‘Oyun kendimize bakmamızı istiyor: Hâlâ hangi önyargıları taşıyorum?’
SonTurkHaber.com, Hurriyet kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 29. İstanbul Tiyatro Festivali 20 Ekim’de başlıyor. Festival kapsamında Perulu topluluk Teatro La Plaza ‘Hamlet’ uyarlamasıyla 24-25 Ekim’de Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde olacak. Shakespeare’in klasiğine bu kez down sendromlu 8 oyuncu hayat veriyor. İKSV ve DenizBank’ın Erişilebilir Sanat Partnerliği programı kapsamında sahnelenecek oyunun sanat yönetmeni Chela De Ferrari sorularımızı yanıtladı.
◊ Down sendromlu bir grup oyuncuyla ‘Hamlet’i sahneleme fikri nasıl ortaya çıktı?
‘Hamlet’i yönetmek uzun süredir aklımdaydı ama doğru oyuncuyu bulamadığım için erteliyordum. Rolün muazzam karmaşıklığını taşıyabilecek biriydi aradığım. Bir gün Teatro La Plaza’daki ekip toplantımız sırasında üç yıldan fazla süredir tiyatroda yer gösterici olarak çalışan Jaime Cruz ayağa kalktı ve hayalinin oyunculuk olduğunu söyledi. Onu kahve içmeye davet ettim. Karşımda oturup hayalini anlatırken birden zihnimde prens tacı takmış hali canlandı. Kamusal ve sanatsal alanda olma hakkı sık sık sorgulanan birinin ‘Olmak ya da olmamak’ sözlerini söylediğini hayal ettim. Ve şunu fark ettim; mesele ‘Hamlet’in geleneksel kalıbına uyan birini bulmak değil, rolün yeni bir beden, yeni bir ses, dünyada yeni bir varoluş biçimiyle dönüşmesine izin vermekle ilgiliydi... ‘Hamlet’i down sendromlu oyuncularla sahnelemek, başından beri bir provokasyondu; yetenek, güzellik ve değer kavramlarımızı sorgulamaya bir davetti.
Benzersiz ritimler
◊ Aralarında oyunculuk eğitimi almış olan var mıydı?
Çoğunun resmi oyunculuk eğitimi yoktu veya çok azdı. Peru’da bilişsel engelli bireylerin sanat eğitimi alabileceği çok az alan var. Bazıları çeşitli atölyelere katılmıştı, ancak ‘Hamlet’te yaptıklarımız eğitimin çok ötesine geçti. Birlikte, onların benzersiz ritimlerine ve ifade dillerine değer veren kendi metodolojimizi oluşturduk.
◊ Down sendromlu oyuncularla çalışmak sizin için de bir ilkti. Nasıl bir ön hazırlık yaptınız?
Provalardan önce Jaime ilk rehberim oldu. Beni Peru Down Sendromu Birliği’yle, ailelerle ve o topluluktaki arkadaşlarla tanıştırdı. Bu aşama, önyargılarımı yıkmak ve down sendromundaki deneyimlerin çeşitliliğini anlamaya başlamak için çok önemliydi. İkinci aşamada öğrendiklerimin ışığında oyunu yeniden okumaya başladım. Kendimize şu soruları sorduk: Shakespeare’in varlık, kimlik, güç ve aşk hakkındaki varoluşsal soruları, oyuncularımızın deneyimlerinde nasıl yankı bulabilir? Metnin hangi parçaları Shakespeare’in dünyasıyla oyuncularımızın dünyası arasında köprü görevi görebilir?
◊ Oyuncular oyunun şekillenmesine katkıda bulundu mu?
Oyunu doğrudan yazmadılar, ancak deneyimleri ve bakış açıları her repliği şekillendirdi. Örneğin ‘Üç Ophelia’ sahnesi oyunculardan bir rüyalarını kelimelere dökmelerini istediğimizde ortaya çıktı. Cristina, internette tanıştığı bir çocukla Mars’a uçmayı hayal ediyordu. Ximena deniz kenarında yaşamayı, ailesini yemeğe davet etmeyi ve kendi kredi kartıyla ödeme yapmayı hayal ediyordu. Diana’ysa erkek arkadaşıyla sekiz çocuk sahibi olmayı ve onların büyüyüp Hamlet olmalarını izlemeyi hayal ediyordu. Bu hayalleri eve götürüp Ophelia’nın monologlarından parçalarla birleştirdim, sonra bu halini oyuncular ve yönetmen ekibiyle tartıştım. Sahnenin son derece kişisel hissettirmesini istedik. Bu yüzden, metni ben yazmış olsam da özü onlara ait.
