Prof. Behlül Özkan: Erdoğan CHP de Kılıçdaroğlu nu istiyor, Kılıçdaroğlu da bu planla işbirliği yapıyor
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
CHP kurultayının iptali talebiyle açılan dava, o dava etrafında süren tartışmalar, Kılıçdaroğlu'nun sessizliği ve mahkeme kararıyla partinin başına döneceğine ilişkin iddialar... CHP bir yandan İmamoğlu operasyonuyla mücadele sürerken, diğer tarafta Erdoğan ve yargı eliyle partinin dizayn edilmesi riskiyle karşı karşıya.
Tartışmaların odağındaki Kılıçdaroğlu sessizliğini korurken, kendisine yakın isimlerden eğer mahkeme karar verirse CHP Genel Başkanlığına geri döneceğine ilişkin açıklamalar yapılıyor. CHP tabanında büyüyen tepkiye rağmen Kılıçdaroğlu'nun dönüş hazırlıkları yaptığı konuşuluyor.
Kılıçdaroğlu'nun yine siyasetin gündemini şekillendirdiği dönemde süreci anlamak ve anlatmak için, geçtiğimiz yıl Kılıçdaroğlu konusunda önemli bir akademik makale kaleme alan Prof. Behlül Özkan ile konuştuk.
Özkan, Erdoğan'ın rakip olarak karşısında her zaman Kılıçdaroğlu'nu görmek istediğini, şu anda da buna yönelik bir plan olduğunu, Kılıçdaroğlu'nun da Erdoğan'ın bu planıyla işbirliği yaptığını söylüyor. "Kılıçdaroğlu CHP'nin başına geçerse geçtiğimiz 13 yılda ne olduysa yine o olacak, Kılıçdaroğlu rejimin işbirlikçisiydi" diyor.

"13 YILDA BEŞ SEÇİM KAYBETMİŞ, SORUMLULUK ALMAMIŞ..."
--"Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan ile rekabet ederken devletle işbirliği yapması..." başlıklı makaleniz Turkish Studies'te yayınlandı. O makalede Kılıçdaroğlu'nun 13 yılda girdiği tüm seçimleri kaybetmesinin nedenlerini analiz ettiniz. O makalenin yayınlanması üzerinden yaklaşık 1 yıl geçti. Siz bu 13 yıl boyunca Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'la rekabet ederken bu rekabeti devletle işbirliği yaparak yürüttüğünü söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Nasıl bir işbirliğiydi bu ve yenilgileri bu strateji mi getirdi?
Ben bu makaleyi 2024'ün ağustos ayında yayınlandım ama makalenin yazım süreci bir yıl daha geriye gidiyor. Yazmaya karar verdiğimde mayıs 2023 seçimlerini Kemal Bey kaybetmiş ve o yenilgiye dair hiçbir sorumluluk almayıp, sanki kendisi kaybetmemiş gibi, hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye çalışıyordu. Burada kullandığım "işbirlikçi" kavramını da siyaset bilimi açısından kullanıyorum. Bu kavramı aslında ilk kullanan Marksistler, sınıfsal anlamda, yani işçi sınıfı içinden çıkan liderlerin sermaye sınıfıyla işbirliği yapmasına yönelik kullanmışlar. Kavram daha popüler şekilde II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyasıyla işbirliği yapan Avrupa rejimleri için kullanılmış. Ben burada Kemal Bey'e ahlaki bir suçlama yöneltmiyorum ya da damgalamıyorum. Ben onun siyaset etme stilinin, stratejisinin, rejim ve devletle iş birliği yaparak iktidar olma amacını taşıdığını söylüyorum.
İşbirlikçilik aslında daha çok iktidarda olanın, gücü elinde tutanın çizdiği sınırları kabul ederek o sınırları zorlamadan, o sınırlar içinde siyaset yapmaya çalışmak. Ben buraya Kılıçdaroğlu'nun bürokratik ve siyasi kariyerinden yola çıkarak varıyorum.
"KEMAL BEY SİYASETİ BİLMİYOR"--Kılıçdaroğlu'nun CHP Genel Başkanlığı'na gelişini de böyle mi okuyorsunuz? Benzer bir sürecin sonucu mu sizce?
Daha da öncesine gidiyorum ben. SSK Genel Müdürlüğü'ne gelmiş, üst düzey bürokratlık yapmış biri Kemal Bey. Dolayısıyla profesyonel kariyeri bürokraside şekillenmiş. Mesela Erdoğan'la kıyasladığımızda Kemal Bey'in devlet bürokrasisinde çalıştığı 70'lerde Erdoğan profesyonel anlamda bir siyasetçi. 1970’lerin ortalarından itibaren MSP'nin önce Beyoğlu, arkasından İstanbul ve daha sonra Refah Partisi'nin İstanbul İl Başkanlığı'nda siyaset yaparak yükseliyor. Dolayısıyla Erdoğan'ın siyaset yapma tarzı kitleye dayanan, teşkilatlar üzerinden iktidara gelmeyi merkeze alan bir strateji içeriyor. Benzer şekilde Ecevit de böyleydi, Demirel de böyleydi. Kemal Kılıçdaroğlu ise Türk siyasetinde istisnai bir figür. Aslında 98-99'da bürokrasiden emekli olduktan sonra, Demokratik Sol Parti'den milletvekili olmak istiyor. Fakat Ecevit onu aday yapmıyor. Kısa bir dönem, üç senelik bir emeklilik dönemi var. 2001'de Deniz Baykal onu Bilim Kurulu üzerinden PM'ye alıyor.
