‘Ruhen öldürülmüş kadınları zaten yazıyordum, bu kez kan dökülmüş bir cinayeti yazmak zorunda kaldım’
Hurriyet sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Türk edebiyatının saygın isimlerinden yazar İnci Aral yeni romanı ‘Verda’nın Ölümü’yle okurlarını çokkatmanlı ve karanlık bir yolculuğa davet ediyor. Aşkın, nefretin, inkârın ve suçlamaların çevresinde dönen roman, eşini öldüren bir adamın sesinden bir kadın cinayetinin hikâyesini anlatıyor. Yalnızca bireysel bir çürümeden değil, toplumsal yüzleşmelerden de bahseden usta yazarla romanını konuşmak üzere evinde buluştuk: Katil kim? Sevgiyle sarılıp sarmalanan bir ilişki nasıl bir kıyıma dönüşür? Toplumsal faktörler bu cinayetin neresinde?
Bu kitap nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Ülkede salgın hastalık gibi çoğalan kadın cinayetleri büyük bir toplumsal sorun. Genellikle reddedilen erkekler, boşanmış ya da boşanma aşamasında eşler, sevgililer, erkek arkadaş ve takıntılı adamların kadınlara kıymaları can yakıcı gündelik haberler oldu. Halbuki sorun çok daha derin ve trajik. Bu sorunu işlemek istedim.
Bir yazma sorumluluğu hissettiniz gibi anlıyorum...
Halihazırda birçok okurum bana kadın cinayetleri üzerine neden bir kitap yazmadığımı soruyordu. Ben de bir kadını öldürmenin yalnızca silahla olmadığını birçok kadının ruhen öldürüldüğünü söyledim hep, ki ben bu kadınları yazıyordum zaten. Ama bu kez kan dökülmüş bir cinayeti yazmak zorunda kaldım.
Sizi bu seçime yönelten ne oldu?
Erkeklerin işledikleri korkunç cinayetlerden çok az cezayla kurtulmaları. Bu vicdanları yaralayan bir gerçek.
‘Verda’nın Ölümü’nde kadına yönelik şiddeti ve evliliğin çöküşünü erkek anlatıcı üzerinden işliyorsunuz. Neden böyle bir tercih yaptınız?
14 yaşımda okuduğum ve çok etkilendiğim, Tolstoy’un ‘Kroyçer Sonat’ adlı kısa romanından yola çıkarak tasarladım kitabımı. Roman karısını öldürmüş bir erkeği anlatır. Ben de romanımda yüksek bürokrat bir erkek katili, sözler vererek evliliğe razı ettiği bir sopranoyu ve bu evliliğin karşılıklı nefretle çürüyüp cinayetle bitişini anlattım. Tolstoy’un hikâyesini, bir erkeğin işlediği bu insanlık suçunu yüz yıl sonra günümüze ve koşullarımıza erkek bakışıyla aktardım.
Neyi vurgulamak istediniz?
Ben buna ek bir dram kattım. Bir kadını öldürmüş erkeğin gözaltında yaşadığı acı, pişmanlık ve derin hesaplaşmasını dile getirdim. Kitapta olayın vurgulamak istediğim en önemli yanıysa ülke yönetiminin kolladığı katilin cezasını çekmek istemesine rağmen suçsuz çıkarılmaya çalışılmasıydı.
Bu roman bir ‘katilin hikâyesi’ mi yoksa ‘ölmeden önce öldürülen bir kadının hikâyesi’ mi?
Odakta kim var sizce, Ata mı Verda mı?
Kuşkusuz bu bir polisiye roman değil. Bir yanıyla bir kadınla erkeğin, Verda ve Ata’nın acı biten ama benzeri pek çok olan evlilik ve kıskançlık öyküsü. Eşinin politik görevi yüzünden hayallerini kaybedip yıkıma uğramış bir kadının ve toplumun bireyleri zorlayan hastalıklı kabullerinin kişileri nasıl bitirdiğinin edebiyat diliyle anlatımı.
Sizce Ata kendini bir kurban gibi mi görüyor?
Ata kendini karısı açısından bir kurban gibi görüyor olabilir ama aynı duyguyu hayatın içinde Verda da çok yoğun yaşıyor. Evlilik onun için bir kapan. Ölmeden önce öldüğü bir süreç.
Ata’nın hatıralarında Verda giderek ‘rahatsız edici’ bir figüre dönüşüyor. Bu dönüşüm, onun karakterinin çözülüşünü mü gösteriyor, yoksa toplumun kadın algısıyla ilgili daha genel bir
şey mi söylüyor?
Ben burada bir kadını, hem de sevdiği bir kadını öldürmüş erkeğin ağzından konuşmayı yeğledim. Ama Verda düşleri yoluyla Ata’nın da kâbusuna dönüşüyor. Aslında o, iyi eğitim görmüş entelektüel biri. Dönüşümü nasıl oldu? Erkeklik ne ölçüde etkili oldu, anlamaya çalıştım. Bu yüzden romanımı bir kadını öldürmüş ya da bir kadına zarar vermiş erkeklerin de okumasını arzu ediyorum.
Yazarın 25’inci kitabı ‘Verda’nın Ölümü’ Everest Yayınları’ndan çıktı.
‘Bütün sevgi ilişkilerinde çok kırılgan bir nokta var’
Kadına yönelik her türlü şiddet, dünyanın her yerinde gün geçtikçe katlanarak artıyor. Bu artışın sebebi ne sizce?
Erkeklerin kendilerine hayır diyen kadınlara tahammülü yok. Bu bizde erkeklik algısının yıkılmasıyla ilgili. Kadınlar değişiyor. Haklarını savunmaya çalışıyor, istemediği, sorumsuz, şiddet bağımlısı erkeği yaşamından çıkarmak istiyor. Erkeklerse bu reddi geri, ilkel bir tavırla, öfkeyle ve can alarak karşılıyor.
Bu kitap sizce İnci Aral külliyatında hangi noktada duruyor?
Kendi külliyatımda bu roman benden ayrı bir yerde durmuyor. Bütün sevgi ilişkilerinde çok kırılgan bir nokta vardır, burada yine var. İletişimsizlik, toplumsal koşullanmalar ve aşkın imkânsızlığı yine var. Belki daha sert, acıtıcı ama gerçek yaşam böyle.


