile borç artık."
Derin yoksulluk yaşlıları ayrı, çocukları ayrı etkiliyor. Rakamları pek de itimat telkin etmeyen TÜİK verileri bile son dört yılda gıda fiyatlarının yüzde 472 arttığını söylüyor. Şu drama bakın: Çocuk yoksulluğunda Türkiye OECD ülkeleri arasında ikinci sırada. İstanbul’da her dört çocuktan biri okula aç gidiyor.
Özcengiz hocanın söylediği gibi, yaşamak lüks, nefes almak bile borç artık. Böyle olunca gıdaya ulaşmak, beslenmek, aç kalmamak giderek devrimci bir eyleme dönüşüyor.
Evet, belki Bengi Başaran ve Umur Talu'nun yazdığı "Devrim Mutfağı" gıdaya böyle salt proleter bakan bir kitap değil; ama bir Master Chef'den de bahsetmiyoruz.
Evet, içinde yemek tarifleri de var; ama hem bunlar "devrimci" yemekler hem asıl anlatılan şey, Marx'tan Rosa Luxemburg'a, Napolyon Bonapart'tan Atatürk'e, Fidel Castro'dan Mao'ya 30'dan fazla kişiliğin gıdaya, yemeğe, sofraya bakışı ve kendi beslenme tercihleri.
Başaran ve Talu, tarihin akışına yön vermiş ve düşüncelerinden eylemlerine zaten çokça bilinen bu isimlerin sofralarına, ne yiyip içtiklerine odaklanmış.
Tabii nerden baktığınıza bağlı olarak nefret de uyandırabilir bunlar, saygıyı da hak edebilir. Ama ortak payda şu: Hepsinin mutfağı bir felsefe barındırıyor.
Devrim Mutfağı'nda sadece sosyalist/komünist devrimciler yok. Jean-Jacques Rousseau'dan Voltaire'e, Mahatma Gandhi'den Mandela'ya, Martin Luther King'den Malcolm X'e, George Washington'dan Benjamin Franklin'e bulundukları çağa damga vurmuş her yelpazeden isim var. Bu toprakların evlatlarını saymadan geçmek olmaz: Mahir Çayan, Deniz Gezmiş, Sevim Belli, Behice Boran da kitapta...
BİTMEYEN HİLELİ GIDAKitapta dikkat çeken belli başlı konulardan biri, bu devrimci isimlerin çoğunun tağşişe yani hileli gıdaya yaptığı vurgu. Bakın Marx, 1867'de Kapital'de ne diyor: "Sıradan İngiliz, günlük ekmeğinin içinde bir miktar insan teri yanında irin, örümcek ağı, ölü hamam böceği, kokuşmuş Alman mayası yemek zorunda olduğunu bilmez. Kum ve başka şahane mineralleri saymasak bile... Günde yarım kilo ekmekle yaşayan yoksullar, bunun beslenme değerinin dörtte birini bile elde edemez."
Rosa Luxemburg da birkaç on yıl sonra yoksullara reva görülen bozuk gıda ve tağşişten dem vurur. Üç yıl Selanik'te sürgün kalan Sultan Abdülhamid'in kulaklarını çınlatmaktan da geri durmaz Luxemburg. Ona göre "işsizliğe atılan işçiler"e bunlar reva görülürken, emekli edilen sürgündeki Sultan Abdülhamid harika aşçılarıyla lüks içinde "hapistir."
Yemek devrimci bir eylemdir demiştik. İki örnekle açalım.
27 yaşında ciddi bir mide hastalığına yakalanan Lenin yetişkinliğinde çok kötü beslenir. O da Abdülhamid gibi belki; sadece Chouchenskoie Köyü'ndeki sürgünde köylüler sayesinde iyi beslenir. Temel gıdası çorba ve yumurta gibi görünüyor. Çocukluğunun omletleri ona devrime dair bir söz de armağan eder: "Omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerekir..." "Devrimci şiddeti mutfak üzerinden en iyi ifade eden sözlerdendir bu cümle" diyor kitabın yazarları.
Henüz 24 yaşındayken FBI'ın kurucusu Edgar Hoover tarafından "ABD'deki en tehlikeli kadın" ilan edilip 1919'da devrim Rusya'sına gönderilen Emma Goldman, işsizliğin yüzde 20'yi bulduğu, sofralara yemek konamadığı bir dönemde, 1893 New York konuşmasıyla sivrilir. "Aç bir insanın komşusunun ekmeğinde doğal bir hakkı bulunur" diye düşünen Goldman "Take the Bread" hareketini başlatır: "Bize iş verin. İş veremiyorsanız ekmek verin. Ne iş ne ekmek veriyorsanız, biz o ekmeği almayı biliriz..." Goldman tutuklanıp serbest kalınca Sovyetler'e geçer. Lâkin orada da durum ABD'den farksızdır... Rusya'da üst düzey parti ve devlet yöneticileri ile sıradan insanlar yani halk arasındaki yeme içme uçurumu onu hayal kırıklığına uğratır: "İşçiler 2 bin rublelik tereyağını, 3 bin olan şekeri, 1000 rubleyi geçen eti alamıyordu. Üst düzey kişilerin yiyip içtiği Astoria mutfağı, yeni rejimde ortaya tekrardan çıkan eşitsizliğin simgesiydi."
Et bahsi açılmışken, güzel ülkemiz Türkiye'mizde de durum giderek daha acı bir hal alıyor. 2016'da asgari ücretle 67 kg kuşbaşı et alınıyordu. 2021'de bu rakam 40 kg'ye düştü. 2022'de 37, 2023'te 35, 2024'te 29 kilogram ve nihayet içinde bulunduğumuz 2025'te 27 kilograma kadar indi. İkişer ikişer iniyor. Sağlık parametrelerine göre ise bir insanın haftada yarım, ayda iki kilo et tüketmesi gerekiyor. Ama siz et bulamıyorsanız mercimek yiyin. Yöneticilerimizin bekasından daha mı kıymetli?