Kemal Bey parti ve particiliği bilmiyor. Bunu ben demiyorum. Kendi ifadesi. Zaten kendisinin genel başkan olduktan sonra yaptığı röportajlarda söylediği çarpıcı bir tanım var. Diyor ki: "Ben siyasete girdiğimde parti nedir, particilik nedir bilmiyordum." Yani aslında emekli olduktan sonra hobi olarak siyasete giriyor, böyle söyleyebiliriz rahatlıkla.
--Siyaseti bilmiyor ama siyaseti çok iyi bilen, el alttan yükselmiş biriyle mücadele etmemeye hazırlanıyor.
Kesinlikle. Bir tarafta Erdoğan var, sadece Erdoğan değil, Demirel, Ecevit gibi profesyonel anlamda siyaset yapan liderler var Türkiye'de. En alttan yetişmiş, tüm teşkilatları bilen, sokağı bilen liderler. Özgür Özel de Ekrem İmamoğlu da öyle mesela. Bir tarafta da Kılıçdaroğlu var, istisnai bir figür olarak.
Kılıçdaroğlu 2002'de milletvekili oluyor ve aslında ilk girdiği dönemde Baykal'a biraz muhalif bir tavrı var. Sonra ama nedamet getiriyor, geri adım atıyor ve Baykal'a sadakatini ispatladığında, 2008'de partide yükseldiği dönem başlıyor.
Hatırlarsanız yolsuzluk skandallarının üzerine gitmesi, Dengir Mir Mehmet Fırat, Melih Gökçek, Şaban Dişli gibi AKP'nin önde gelen isimleriyle yaptığı televizyon tartışmalarıyla dürüst, güvenilir bir siyasetçi imajı çiziyor.
2009 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı oluyor. Ama o adaylığının açıklanması bile çok çarpıcı. Deniz Baykal kürsüye geliyor ve "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayımızı açıklayacağım. Kemal, buraya gel." diyor. Kemal Bey ayağa kalkmıyor. Baykal şunu söylüyor: "Burada bile çok garanticisin. Soyadın söylenmeden ayağa kalkmıyorsun..." Hesap uzmanlığından gelmek iliklerine kadar işlemiş. Yani sürekli hesap yapan, asla risk almayan, garantici, kazanamayacağını düşündüğü kavgaya girmeyen, tam bir bürokrat, bu bağlamıyla baktığımız zaman. Ama sandıkla ve seçmenle ilişki de bu işe yaramıyor. Siyaset ve liderlik başka meziyetler gerektirir. 2009'da belediye başkanlığı seçimini kaybediyor. Hem de o seçim kendisinin oy kullanamadığı bir seçim. Aslında buradan bile siyasete ne kadar uzak olduğunu görüyorsunuz. Büyük, önemli bir skandaldı o. Yani kendi aday olduğu bir seçimde oy kullanamamıştı. Her şeyi hesap ediyorsunuz bir bürokrat olarak ama siyasete girdiğinizde ilk önemli mücadelenizde müthiş bir gol yiyorsunuz.
2010'da Baykal'ın kaset skandalıyla partide çok büyük bir kriz patlıyor. Baykal genel başkanlıktan istifa ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu partinin o dönem ağır topları tarafından genel başkanlığa ikna edilmeye çalışılıyor. Burada da kendisi "Adayım" diye çıkmıyor. O dönemin gazetelerinde açıklamaları var: "Ben asla aday olmam. Deniz Bey'e böyle bir kaset şantajı yapılmışken aday olmayı ve lider olmayı, CHP'nin başına geçmeyi asla düşünmem" diye. Zaten partinin içinde gücü yok, delegeler nezdinde ağırlığı yok. Ancak o dönemin CHP’deki güç merkezleri olan Önder Sav, Ali Topuz gibi isimlerle dirsek temasına giriyor ve kurultaya beş gün kala, onlardan onay ve destek bulunca çıkıyor adaylığını açıklıyor.
"YÜZDE 40 OY HEDEFİNİN YANINA BİLE YAKLAŞAMADI"--Aday gösterilmeyi bekliyor aslında değil mi? Altılı Masa döneminde de benzer bir süreç olmuştu. Yıllar öncesinden adaylığa karar verdiği halde bunu asla açıklamamış, masa tarafından aday gösterileceği bir süreç yönetimi yapmıştı.
Kemal Bey onay bekleyerek ve aslında onay alarak CHP’nin başına geçen bir figür. Asla bir lider değil.
Hatta Ali Topuz o döneme ilişkin şunu söylüyor kendisine: Sürekli "Hadi aday ol, biz seni destekleyeceğiz" diyorlar Kemal Beye. Fakat gerekli delege sayısını göremediği için her seferinde Kılıçdaroğlu "Bakmam lazım, biraz daha bekleyeyim." diyor. Ali Topuz en sonunda "Yeter, böyle lider olunmaz. Onay bekleyerek lider olunmaz." diye çıkışıyor.
2010 yılında CHP'nin başına gelir gelmez de kendisine koyduğu hedef %40 oy almak. Ancak, 2010-2023 arasında 13 yıl boyunca, beş genel seçimin birinde bile bu %40 oy oranının yanına bile yaklaşamıyor. Beş seçim yenilgisinde de %25'te çakılıp kalıyor CHP'nin oyu.
