Savaş suçlusu gibi polislerin arasında sıraya sokulan belediye başkanı... Sözcü Gazetesi
Sozcu sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
70’li yılların sonları...
O tarihlerde tek kanaldan siyah-beyaz yayınlar yapan TRT Televizyonu’nda değerli arkadaşlarım Vedat Tayyar Erdamar ve Adil Daldal ile birlikte, toplumsal sorunları ele alan programlar yapıyoruz.
Türkiye’yi dolaşarak hazırladığımız haberlerimiz öylesine ilgiyle izleniyor ki; her hafta yurdun dört bir yanından çuval dolusu ihbar mektupları geliyor. Bunlardan biri, İstanbul- Sefaköy’de deterjan üretimi yapan dev bir fabrikayla ilgili. İddiaya göre fabrika, üretim atıklarını hiçbir arıtmadan geçirmeden doğaya akıtıyor. Çevredeki boş arazilerde top oynayan çocuklar bu atıklarla temas ettiklerinde bedenlerinde yaralar oluşuyor. Aynı akıbete tarlalarda otlayan hayvanlar da uğruyor... Bir süre sonra yaralar içinde kalıyorlar.
Zift renkli atıklar Sefaköy’den aşağılara doğru akıyor ve ince bir nehir görünümünü aldıktan sonra Ayamama Deresi’ne ulaşıp, Ataköy’ün dibinde Marmara Denizi’ne karışıyor.

★★★
Yerinde yaptığımız istihbarat çalışmasıyla ihbarı doğrulatıp Sefaköy Belediyesi’ne gidiyoruz.
Ekibimizi, Yazı İşleri Müdürü olan genç bir belediye yetkilisi karşılıyor. Konuyu öğrenince hemen deterjan fabrikasının atıkları için kestikleri cezaların bulunduğu dosyayı gösteriyor. “Biz yetkimiz dahilinde kesebileceğimiz tüm cezaları yazıyoruz. Ama daha fazlasını yapmak bizi aşıyor. Bunu mevzuata göre ancak Ankara yapabilir” diyor.
Bilgi vermekle de yetinmiyor ve birlikte fabrikanın bulunduğu yere gidiyoruz. Orada da kameraların önüne geçerek çevre felaketini önlemek için yaptıklarını anlatıyor, ayrıca fabrikanın bu koşullarda üretime devam etmemesi gerektiğini dile getiriyor.
★★★
Bu belediye yetkilisiyle yollarımız ikinci kez 2004 yılında yaptığımız “Asrın Yağması” haberleri sırasında kesişiyor ve yolsuzluğun belgelenmesi için bize çok yardımcı oluyor.
Adı Hasan Akgün olan o genç yetkili, aradan geçen yıllarda önce Küçükçekmece Belediyesi’nde Şube Müdürü olmuş, sonra da Büyükçekmece Belediyesi’nde Başkan Yardımcılığına kadar yükselmiş.
1994 yılında da Büyükçekmece Belediye Başkanı seçilmiş...
★★★
Büyükçekmece’yi öteden beri çok severim. Üniversitede okurken yazları arkadaşlarla İstanbul’un kalabalığından kaçmak istediğimizde oradaki belediye plajına giderdik. Plajın göz kamaştıran pırıltılarla dolu kumsalı, içinde kitap okunacak kadar berrak bir denizi vardı. Üstelik çok sakindi...
Gençlik anılarım çağırdığı için olsa gerek, elime ev alabilecek kadar bir para geçtiğinde ilk olarak Büyükçekmece’ye gittim, ancak mal sahibiyle pazarlıkta anlaşamadığımız için hayalimdeki eve sahip olamadım.
Zamanla her yer gibi Büyükçekmece de çok değişti. Belki şaşıracaksınız ama buradaki değişim olumlu yönde oldu. Hasan Akgün ilçesine çok katlı yapılaşmayı sokmadı. Bunun için büyük bir direniş sergiledi. Ölüm tehditleri bile aldı ama kararından vazgeçmedi.