Et et bıktınız biliyorum. "Devrim Mutfağı"nda vejetaryenler de var. Bunlardan ikisi Fransız Devrimi'ni fikren ateşleyen Jean-Jacques Rousseau ve Voltaire.
Rousseau'ya göre et yemek ahlâk dışıydı. "Çok et yiyenlerin başkalarına göre daha merhametsiz ve şiddet düşkünü olduğunu" söylüyordu o. Bir hayvanın mutfakta, sofrada, restoranda, pişmiş et haline gelene kadar maruz kaldığı şey şiddetti ve dünyadaki vahşetin ve vahşilerin özünde bu beslenme biçimi vardı.
Voltaire de özellikle hayatının son 15 yılında hayvan haklarına ve vejetaryenliğe yoğunlaşır. Bu vesileyle kiliseyi de sorgulayıp ağır eleştirilerde bulunur. Felsefe Ansiklopedisi'nin "et" maddesinde şöyle yazar: "Onların tek eksiği konuşmak. Eğer konuşabilselerdi, onları öldürmeye ve yemeye cüret edebilir miydik?.. Bu iğrenç katliam sürekli kasaplarımıza uzanıyor, mutfağımıza ulaşıyor, bize kötülük gibi görünmüyor. Tersine, bu vahşete Tanrı'nın armağanı gibi bakıyoruz. Bu cinayetlere dair şükran dolu dualarımız var. Sürekli olarak cestlerle beslenmekten daha mide bulandırıcı ne olabilir?"
BALLI FINDIKLI PORİÇBilinçli olarak, bizim "devrimcilerimiz"le ilgili çok ayrıntı vermeyeceğim. Kitabı alınca keyifle okursunuz onları. Ama Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan'ın hayatına değen üç yiyeceğin (Dayanıklı Tuzlu Kurabiye, Lokanta Usulü İşkembe Çorbası ve Sanayi Tostu); Dr. Behice Boran ve Dr. Sevim Belli'nin sevdiği dört yiyeceğin (Ev Yapımı Kestane Şekeri, Pratik Fırın Köfte, Kahveli Kek ve Şekerpare); Mustafa Kemal Atatürk'ün sofrasından Selanik Usulü Ispanaklı Börek, Patlıcan Graten ve Ballı Fındıklı Poriç'in tariflerini kitapta bulacaksınız. Ve tabii diğer isimlerin çok sevdikleri yemeklerin tariflerini de...
Kapatmadan bir soru sorayım: Stalin'le bir akşam yemeğine ne dersiniz?
Bence hemen evet demeyin.
1937-38 döneminde Stalin'in meşhur açık büfe davetlerine katılan en yakın 21 kişiden sekizi daha sonra öldürülmüş, ikisi de intihar etmiş. Buna, bu ölümcül yemeklerin konuklarından biri olan, gizli servisin başında kendinden önceki cansız tasfiyelerden sorumlu Yezhov da dahil.
Ava giderken avlanmayın, yemek yiyeceğim derken hayatınızı yemeyin. "Devrim Mutfağı"nın lezzetinin keyfini sürün.
DEVRİM MUTFAĞI, Bengi Başaran - Umur Talu, Kafka Kitap, 236 sayfa.
*******
BUNLARA BAKIN
1) TEDİRGİN YENİ DÜNYA, Astra Taylor, Çev: Gökçe Metin (Okuyan Us)
Duygusal, sosyal ve kültürel olarak kendinizi tedirgin ve yalnız mı hissediyorsunuz? Normal, çoğunluktasınız. Ama her şey alt üst olurken bizi bir araya getirecek şey belki de bu ortak duygudur…
2) TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI, Edward J. Erickson, Editör: Ahmet Batmaz, Çev: Selim Çelebi (Alfa)
Adı konmamış, “çatışma” gibi sıfatlarla geçiştirilen bir büyük dünya savaşının içindeyiz aslında. İyi de modern Türkiye de böyle bir dönemde kurulmadı mı? Öyleyse Kurtuluş Savaşı’nın stratejik, operatif ve taktiksel özelliklerine yeniden bakalım.
3) ESKİ ŞEHİR SPOR, Haydar Ergülen (Kırmızı Kedi)
Haydar Ergülen çok iyi bir şair. Eskişehirli ve “sporlu” olduğunu bilmiyordum. Muhtemelen o da bir dönem unuttu ve şimdi şehrine vefa için yazdı bu kitabı. Türk futbolunda “Anadolu Devrimi”ni başlatan kulübün 60 yıllık tarihi bu kitapta…
4) HAYVANLARA VE HAYVANLARI SEVENLERE AÇIK MEKTUP, Frederic Lenoir, Çev: Alp Tümertekin (İş Bankası)
Hümanist düşüncenin “insan” odağından kurtulup tüm canlıları kapsayacak bir biçime dönüşmesini savunuyor Lenoir. Evet, hayvanlar ve doğayı hizmetimizden çıkarıp acilen birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Yoksa birlikte batacağız.
5) DÜŞÜNCELERİN GÜNBATIMI, Emil Cioran, Çev: İsmet Birkan (Jaguar)
20. Yüzyılın kritik filozoflarından biriydi Cioran. Nihilizm, inanç, ölüm başlıca konularıydı. Bu, anadili Rumence’de yazdığı son kitap. “O zamanlar beni genelevlerden ve kütüphanelerden başka bir şey cezbetmiyordu” dediği dönemin ürünü…