Ve beş seçim kaybetmiş, bu yenilgilere dair kesinlikle sorumluluk almıyor. Çarpıcı olan şu, Türkiye tarihinde bu kadar uzun süre kesintisiz ana muhalefet liderliğinde kalan başka bir lider yok. Türkiye tarihinin en uzun süre kesintisiz ana muhalefet liderliğini yapan kişi. Bu 13 yıl içinde örgütü yenileme, geliştirme, değiştirme, kitlelerle ilişki kurma, tabanı büyütme anlamında hemen hemen hiçbir reform ve girişimde bulunmuyor.
--Siz bunu sizin deyiminizle siyaseti bilmemesine, bürokrat kökenli olmasına, örgüt ve kitlenin önemini bilmemesine mi bağlıyorsunuz?
Evet, birincisi o. Yani bürokrasi kökenli ve siyaseti bilmiyor. "Parti nedir, particilik nedir bilmiyorum." diye kendi açıklaması var. Yani iktidar olma stratejisini tıpkı CHP'nin başına geçtiği süreç gibi kurguluyor. Türkiye siyasetinde milletvekilliğinden gelerek mücadele ederek partinin başına geçen çok isim var, her partide vardır ama bunu Kemal Bey gibi adeta paraşütle ve kaset skandalı sonucunda ana muhalefet lideri olan biri yok. Yani nereden geldiği hala belli olmayan bir kaset, Baykal'ın istifası, kurultaya iki hafta kala partinin önemli isimlerinin, "Ya birini lider yapmamız lazım, partinin başına geçirmemiz lazım" diyerek üzerinde mutabık kaldıkları bir figür... Dolayısıyla Kılıçdaroğlu hiçbir zaman siyasi anlamda iktidarı da, iktidara gelmeyi de parti teşkilatı, örgüt ve kitleler üzerinden düşünen, kurgulayan bir siyasetçi olmadı.
--Kim üzerinden kurguladı? 13 yıl ana muhalefet partisinin liderliğini yaptı, elbette ki iktidara gelme, Türkiye'yi yönetme planı vardır. Peki iktidara gelme kurgusunu kim, ne üzerinden yaptı sizce?
Bir bürokrat doğru hareket ederse, doğru zaman ve şartları kollarsa uygun atamanın yapılacağı beklentisi içinde yaşar kariyerini. Nasıl doğru şartları kollayarak CHP'nin başına getirildiyse, 2010-2023 arasında da Türkiye'de iktidarı doğru şartları kollayarak alabileceğini düşündü. Burada da birtakım örnek olaylar var. Mesela 2015 Haziran seçimleri. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin %40'a düştüğü ve Meclis'te çoğunluğu kaybettiği seçim.
Şimdi orada, hatırlarsanız, koalisyon görüşmeleri yapılması ve 45 gün içinde hükümetin kurulması gerekiyordu. Başbakan Davutoğlu, ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve HDP lideri Demirtaş var. Türkiye çok sayıda koalisyon kurmuş bir ülke. 1950'den 2002'ye kadar çok sayıda koalisyon hükümeti kuruldu. Demokrasimiz bu konuda deneyimli. Bakın, 1950 yılından beri birinci sıradaki partinin hükûmet kuramadığı bir ortamda kendisine görev verilmeyen tek ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu. Görevi alamayan desem daha doğru olur. Ben bunu kendisine sordum. Bu çok büyük bir sorun değil mi diye? Çok üzerinde durmadı benim hayretler ettiğim bu meselenin. Haziran 2015 seçimlerinden sonra CHP ikinci parti olmasına rağmen Davutoğlu istikşafi görüşmeler adı altında süreci sakız gibi uzatıp 45 günlük sürenin bitimine yakın yetkisini Erdoğan'a bıraktı.
Peki burada sorun Kılıçdaroğlu'nun siyaset yapma tarzı mı yoksa Erdoğan yönetiminin, AKP iktidarının karakteri mi?
Bu soru, güzel bir soru. Çünkü biz bugün demokraside, basın özgürlüğünde, akademik hayatta, otoriterleşme konusunda yaşadığımız bütün sorunların sebebini Erdoğan'da görüyoruz. Ben bunun bardağın yarısı olduğunu düşünüyorum. Diğer yarısı Türkiye'de bu sorunları yaşadığımız 13 yıl boyunca ana muhalefet partisinin başında Kılıçdaroğlu'nun olması.
Mesela İBB'ye kayyum atanması konusu. Hepimiz biliyoruz ki iktidar İstanbul'a kayyum atayacaktı. Özgür Özel belediyenin önüne halkı çağırmasaydı, aktif bir tutum alıp buna karşı durmasaydı bugün İBB kayyumda olacaktı. Kılıçdaroğlu için 'işbirlikçi' kavramını tam da bunun için kullanıyorum. 2015 seçimlerinde iktidarın planı ne? Koalisyon hükûmeti kurma görevini Kılıçdaroğlu'na vermeden seçime gitmek, ülkede artan çatışma ortamını kullanarak seçimlerde oyunu artırmak. Stratejisini bunun üzerine kurdu Erdoğan. Bu stratejiyi bozabilecek tek etken vardı, Kılıçdaroğlu'nun görev almaya talip olması. Bunu yapmadı, görev talep etmedi ve halka bunu bir kriz, çok önemli bir demokrasi krizi olarak da göstermedi.
