‘Sar’, Berlin, Gorki Theater ve daha fazlası Agos
SonTurkHaber.com, Agos kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Kurtuluş’ta aynı mahallede, aynı kültürde büyümüş iki arkadaşın; Mihran Tomasyan ve Saro Usta’nın beraber ürettikleri müzik-dans gösterisi olan ‘Sar’da, ikili, ortak kimliklerinin oluşturduğu anıları ve gözlemlerini, müziği, hareketi ve kâğıdı kullanarak, çok da yabancısı olmadığımız bir dağ hikâyesini anlatıyorlar.
Çıplak Ayaklar Kumpanyası tarafından ilk kez 2015’te sahneye konan, Mihran Tomasyan ve Saro Usta imzalı ‘Sar’, Berlin’de izleyiciyle buluştu.
15 Mayıs Perşembe akşamı, şehrin önemli kültür merkezlerinden Gorki Theater’da sahnelenen performans, böylece bir kez daha Avrupa’da boy göstermiş oldu. Kurtuluş’ta aynı mahallede, aynı kültürde büyümüş iki arkadaşın; Mihran Tomasyan ve Saro Usta’nın beraber ürettikleri müzik-dans gösterisi olan ‘Sar’da, ikili, ortak kimliklerinin oluşturduğu anıları ve gözlemlerini, müziği, hareketi ve kâğıdı kullanarak, çok da yabancısı olmadığımız bir dağ hikâyesini anlatıyorlar.
Bugüne dek Türkiye’de farklı şehirlerde sahnelenmesinin yanı sıra Avusturya, İran, İsveç gibi ülkelerle sınırların dışına da taşan ‘Sar’, Gorki Theater’ın Studio Я’daki ‘100 + 10 Armenian Allegories’ tiyatro serisi kapsamında, Berlin’deydi. Gorki Theater, ‘Sar’ın duyurusunda şu ifadeleri kullandı: “SAR, torunlarımızın nasıl bir dünyada büyüyecekleri sorusunu soran güçlü bir dans performansıdır. Dünya, insanlık, dağlar, yeryüzü ve gökyüzü hakkında şiirsel bir yanlış anlamaya dayanmaktadır.”
Performans kapalı gişe olunca
Performans kapalı gişe oynadı. Oynayanların biri gerçekten kuzenim, diğeri abim diyebileceğim yakınlıkta bir ahbabım olduğundan bilet almak aklıma gelmedi. Fakat Almanya’da işlerin Akdeniz mantalitesiyle işlemediğine kendimi henüz ikna edebilmiş değilim. Durum açıktı: İzleyemiyecektim. Sahnedeki sanatçıların yakın arkadaşı Gürkan Çakar’la mini bir panik halindeki görüşme trafiğinden sonra, Saro’dan çözüm mesajı geldi: Saat 17.00’de, yani performansın resmî gösteriminden yaklaşık 3,5 saat önce, bizim gibi planı şaşanlar için oyunun bir provası sahnelendi. Bu, ‘Sar’ı üçüncü izleyişim olsa da, her defasında farklı soru işaretleri üzerine düşünürken, farklı bakış açılarını değerlendirirken ve diğer izleyicilerle farklı tartışmalar yaparken buluyorum kendimi. Sanırım tam da bu, oyunu benim için kıymetli kılıyor.
Oyunun sinopsisini kaleme alan Mihran Tomasyan, ‘Sar’ı şöyle tanımlıyor:
“Fidanını seçtin, yerini beğendin, toprağını hazırladın, can suyunu verdin, sırtını dönüp yürüdün, günler geçti, belki haftalar, yağmurlar yağdı ve arada karlar, rüzgarlar esti, geldin baktın, boyu boyundaydı, belli ki tutmuştu, sonsuza uzanabilirdi kökleri, sonra bahar oldu yaz oldu güneş doğdu ay battı venüs çıktı, sen zaten öldün, torunların kim bilir nerde uyandı, gidenler oldu, gelenler başka gidenlerdi, olmadı, bi’ şeyler yanlış oldu, ağaç büyüdü, uzaktaki ev bir taneydi üç oldu beş taneydi beş yüz oldu, gölgesinde öldürülenler ve elbet öpüşenler, onu görmeyenler ve su verenler.
