Şeyhülislam’ın Amerikalı gazetecilerle ‘içki yasağı’ röportajı Gündem Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı’nın mağlubiyetle neticelenmesiyle sancılı bir döneme adım attı. Mondros Mütarekesi’nden Millî Mücadele’nin zaferle sonuçlanmasına kadar geçen bu dört yıllık zaman dilimi tarihe “Mütareke Dönemi” olarak geçti. Bu kritik dönemde İstanbul’un gündemini meşgul eden sorunlardan biri de alkol başta olmak üzere kötü alışkanlıkların yayılması ve toplumsal ahlakın zayıflamasıydı.
Aynı günlerde Amerika’da da alkol yasağı yürürlüğe girmiş, bu beklenmedik gelişme Osmanlı kamuoyunda dikkatle takip edilmişti. Kısa süre içinde Yeşilay Cemiyeti’nin kurulması ve ardından 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk çıkardığı kanunlardan birinin “Men-i Müskirat” yani içki yasağı olması, bu ilginin somut yansımalarıydı.
İşte böyle bir atmosferde, Mütareke yıllarında Şeyhülislamlık makamında bulunan Haydarizade İbrahim Efendi ile sıra dışı bir röportaj yapıldı ve Türkçesi de 4 Aralık 1919’da Sebilürreşad dergisinde yayınlandı. Amerika’dan gelen gazeteciler, ülkelerindeki içki yasağı tartışmalarıyla bağlantılı olarak Osmanlı’nın en üst dini otoritesine sorular sordular. “
İslamiyet neden içkiye ‘ümmü’l-habâis’, yani kötülüklerin anası der?
” gibi sorularla, İslâmiyet’in içkiye bakışını anlamaya çalıştılar. Gelin unutulmuş bu röportajın satır aralarına birlikte göz atalım.
İslâm dünyası, Amerika’daki içki yasağına nasıl bakıyor?
Amerikalı gazetecilerin ilk sorusu: “İslam dünyası, Amerika’daki içki yasağına nasıl bakıyor?” iken Şeyhülislam’ın cevabı netti: “Bu yasak, İslam’ın asırlar önce koyduğu içki yasağının ne kadar isabetli olduğunu bir kez daha gösteriyor. Elbette memnuniyetle karşılıyoruz.”
Peki, İslam içkiyi ne zaman ve nasıl yasaklamıştı? Şeyhülislam bu soruya uzun bir tarihsel süreç anlatarak cevap vermişti. Ona göre; Kur’an-ı Kerim nazil olurken içkiyle ilgili ilk ayetlerde içkinin bazı faydaları olsa da zararının daha ağır bastığından bahsedilmekteydi. Bu işaret üzerine bazı Müslümanlar içkiyi bırakmaya başladı. Ancak kısa süre sonra bir grup sahabe, sarhoş halde namaza durmuş ve ayetleri yanlış okuyunca ikinci bir ayet nazil olmuştu: “Sarhoşken namaza yaklaşmayın.”
Yasak böylece tedrici olarak sıkılaştırılıyordu. Nihayet Medine’deki bir mecliste tartışma çıkmış hatta Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas yaralanmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer dua etmiş, “Ya Rabbi, içki hakkında kesin bir hüküm gönder” demişti. Ve sonunda son noktayı koyan ayet nazil oldu: “İçki ve kumar şeytanın işidir. Ondan uzak durun ki kurtuluşaeresiniz.” Böylece İslam’da içki yasağı, adım adım gelen ayetlerle kesinleşmişti.
6 Mart 1920 tarihli Tasvir-i Efkar'da Yeşilay'ın kuruluş haberi sağ altta Dr. Mazhar Osman, Amerikan tarihinin oldukça ilginç bir döneminin başlangıcıydı.
Neden bir anda değil de tedrici yasak?
Gazetecilerin bir diğer sorusu, “Neden içki bir anda değil de aşamalı şekilde yasaklandı?” oldu. Şeyhülislam bu soruya şu cevabı vermişti: “İlahi kanunlar, kulların faydasını gözetir ve onları zora sokmaz.”
Gerçekten de İslam’ın ilk yıllarında Arap toplumunda içkiye büyük bir düşkünlük vardı. Alkolün keyif için tüketiminin yanında ticareti yoluyla da ciddi kazançlar sağlanıyordu. Böylesine köklü bir alışkanlığı bir gecede ortadan kaldırmak insanları sıkıntıya sokar ve isyana sebebiyet verebilirdi. Bu yüzden Allah’ın hükümleri bu konuda yumuşak ve tedrici bir yol izledi. Önce içkinin zararları hatırlatıldı, ardından sarhoşken namaz kılmak yasaklandı, en sonunda da kesin yasak geldi. Bu süreç İslam’ın toplumsal dönüşümü sabırla ve kolaylık ilkesiyle gerçekleştirdiğini açıkça ortaya koyuyordu.