Bu büyük bir krizdi. Skandaldı. Birinci parti hükümet kuramıyorsa görev ikinci, hatta o da kuramıyorsa üçüncü, dördüncü partiye verilmeliydi. Bu yapılmadı. Bakın, Türkiye'de 1998-99 sürecinde Ecevit dördüncü partiydi Meclis'te ve azınlık hükûmeti kurdu dördüncü parti olarak. Ve Öcalan'ın yakalanma sürecini bu azınlık hükümetinin lideri olarak Ecevit yönetti. O sürecin sonunda partisinin oyunu %22'ye çıkardı. Dolayısıyla hükümetin kurulamadığı bir ortamda ana muhalefet partisine görev verilmemesi büyük bir demokratik skandaldır. Bunu bile geçiştirdi Kemal Bey, hiç sorun etmedi bunu. Erdoğan’ın kurduğu oyunu bozamadı, onun sınırları içinde kalmaya razı oldu. Bu yüzden işbirlikçi siyaset olarak tanımlıyorum.
--Çok büyük kriz olabilecek, belki de siyasi tabloyu değiştirebilecek pek çok mesele geçiştirildi, hatırlıyoruz bunları. Bunlar da Erdoğan için işleri kolaylaştırıyor sanırım.
2012 yılında Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına gelmesinden iki sene sonra Erdoğan'ın bir tweeti var. 22 Nisan 2012 tarihinde. "Bu beyefendi CHP'nin başında olduğu sürece ben de halimize hamd ediyorum, işimiz kolay." diyor.

Şimdi Erdoğan'ın siyasetini beğenirsiniz, beğenmezsiniz, ideolojisini, yönetimini, otoriter olduğunu söylersiniz, yani istediğiniz gibi eleştirin ama siyaseti çok iyi bildiği konusunda hiçbir şüphem yok benim. Teşkilattan yetişmiş. Dolayısıyla bu tespitini de önemli buluyordum. "Kılıçdaroğlu CHP'nin başında olduğu sürece ben hep kazanırım" diyor. Erdoğan’ın oyun planı karşısında hep Kılıçdaroğlu’nu görmek. Çünkü Kılıçdaroğlu varsa boş kaleye maç yaptığını biliyor. Bunu açıkça söyledi. Daha ne desin?
Şimdi bakın, Kılıçdaroğlu 2023 seçimleri için adaylığını mart ayında açıkladı ve kriz çıktı masada. Kılıçdaroğlu adaylığını açıklamadan önce Kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekleyen iki çok önemli siyasi figür vardı Türkiye siyasetinde. Kim onlar, biliyor musunuz? Erdoğan ve Bahçeli. Kılıçdaroğlu aday olduğunu açıklamadan aylar önce, tarihlerini de söyleyeyim, Ekim 2022'de Erdoğan halka hitaben yaptığı bir konuşmada Kılıçdaroğlu'na yönelik diyor ki "Sen aday olmaktan çekiniyorsan, parti içinde başkaları çıkarsa ve önünü keser diye düşünüyorsan, sen partinin liderisin, ana muhalefet liderisin. Beraber mücadele edelim seninle. Çık ortaya, 'Adayım.' de. Ben seninle beraber mücadele edeceğim aday olabilmen için." diyor.
Böyle diyor çünkü Erdoğan seçimlerde karşısında Kılıçdaroğlu'nu görmek istiyor. Kazabilmesinin birinci şartı bu 2023’te. Hemen bundan bir ay sonra da, Aralık 2022'de Bahçeli'nin açıklaması var: "Benim Altılı Masa adaylığı konusunda tercihim sınıf arkadaşım Kılıçdaroğlu'dur." diyor. Açık ve net şekilde iktidar Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığına aday olmasını istiyor. Cumhur İttifakı açısından muhalefetin adayı Kılıçdaroğlu idi.
-- Cumhur ittifakı ortakları neden Kılıçdaroğlu'nu aday olarak görmek istiyor?
Bir kere o zamana kadar dört genel seçim kaybetmiş, siyaseti, iktidar olmayı teşkilat, parti ve kitleler üzerinden kurgulamayan bir lider. CHP’yi tıpkı başında olduğu hantal bürokratik yapıya dönüştürmüş. Kaç danışman var, kim ne görev yapıyor belli değil. CHP'nin onun liderliği döneminde örgüt anlamında geldiği nokta ortada. Sürekli her seçimde sandıklara sahip çıkamayan, seçimlere asılmayan bir örgüt görüntüsü vardı. İllerde kaç üyesi olduğunu bilmeyen bir parti. Sandıkların başında CHP temsilcilerinin bulunmamasının nedeni yukarıdan gömlek yanlış iliklendiği içindi. Yani partinin lideri örgütün gücüne, üyelerinin gücüne inanmıyor, onun üzerinden siyaset yapmayı hiçbir zaman kurgulamıyor.
"KAPALI KAPILAR ARDINDA İNANDIRILDI"2023 seçimlerine giderken ben Erdoğan'ın da Kılıçdaroğlu'nu buraya çektiğini düşünüyorum. Devlet içinden, müesses nizam içinden birtakım isimler ve kişiler üzerinden Kılıçdaroğlu'na sürekli belli mesajlar verildi kapalı kapılar ardında. Nasıl CHP’nin başına geldiyse ve getirildiyse, benzer şekilde Cumhurbaşkanı olacağına inandırıldı. Kılıçdaroğlu da mesela "Niye cumhurbaşkanlığına adaysınız? Siz niye doğru adaysınız?" diye sorulduğunda "Ben halkın oyunu alırım, kitleleri ikna ederim." demedi., "Ben devleti tanıyorum." diyor. "Devlet de beni tanıyor, bana güvenir." Ne kadar çarpıcı değil mi? Kendisini halkın değil devletin seçeceğini sanıyor.
Mesela çarpıcı bir başka tespiti daha var. "Biz popüler aday peşinde değiliz." dedi. Burada İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ı kastediyor. Şimdi bakın, dünyada bir popülizm çağındayız. Trump'tan Macron'a, Boris Johnson'dan Meloni'ye, birçok ülkede popülist liderler iş başında.