Sonra kestiler.
İyi de oldu çünkü kaldırımı daraltıyordu.
Bu gösteri dünyayı, insanlığı, dağları, yeryüzünü ve gökyüzünü yanlış anlamak üstüne kurgulanmıştır. Yukarda bahsedilen ağaçla hiçbir alakası yoktur. Torunların nerde uyandığıyla ilgilenir.”
Ne istiyorlar bu dağdan?
Mihran, her zamanki gibi, oyunu ‘Bu bir dağ hikâyesidir’ yazısıyla başlatınca, hemen her Ermeni gibi benim de aklıma Ararat geliyor ve bu andan itibaren performansı bir dağın gözleriyle izlemeye başlıyorum. Tomasyan’ın kâğıttan ürettiği dağı zapt etmeye çalışırken o sırada Saro’nun geleneksel Ermenice şarkıları elektronik altyapıyla birleştirerek ürettiği müziği aynı anda izleyip dinlemek; tüm bu agresifliğe şahit olmak tek bir soruyu kulaklarımda çınlatıp durdu: “Ne istiyorlar bu dağdan?”
Diğer etkinlikler
Gorki Theater’a girdiğimde, Ermeni Soykırımı’nın 110. yıldönümü sebebiyle yıl boyu süregelen etkinlik dizisinin ne denli kapsayıcı ve etkileyici olduğuna da tanıklık ettim. Biz oraya o gün ‘Sar’ı izlemeye gitmiştik, fakat öncesinde ödüllü belgesel film yönetmeni, yapımcısı ve senaristi Inna Sahakyan’ın iki filminin yanısıra, Fatih Akın’ın ‘The Cut’ filmi izleyiciyle buluştu; Hans-Werner Kroesinger ve Regina Dura, Franz Werfel’in kaleme aldığı ‘Die vierzig Tage des Musa Dagh’ (Musa Dağ’da Kırk Gün) romanına geri döndüler ve soykırımların yapısal organizasyonu sorusunu ele aldıkları belgesel materyalle sahnelenmiş bir okuma yarattılar. Nairi Hadodo’nun solo performansı ‘Kim’, Kim Kardashian fenomenini sahneye taşıdı. Etkileyici koreografi, ikonik pop göndermeleri ve son olarak Kim’in tartışmalı eski eşi Kanye West’in parçalarıyla, bir girişimcinin ve kişiliğin çok katmanlı bir portresi sunuldu. Ortak Ermeni kökenlerini bir temel olarak kullanan Hadodo, Kim Kardashian’ın biyografisinin unsurlarını kendi biyografisiyle bir araya getirdi. Eileen Khatchadoorian ile Collectif Medz Bazar, Tigran Hamasyan konserleri de ‘100 + 10 Armenian Allegories’ kapsamında Gorki Theater’da sahnelendi.
Tüm bunların yanı sıra, Gorki’nin çevresine yayılmış büyük bir sergi de yer alıyor. Fotoğraf, illüstrasyon, enstalasyon, dokuma gibi farklı disiplinlerde Ermenistan’dan ve başka ülkelerden sanatçıların eserlerinin bulunduğu sergi, Berlin’in merkezinde konumlanmasıyla aklımda başka sorulara yol açtı. Örneğin, bu denli kapsamlı bir soykırım etkinlik dizisinin İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli şehirlerine dağılmış olması yerine, Avrupa’nın bir başkentinde kendini var etmesi, Türkiye’nin salt geçmişi değil, bugünü ve geleceği hakkında da çok şey söylüyor.
Tüm bu çelişkileri, akıl karışıklıklarını yanıma alarak İstanbul’a döndüm. Yine aynı soru meşgul ediyordu zihnimi: “Ne istiyorlar bu dağdan?”