Büyükçekmece İstanbul’da betona esir düşmeyen ender ilçelerden biri olma özelliğini koruduğu gibi, şahane sahil düzenlemesi ve görülmeye değer marinasıyla modern ve yaşanası bir kent görünümüne kavuştu. Ayrıca uluslararası festival ve şenlik şehri oldu. (Son 25 yıldır kesintisiz yapılan uluslararası Büyükçekmece Kültür ve Sanat Festivali son 10 yıldır saygın değerlendirme kuruluşları tarafından dünyanın en iyi kültür ve sanat festivali seçiliyor.)
★★★
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ da bir Büyükçekmece sakinidir. Kendisi bu çok çalışkan ve yaratıcı belediye başkanının adliyeye sevk edildiği sırada (diğer şüphelilerle birlikte) sanki bir savaş suçlusuymuş gibi polislerin arasında sıraya sokulmuş olmasından çok etkilenerek bakın neler yazmış:
“Geçtiğimiz günlerde ekranlara yansıyan bir görüntü, yalnızca bir kişinin değil, aslında tüm kamu vicdanının yaralandığı anlardan biri olarak hafızalara kazındı. Otuz yıldır Büyükçekmece Belediye Başkanlığı görevini sürdüren Hasan Akgün’ün, masumiyet ilkesi dikkate alınmaksızın, iki polis arasında terör örgütü mensubu gibi yürütülerek kamuoyunun önüne çıkarılması, yalnızca kendisi açısından değil, temsil ettiği kamu hizmeti adına da büyük bir adaletsizliktir.
Hasan Akgün, yalnızca bir belediye başkanı değil; Atatürk ilke ve devrimlerine yürekten bağlı, Türkiye sevdalısı, yerel yönetim anlayışına vizyoner katkılar sunmuş bir kamu görevlisidir. Görev süresi boyunca kentsel dönüşümden altyapıya, çevresel projelerden kültürel etkinliklere kadar birçok alanda öncü çalışmalara imza atmış, Büyükçekmece’yi bir yaşam alanı olarak dönüştürmüş bir yöneticidir. Büyükçekmece sahil bandı, kültür-sanat festivalleri ve çevre odaklı projeleriyle halkın geniş kesimlerinin takdirini kazanmış; belediyecilik anlayışında Türkiye’ye örnek teşkil etmiştir.
★★★
Ancak böylesine kıymetli bir ismin, hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmaksızın, kamuoyunun önünde adeta teşhir edilerek itibarsızlaştırılması, yalnızca onun kişilik haklarını değil, tüm kamu görevlilerinin ve seçilmiş temsilcilerin onurunu zedelemektedir. Üstelik bu durum ne yazık ki münferit de değildir. Son dönemde birçok saygın kamu görevlisi ve siyasetçi, gerekli hukuki süreçler tamamlanmadan, uzun tutuklulukla ve kamuoyu önünde cezalandırıcı muamelelerle karşı karşıya bırakılmaktadır. Hukukun temel ilkelerinden biri olan ‘masumiyet karinesi’, her birey için istisnasız şekilde geçerli olmalıdır. Ne var ki uygulamada bunun sıklıkla ihlal edildiğini üzülerek görmekteyiz.
Toplum olarak şunu unutmamalıyız: Siyasetçilerin, kamu görevlilerinin ya da herhangi bir vatandaşın yargılanması sırasında kişilik haklarının, insan onurunun ve adaletin evrensel ilkelerinin korunması yalnızca hukukun değil, vicdanın da gereğidir. Aksi takdirde, yargı süreci bir hak arama zemini olmaktan çıkar, cezalandırıcı ve itibarsızlaştırıcı bir araca dönüşür.
★★★
Yıllarını kamu hizmetine adamış bir ismin böylesi bir muameleye maruz bırakılması, yalnızca şahsına değil, kamu kurumlarına ve halkla kurulan güven ilişkisine de zarar verir. Bu tür uygulamaların artık son bulması; yargı süreçlerinin insan onuruna yaraşır biçimde, şeffaflık ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde yürütülmesi elzemdir.
Sonuç olarak, bu yaşananlar sadece bireysel bir itibar zedelenmesi değil; kamuya hizmet etmeye inanan binlerce insanın ortak değerlerine, emeğine ve idealizmine karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Hukukun üstünlüğü, yalnızca adaletin tarafsızlığıyla değil, aynı zamanda sürecin insan onuruna uygun biçimde yürütülmesiyle mümkün olabilir. Bu anlayışa hep birlikte sahip çıkmak zorundayız.”