Keza Erdoğan da popülist bir lider. Yani popülizm çağında Kılıçdaroğlu diyor ki: "Benim kitleleri ikna etmek, kitlelerin gücünü arkama almak gibi bir derdim yok. Devlet beni tanıyor ben de devleti tanıyorum ve cumhurbaşkanı olacak kişinin devleti tanıması lazım." Devleti tanısın yeter, halkın desteği o kadar belirleyici değil.
--2023 seçimlerinde Altılı Masa, toplumun tüm kesimlerini bir araya getiren büyük bir ittifaktı aslında. Orada muhafazakarlar da vardı, milliyetçiler de, AKP kökenlilerin yönettiği partiler de. O zaman siz şunu söylüyorsunuz. Altılı Masa'nın verdiği mesaj da aslında devleteydi.
Burada verdiği mesaj şu devlet içindeki mahfillere: "Benim önümü kapatmayın, ben cumhurbaşkanı olursam bu düzen değişmeyecek" mesajını veriyor. “Ben sizin için tehdit değilim.” Bu düzenin değişmeyeceğinin ete kemiğe büründüğü yer de Altılı Masa. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi'nin içinden çıktığı Milli Görüş'ün partisi Saadet Partisi orada, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Dışişleri Bakanlığı'nı ve başbakanlığını yapmış Davutoğlu var. Yine ekonominin yönetimini yıllarca elinde tutmuş Babacan var. Ve bunların her biri de veto hakkı olan cumhurbaşkanı yardımcısı olacaklar. Şunu söylüyor yani: Ben seçimi kazanırsam Erdoğansız bir AKP rejimi Türkiye'de devam edecek. Dolayısıyla düzen değişmeyecek.
Kılıçdaroğlu bu haliyle de istisnai. Türkiye siyasetinde her zaman için devlet için mahfillerle, mesela orduyla müzakere eden liderler var. Mesela Demirel ya da Özal... Ama bu müzakereleri ederlerken güçlerini sandıktan alıyorlardı, kitlelerden alıyorlardı. Kılıçdaroğlu devletle müzakere ederek iktidara gelebileceğini düşündü ve burada da zaten devleti de Erdoğan'dan ayırdığını düşünüyordu.
"DEVLETİ ERDOĞAN'DAN AYRI DÜŞÜNÜYORDU"
--Yani 22-23 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına rağmen, oradan, Erdoğan'dan ayrı, bağımsız bir devlet olduğunu düşünüyordu öyle mi?
Çünkü burada da bürokratik zihniyeti devreye giriyor. Türkiye'de 2020'lerde de 90'lı yıllardaki gibi bir devlet mekanizmasının devam ettiğini düşünüyor.
Ben o dönemde en büyük hayal kırıklığını, PKK'nın Kılıçdaroğlu'nu desteklediğine ilişkin o montaj videoyu yayınlanmasıyla yaşadığını düşünüyorum. Yani devlet kanalı TRT'de Erdoğan'ın seçim propagandası olan montaj görüntüleri yayınlandı uzun uzun. O çok güvendiği devlet içinden orta düzey bir bürokrat bile, "Yahu kardeşim, nedir bu? Bir cumhurbaşkanı adayına bu derecede kumpas kurulmaz. Ben istifa ediyorum" demedi. Bence oradaki hayal kırıklığıyla kaybettiğini anladı.
--O zaman gelelim 2023 seçimleri ve beşinci seçim yenilgisine... Çünkü bugün içinde bulunduğumuz durum aslında o seçimin bir sonucu. Kazanmaya çok inanmış bir kitle, yorgun yıpranmış bir Cumhur ittifakı, büyük bir ekonomik kriz, bıkkınlık, yorgunluk... Buna rağmen gelen yenilgi ve seçim sabahına yine büyük bir yılgınlıkla uyanan milyonlar...
Hatırlarsanız seçimden birkaç hafta sonra ben sizin programa çıkmıştım. Temmuz 2023 olması gerek, çok iyi hatırlıyorum, yaz ayıydı ve haber kanallarında yaprak kımıldamıyordu. Muhalif kesimin üzerinden silindir geçmiş gibiydi, kimse televizyon izlemiyordu. Prof. Seda Demiral "apati" diye tanımlıyor bu durumu, halkın siyasetten uzaklaşması, siyasete kapanması. Üstelik 7-8 ay sonra da yerel seçim vardı. Ben orada çok inanarak şunu söylemiştim: "Bu seçimlerde CHP muhtemelen İstanbul ve Ankara'yı da kaybeder bu ruh haliyle giderse. Eğer Kılıçdaroğlu CHP'nin başından ayrılırsa yani kurultayı yeni bir ekip ve lider kazanırsa bu CHP'ye müthiş bir ivme katar. Çünkü iktidar açısından da durum hiç parlak görünmüyor. Bakmayın siz muhalefetin seçmenine ölü toprağı serpilmiş olmasına, iktidar seçmeninde de çok büyük bir kırılganlık var. Eğer CHP'de bir iktidar değişimi olursa CHP çok büyük bir sürpriz yapabilir." demiştim. Gerçekten de kasım ayındaki kurultayda Kılıçdaroğlu gitti ve CHP tarihinin ikinci en yüksek oyunu aldı, %37,8.
--Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak kalsa 31 Mart seçimlerinde bu sonuç alınamaz mıydı?
