Ortadoğu’da vahşi sömürgecilik ne zaman sona erecek? İhsan Aktaş
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Yaklaşık bir buçuk yıldır İsrail’in Gazze’de yürüttüğü saldırılara tanıklık ediyoruz. Kadın, çocuk, yaşlı demeden bir halkın bilinçli bir şekilde hedef alındığı bu süreç, açık bir soykırım örneğidir. Dünya kamuoyunun büyük kısmı bu vahşete tepki gösterirken, özellikle ABD’de genç nüfusun önemli bir bölümü İsrail’in yanında yer almayı reddediyor. Bu durum, medya ve finans tekellerine rağmen dünyanın vicdanının henüz kaybolmadığını gösteriyor.
İsrail’in İran’a yönelik sebepsiz saldırıları, artık Ortadoğu’daki krizin sadece bir ülkeye ait bir sorun olmadığını ortaya koyuyor. Soğuk Savaş sonrası dönemde ortadan kalkan hakkaniyet ilkesi, Batı’nın çıkarları uğruna Irak’ın, Afganistan’ın ve Yemen’in yerle bir edilmesini meşrulaştıran bir düzene dönüştü.
Bugün Ortadoğu’da yaşananları anlamak için daha geniş bir perspektife ihtiyaç var. Filistin, İran, Yemen veya Lübnan gibi meseleleri ayrı ayrı ele almak yerine, 1. Dünya Savaşı öncesinde başlayan Batılı işgal ve sömürge zincirinin yeni versiyonlarını okuyoruz. İsrail’in Gazze’yi hedef almasının arkasında yalnızca askeri bir strateji değil, Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşma ihtimalini sabote etme amacı da vardı. Eğer bu iki ülke gerçekten uzlaşsaydı, ABD’nin bölgede askeri bir anlamı kalmayacaktı.
Tüm bu gelişmeler ışığında Pakistan Başbakanı’nın önerdiği gibi, İslam ülkeleri arasında bir savunma paktı kurulması artık bir zorunluluk haline geldi. Bu adım başlangıçta bir saldırmazlık anlaşması olarak düşünülebilir. Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Mısır, Endonezya ve Malezya gibi ülkeler arasında kurulacak bir ittifak, bölgede barışı ve güvenliği sağlayabilecek en etkili araçtır. Türkiye geçmişte ‘’Sadabat Paktı’’ gibi girişimlerle bu tür inisiyatiflerde bulunmuş, bölgesel güvenliğin teminatı olmuştur.
Bu noktada, İsrail-İran geriliminde emperyalistlerin körüklediği mezhepçi ve etnik fay hatlarına teslim olmadan, meseleye daha kuşatıcı bir perspektiften bakmak gerekiyor. 90 milyon İranlının tehdit altında olduğu bir dönemde, geçmişte yaşanan anlaşmazlıkları öne çıkarmak sadece işgalcilerin elini güçlendirir. Bugün önemli olan emperyalist saldırılar karşısında kolektif bir savunma bilinci geliştirmektir.
Türkiye bu süreçte hem askeri kapasitesi hem de diplomatik çabalarıyla bölgede barışın teminatı olabilecek yegâne aktörlerden biridir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde tamamlanan altyapı yatırımları, güçlenen savunma sanayii ve etkin dış politika, Türkiye’yi İslam coğrafyasının güven merkezine dönüştürmüştür.
İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etme girişiminde, Recep Tayyip Erdoğan başta Afrika ve küçük ülkeler olmak üzere bütün dünya devletlerini organize ederek Birleşmiş Milletler’deki oylamada, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in yanında duran 7-8 uyduruk devlet dışında İsrail’i yalnız bırakmıştı. İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İslam dünyası lehine ya da mazlumlardan yana takındığı tavır, sonuç alıcı bir nitelik taşımaktaydı.
Umarız ki bu durum saldırmazlık paktı konusunda da Türkiye’nin bir örneklik ve liderlik sergilemesiyle devam eder. Dönem başkanlığında alınan tavır, bunun somut bir göstergesidir.
Gelecekte Hindistan’dan Afrika’ya kadar uzanabilecek yeni işgal dalgalarına karşı hazırlıklı olmalıyız. Batı’nın hedefinde yalnızca Filistin yoktur; sırayla her İslam ülkesi bu tehdidin muhatabı olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin güven artırıcı diplomatik rolü, sadece Türkiye için değil, tüm mazlum coğrafyalar için hayati önem taşımaktadır. Bir Müslüman evladı olarak Sn. Cumhurbaşkanımızın bu tutumuna minnettarız.