◊ Provalar sırasında karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
En karmaşık anlardan biri, oyuncularımızdan Octavio’nun down sendromlu olmadığını söylemek için provayı durdurmasıydı. Birkaç dakika sonra Jaime de ona katıldı. Hazırlıklı değildik. Ne söyleyeceğimi veya ne yapacağımı bilemeden sessizce oturduğumu hatırlıyorum. Ardından yorumlar grubun kendisinden geldi. Diana, Jaime’ye Peru Down Sendromu Birliği’nde bir aktivist ve lider olduğunu hatırlattı. Álvaro “Biz bir aileyiz” dedi. Konuşma uzun, zaman zaman acı verici ama son derece dürüsttü. Birkaç gün sonra Octavio geri döndü ve “Down sendromum var ama duygularımı ifade etmek için zamana ihtiyacım var” dedi. Konuşma bir süre devam etti ve hakikatin ve aidiyetin ne anlama geldiğini yeniden tanımladı.
İzleyicilerin rahatsızlığı...
◊ Oyun ilk kez izleyici karşısında sahnelendiğinde neler yaşandı?
Erken provalara arkadaşlarımızı davet etmeye başladığımızda başka bir zorlukla karşılaştık. Uzun duraklamalar, kekemelik, düzensiz ritim, kelimeleri telaffuz etmede zorluk gibi bazı özelliklerin bazı izleyicileri rahatsız ettiğini fark ettik. Bazıları gülmeli mi, bakışlarını kaçırmalı mı yoksa sessiz mi kalmalı bilemiyordu. Bu durumla yüzleşmeye karar verdik. Oyuncular, seyircilere yaşadıkları zorlukları açıkça gösterdiler ve iyi olduklarına dair güvence verdiler. Onlardan rahatlamalarını istediler. Bu basit hareket her şeyi değiştirdi. ‘Hamlet’e gerçek şeklini veren anlar bunlardı.
◊ 8 oyuncuyla uzun zaman geçirdiniz. Üzerinizde nasıl bir izlenim bıraktılar?
Başından beri kendimi onlarla evimde hissettim. Ritimleri, sessizlikleri, olaylara yavaşça, acele etmeden yaklaşma biçimleri bende derin bir ilgi uyandırdı. Kendi yaratıcı sürecimin temposuyla uyumluydu. Hem masum hem keskin mizah anlayışlarıysa benim için çok değerli. Onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Şakalarıma gerçekten gülen tek kişiler onlar! Aramızda gelişen sevgi ve suç ortaklığının ötesinde, bana çok önemli bir şey öğrettiler: Bilişsel yeteneklerimiz, bizi mutluluk verme veya alma konusunda muktedir kılan şey olmayabilir. Duygusal olarak son derece şeffaf olan bu dünyadaki varoluş biçimleri, bana zekânın birçok farklı biçimi olduğunu ve neşe, cömertlik ve empatinin mantık veya zekâdan daha dönüştürücü olabileceğini sürekli hatırlatıyor. Sahneye savunma ve hile olmaksızın kendileri olarak çıktılar. Bu özgünlük nadir görülür.
◊ Seyircilerin bu oyunu izledikten sonra salondan ne tür duygular ve sorularla ayrılmalarını umuyorsunuz?
‘Hamlet’ her zaman sorgulamakla ilgili olmuştur, ancak bizim versiyonumuzda bu sorular aynalara dönüşüyor. Oyun, seyirciyi kendilerine yansıtıyor. Kendimize bakmamızı istiyor: ‘Hâlâ hangi önyargıları taşıyorum’, ‘Başkalarını hangi alanlardan mahrum bıraktım’, ‘Ne sıklıkla bazı insanların belirli şeyleri yapamayacağını veya yapmaması gerektiğini varsaydım’? Sunmak istediğimiz duygusal bir yolculuk; mesafeden empatiye, rahatsızlıktan anlayışa, acımadan hayranlığa doğru ilerleyen.
◊ Ne yazık ki, bugünlerde dünyada gördüklerimizle birlikte, bu oyunun çok daha anlamlı hale geldiğini söylemek yanlış olmaz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Haklısınız. Özellikle Trump (ABD Başkanı) döneminden bu yana siyasi ve kültürel söylemin çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık fikirlerine giderek daha düşmanca yaklaştığı günümüz dünyasında, ‘Hamlet’ gibi bir yapım bir direniş eylemine dönüşüyor. Varlığı sürekli sorgulanan insanlar sahneye çıkıp ‘Olmak ya da olmamak’ diye sorduklarında, soru politik, insani ve acil bir hal alıyor. Bu ‘Hamlet’ bize sanatın bir lüks değil, bir zorunluluk olduğunu hatırlatıyor.