Kılıçdaroğlu gitmeseydi CHP Ankara'yı ve İstanbul'u kaybederdi. Zaten bugün yaşadığımız krizin temelinde de bu var. Kılıçdaroğlu kalmış olsaydı Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul ve Ankara'yı geri alacaktı, kendisi açısından sorun çözülmüş olacaktı zaten.
"CHP'NİN BAŞARISI İKİ KANAT İÇİN ALARM DEMEK"Bugün Türkiye'de yaşadığımız krizin temelinde Kılıçdaroğlu'nun CHP içinde iktidarı kaybetmiş olması ve oraya yargı yoluyla tekrar atanmak istemesi var. Bu Türkiye'de sadece şimdi yaşanmıyor. MHP'de de aynı şekilde yaşandı bu. Meral Akşener ve arkadaşları kurultay süreci başlattılar. Gemerek Mahkemesi'nin verdiği kararla o süreç durduruldu ve sonucunda Bahçeli koltuğunu korudu ama İYİ Parti kuruldu. MHP içinde lider değişimine izin vermedi ve Cumhur İttifakı'nın mayası oralarda atıldı.
Şimdi yaşanan şu: Kılıçdaroğlu kurultayı kaybetti, CHP içindeki iktidarı kaybetti. CHP içinde iktidarı alan liderlik, Özgür Özel ve İmamoğlu'nun başında olduğu liderlik yerel seçimlerde büyük bir başarı kazandı. Partinin oyunu %37,8'e taşıyarak yerelde iktidar oldu ve Türkiye'de de iktidar olacağının sinyallerini verdi. Bu iki kanat için alarm zili demek. Bir, Kılıçdaroğlu ve destekçileri için alarm zili demek, bir daha partinin başına gelme ihtimali yok. İki AKP için. İktidar İmamoğlu ve Özgür Özel'in partinin liderliğini eline almasını kendi iktidarına bir tehdit olarak görüyor. Bu yüzden de 19 Mart süreciyle İmamoğlu'nu içeri attı.
Ben günlerdir sosyal medyayı takip ediyorum, Kılıçdaroğlu'nun kendisi, bu "şaibe" sözünü ısıtan, gündeme getiren isimdir ama şu anda çok sessiz. CHP'nin bugün hayatta olan genel başkanları mevcut yönetimin arkasında, bir kişi dışarıda duruyor. Sadece o bir kişi bu sürece dair sessiz kalıyor.
Ve o bir kişiyi kurultay sürecinde de destekleyen gazeteciler, şimdi yandaş kanallarda konuyu gündemde tutuyor. Şimdi mevcut krizin iktidar açısından çözümü net, Kılıçdaroğlu CHP'de iktidara gelecek ve dolayısıyla mevcut iktidar da iktidarını koruyacak.
Yani ben size şöyle söyleyeyim, Ekrem İmamoğlu ve Özel Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına gelmesini kabul etsin, yarın çıkartılır içeriden. Çünkü Kılıçdaroğlu'nun başında olduğu bir CHP Erdoğan için bir tehdit değil.
Burada denklem şu: CHP içinde iktidar değişip eski genel başkan, CHP'nin başına gelirse zaten iktidar açısından sorun çözülmüş olacak çünkü 13 yıl boyunca iktidarı zorlamamış. Ne yaşandıysa aynısı yaşanacak.
--Geldiğimiz noktada konuştuğumuzsa şu: CHP kurultayının iptali davası var, 30 Haziran'da karar çıkması bekleniyor. O karar kurultayın iptali yönünde olursa Kılıçdaroğlu mahkeme kararıyla yeniden partinin başına dönecek. ? Yani Türkiye'nin birinci partisi Erdoğan ve yargı tarafından dizayn edilecek. Peki ama toplumun tepkisine, 5 yenilgiye, partinin yerel seçimde aldığı sonuca, İBB operasyonuna rağmen bu nasıl olacak?
"CHP'nin başına gelirse yaşanacak sorunu, krizi, rezaleti, kitlelerden gelecek tepkiyi görmüyor mu?" diyorsunuz? Görüyor tabii ki ama orada bir planı var bence. Yarın öbür gün iktidar içinde bir kriz çıkarsa ya da, Erdoğan'ın sağlık sorunları, DEM cephesi vs. nedeniyle çıkabilecek bir kriz veya tıpkı 2001 sürecine benzer bir ekonomik kriz olursa bugünkü iktidarın çökeceğini düşünüyor. Uygun koşullarla iktidara gelebileceğini hesaplıyor Kılıçdaroğlu. Bir bürokrat hep daha yükseğe atanacağı tayin hayaliyle yaşar. Eğer o süreçte CHP'nin başında kendisi olursa, devlet içindeki iktidar odaklarının kendisine, "Bu iş Erdoğan'la olmuyor. Sen iktidarı al ve ülkeyi selamete, güvenli limana götür." diyeceğini sanıyor. O hep CHP için de aynısını söylüyordu, 13 yıl boyunca yönettiği partiyi kurultaya giderken de "Güvenli limana taşımaktan" söz ediyordu.
"SARAÇHANE KİTLESİ GENEL MERKEZE GİTMEYECEK Mİ?"--Bu durumda oyun yine Erdoğan'ın istediği alana çekilmiş oluyor. Erdoğan geçtiğimiz haftalarda Özgür Özel'e mealen şöyle bir çağrı yapmıştı: İmamoğlu'nu unut, siyaseti normalleştirelim... Özgür Özel buna net bir hayır yanıtı verdi. Ekrem İmamoğlu'na ve İBB'ye yönelik operasyon karşısında mücadele sürüyor, mitingler sürüyor. Mahkeme kararıyla Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin başına geçtiği durumda tam da Erdoğan'ın istediği şey gerçekleşmiş oluyor bir yandan da. Kendi derdine düşmüş, bölünmüş bir CHP'nin İBB operasyonuyla mücadele gücü kalır mı?
Yani diyelim ki mahkemeden CHP kurultayına ilişkin bir iptal kararı, hatta 'mutlak butlan' kararı çıktı ve Kılıçdaroğlu mahkeme kararıyla Kasım 2023 kurultayından önceki ekibiyle yeniden yönetime geldi. Kılıçdaroğlu genel merkeze nasıl gidecek? Mesela orada bir kitle olmayacak mı? Saraçhane'ye giden yüzbinler o gün CHP Genel Merkezi'nde toplanmayacak mı? Kılıçdaroğlu eline mahkeme kararını alacak, şürekasıyla genel merkeze gelecek, kapıda çiçekle karşılanıp "Buyurun, geçin, yönetin" mi diyecekler? Ben bunun olacağına ihtimal vermiyorum, bir kere buna kitle izin vermez, parti örgütü de izin vermez.
"KILIÇDAROĞLU ARTIK KAYBEDECEĞİ KURULTAYI YAPMAZ"--Kılıçdaroğlu'nun "Mahkeme karar verdi, parti yönetimi görevden uzaklaştırıldı, ne yapalım yani partiyi sahipsiz mi bırakalım, fırtınalı denizlerde kaptansız mı bırakalım" demesi, kısa sürede, mesela 45 günde kurultay sözü vermesi bu tepkilerin önüne geçmek için yöntem olamaz mı?
Hayır, Kılıçdaroğlu CHP'nin başına geçerse kurultayı falan unutun. Kalacak partinin başında. Yani bu saatten sonra kurultaya falan gitmeyecek. Bahçeli nasıl MHP'nin başında kaldıysa Kılıçdaroğlu da CHP'nin başına ölene kadar kalmak için gelecek. Bu net. Burada kurultay falan yapacağını düşünmüyorum ben. Bundan sonra kazanamayacağı kurultayı yapmayacak zaten.
Kılıçdaroğlu, yani Türkiye'nin demokrasisi açısından "maalesef" diyorum, Kılıçdaroğlu "Şu şehirli, bu şehirli veya bu inançtan, şu inançtan" olduğu için kaybetmedi 2023 seçimlerini. Türkiye'de Tuncelili bir aday 2023 seçimlerinde %48 oy aldı. Türkiye demokrasisi için çok önemli bir gelişmeydi bu. Adaylığı Milli Görüş'ün kalesinde, Saadet Partisi Genel Merkezi'nde açıklandı. Bunlar demokrasi ve toplumsal barış için çok önemliydi. Fakat Kılıçdaroğlu kimliğinden veya, doğduğu şehirden dolayı değil, kötü siyasetçi olduğu için kaybetti. Bunun altını çizelim. İyi bir siyasetçi olsaydı kazanacaktı. "Kötü bir siyasetçi." diyorum çünkü bunu niye söylüyorum, biliyor musunuz?
13 yıl yönettiğiniz bir partide beş genel seçim kaybetmişsiniz ve son cumhurbaşkanlığı seçimini de kaybetmişsiniz, sorumluluk almıyorsunuz ve kurultayın ilk turunda kaybetmişsiniz Yani delege size "Git." diyor. Bunu görmemesi, ikinci turu zorlaması siyasi strateji olarak tam bir skandaldır. Siyaseti ne kadar bilmediğini, ne kadar öngöremediğini, ne kadar oyun kuramadığını gösteriyor. İkinci turda kurultayda kazanamayacağını bile bile giriyor. Siyaseti bu kadar okumaktan uzak. Siyasi gerçeklikten kopuk. Erdoğan için muhalefet liderliği için Kılıçdaroğlu biçilmiş kaftan. Daha ideali olmazdı Erdoğan için. Bunları gördüğü için birincil tercihi CHP'nin başında Kılıçdaroğlu'nun olması.
"CHP KİTLESİNİ MHP KİTLESİYLE KARŞILAŞTIRIYORSA YANILIYOR"--İBB Başkanı İmamoğlu'nun, Şişli, Esenyurt, Beykoz, Beşiktaş belediye başkanlarının tutuklu olduğu, yüzlerce İBB çalışanının tutuklu olduğu bir dönemde, yargı kararıyla CHP yönetiminin değişmesi... Nasıl bir CHP, nasıl bir siyaset öngörüyorsunuz?
Öyle bir CHP olmayacak. Yani Kılıçdaroğlu'nun başında olduğu bir CHP olmayacak. O kararı ne kitlesine ne partisine ne örgütüne kabul ettirebilir. Tıpkı Saraçhane'deki gibi bir toplumsal direnişle karşılaşacaktır. Bunu fiiliyata geçirmeye güçleri yetmez. Bunu net olarak söyleyeyim.
Çünkü kendi kitlelerini MHP kitlesiyle kıyaslamasınlar. Yani MHP liderliği Gemerek Mahkemesi'nin kararına uygun olarak partide iktidarı tutabildi. Dün idam ipi atıyordu kürsüden bugün "Kurucu önderlik" diyor, kitlesi sorun görmüyor. MHP'nin, kendi kitlesiyle kurduğu ilişki bambaşka bir ilişki. O nedenle istediği siyaseti kendi kitlesine kabul ettirebiliyor. CHP kitlesine bunu kabul ettiremezsiniz. Kılıçdaroğlu ve ekibi CHP Kitlesinin MHP tarzında olduğunu zannediyorsa bakın ben size söyleyeyim, dünyayı dar ederler. İmamoğlu bile bunu Karadeniz’de otobüsüne aldığı gazetecilerle net olarak anladı.
--Bu yorumları çok sık duyuyoruz. Kılıçdaroğlu Erdoğan ve yargı kararıyla CHP'nin başına dörense olabileceklere ilişkin yorumlar neredeyse aynı. Hatta benzer bir yoruma karşı dava da açtı Kılıçdaroğlu. Peki ama bir planı olmalı... Bunları nasıl göğüsleyeceğine, nasıl aşacağına ilişkin stratejisi olmalı...
Kılıçdaroğlu'nun 13 yıl boyunca ana muhalefet lideriyken sen gazeteci olarak izledin, ben de akademisyen olarak izledim. Kendi tahlillerimiz var ama mesela Özgür Özel'in son iki-üç aylık performansı, öncesinde de Özel-İmamoğlu ikilisinin yerel seçimlere giden performansını gördüm, Yozgat'ta, Konya'da, Esenler'de kitleleri sokağa çıkardıklarını gördüm, AKP'nin kalesi olarak görülen yerlerde inanılmaz bir değişim var. Bunu söylemde görüyorsunuz, eylemde görüyorsunuz. Şimdi Kılıçdaroğlu gitti ve CHP'de bir buçuk yılda olan değişime bakıyorum ben, müthiş bir değişim.
İktidara aday bir parti var burada. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu kurultayda ikinci turda kaybedeceğini bilmesine rağmen bütün siyasi kariyerinin dibe vuracağını bilmesine rağmen seçime girmiş. Cumhurbaşkanlığı seçiminde devletin kendisini destekleyeceğini zannetmiş. Ekmek için Ekmeleddin demiş olmamış, mühürsüz oylar kabul edilmiş ses etmemiş
Türkiye'de otoriter rejime karşı çıktığını söyleyip bugün bir gazeteci ve bir akademisyeni dava etmiş. 90'lı yıllarda bürokratlık yapmış, o zamandan beri de partisini bir adım ileri taşıyamamış bir kişi. Dolayısıyla o muhtemelen emekliliğini CHP genel başkanı olarak geçirmek istiyor. Kurultayda Kılıçdaroğlu'nu destekleyen önemli isimler de öbür tarafa geçti artık. Yani Kılıçdaroğlu'nun etrafında nitelikli, siyasi anlamda ışık saçan hiç kimse görmüyorum ben. Dolayısıyla ben Kılıçdaroğlu'ndan çok da bir şey beklemiyorum bu süreçte. O, Erdoğan'ın kendisine yönelik oyun planına yönelik iş birliği yapıyor şu anda. Erdoğan'ın oyun planına iş birliği yapıyor.
--O zaman Erdoğan açısından 2028 planı tıkır tıkır işliyor diyebiliriz?
Elbette. Yani Kılıçdaroğlu'nun son parti meclisindeki 62 kişiden 40'ının bugün Özgür Özel'in yanında olduğu konuşuluyor. Mevcut yönetim ne yapar, direnir mi, ayrılıp yeni bir parti mi kurar, bilemiyorum tabii. Ama CHP içinde yaşanacaklar tam da bu iktidarın isteyeceği türden şeyler olacak. CHP'nin içinde kavga, bölünme... Böylece Erdoğan açısından 2028 senaryosunu garantilemeye çalışıyor. İllerde yapılan İmamoğlu mitingleri muhtemelen ertelenecek. İmamoğlu unutulacak bir mecbûriyet olarak. Tam işte bu süreçte ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu genel merkeze sokulmasa da oluşacak krizden iktidar faydalanacak. İşte benim kabullenemediğim de şu: Partinin 13 yıl genel başkanlığını yapmış birinin buna imkan tanıyor olmasını kabullenemiyorum.
Bu tartışmaları bitirebilecekken bunu yapmayarak Türkiye'nin demokrasisine en büyük zararı Kılıçdaroğlu'nun verdiğini düşünüyorum. Gelinen nokta itibariyle Erdoğan tüm sorunlarına rağmen en azından seçim kazanan bir lider. Girdiği her seçimi kaybedip, parti içindeki seçimi de kaybedip hala Erdoğan ve mahkeme kararıyla koltuğa dönmeyi düşünen bir ana muhalefet lideri içinde bulunduğumuz bu durumun en büyük sorumlusudur.
13 yıl boyunca "Otoriter rejimde muhalefete muhalefet edilmez" lüksü vardı. Bu nedenle eleştirilemedi Kılıçdaroğlu.
--Hikmet Çetin ile söyleşi yaptık kısa süre önce, onun da benzer bir analizi vardı, "CHP'de kimseye verilmeyen şans ona verildi." diyor.
Tam da bu sayede müthiş bir siyasi koruma kalkanı altındaydı. Gazeteciler, akademisyenler, biz hepimiz AKP üzerine, Erdoğan üzerine kafa yorduk. Yani ben oturdum, hani 2009 yılında doktoram bitti ve siyasal İslam çalışmaya başladım hani Türkiye'nin geldiği mevcut yer itibariyle çalışma alanımı değiştirdim. Ama geldiğimiz yer itibariyle bunu artık görmek, anlatmak durumundayız. Kılıçdaroğlu'nun çok büyük bir sorumluluğu vardı 13 yıl boyunca yaşadıklarımızdan. Rejimin önde gelen işbirlikçisiydi.