İçkinin bedene ve topluma zararları
Gazetecilerin bir diğer sorusu içki yasağının Müslüman toplumlarda ne gibi sonuçlar doğurduğu oldu. Şeyhülislam’ın cevabı kesindi: “İçkinin insan bedenine verdiği zarar zaten inkara gerek bırakmayacak kadar açıktır.”
Ona göre mesele sadece sağlık değildi. İçki, ahlak üzerinde başka hiçbir günaha benzemeyen bir etkiye sahipti. Zina gibi bir günah, insanda bir kere yaşandığında pişmanlık uyandırabilir, tekrarlandığında bile sonunda nefret doğurabilirdi. Ama içki öyle değildi. İçtikçe şehveti artırır, bağımlılığı derinleştirir ve aklı adım adım zayıflatırdı. İnsan hem Allah’ı hem de kendi öz benliğini unutur, en büyük günahları bile önemsiz hatta meşru görmeye başlardı.
Bu girdap yalnız bireyi değil, ailesini ve toplumunu da içine çekiyordu. Ailelerin düzeni bozuluyor, toplumsal felaketler zincirleme şekilde ortaya çıkıyordu. İşte bu yüzden İslam, içkiye sadece uhrevi cezalar değil dünyevi yaptırımlar da öngörmüştü. Şeyhülislam’a göre İslam’ın ilk yüzyıllarında yaşanan ahlaki yükselişte içki yasağının büyük payı vardı.
Neden yasak yeterince tutulmadı?
Gazetecilerin bir diğer sorusu şuydu: “İçki yasağına riayet neden zamanla zayıfladı? Bunun sebebi İran veya Avrupa etkisi midir, yoksa eski Romalılar gibi Müslümanlar da güç ve servet sahibi olduktan sonra ahlakları bozulup içkiye mi yöneldiler?”
Şeyhülislam’ın cevabı çok boyutluydu. Öncelikle, İslam’ın ilk yıllarındaki güçlü dindarlığın zamanla zayıfladığı doğruydu. Ardından fetihlerle birlikte içki kültürüne sahip gayrimüslim topluluklarla Müslümanlar iç içe yaşamaya başlamış, bu da alışkanlıkların bulaşmasına yol açmıştı. Doğu edebiyatında şarap övgüsüyle dolu şiirlerin etkisi de küçümsenemezdi. Bu mecazların aslında derin bir edebi ve felsefi anlamı vardı; fakat dini bilgisi zayıf halk için bu ifadeler çoğu kez içkiye teşvik gibi algılanmıştı.
Benzer bir durum tasavvuf dünyasında da görülüyordu. Bazı mutasavvıflar manevi vecd ve coşku anlarını “neşve” veya “sarhoşluk” gibi kelimelerle ifade etmişti. Aslında mecaz olan bu sözler, halkın bir kısmınca gerçek içkiye işaret ediyor sanılmış, böylece yanlış anlaşılmalara yol açmıştı. Son yüzyıllarda ise Avrupa ile artan temas işleri daha da zorlaştırmıştı. Meyhanelerin serbestçe açılması, içki ticaretinin kolaylaşması ve şer’i cezaların uygulanamaması sonucunda içki kullanımı eskiye göre çok daha yaygın hale gelmişti.
“Kötülüklerin anası”
Gazetecilerin sorduğu diğer soru ise: “İslamiyet neden içkiye ‘ümmü’l-habâis’, yani kötülüklerin anası der?”
Şeyhülislam’ın cevabı açıktı. Bu ifade, Peygamber Efendimiz’in “İçki, kötülüklerin anasıdır” hadis-i şerifinden alınmıştır. İçkinin ‘ümmü’l-habâis’ yani kötülüklerin anası diye adlandırılması da aklı ortadan kaldırması ve bu yolla birçok kötülüğe sebep olması yüzündendir. Hayat düzeninin en şerefli dayanağı olan akla düşmanlık eden bir şey elbette kötüdür ve kötülüklerin kaynağıdır.
İçki ile mücadelede en etkili yol
Gazetecilerin sorusu bu kez yasağın uygulama boyutuyla ilgiliydi: “Peki, içki yasağı nasıl hayata geçirilecek? Sadece Osmanlı’da mı, yoksa bütün İslam dünyasında mı geçerli olacak?”
Şeyhülislam iki temel yol olduğunu söyleyerek söze başladı. Birincisi, devletin kanun ve polis eliyle aldığı tedbirlerdi. Mevcut düzenlemelerden faydalanılabilir ve ayrıca içkiyi önlemek için yeni yasalar çıkarılabilirdi. İkinci ve daha önemli yol ise halkın bilinçlendirilmesiydi. İçkinin beden, ahlak ve toplum üzerindeki zararlarını açıkça ortaya koyan risaleler yayımlanmalı, bunlar geniş kitlelere ulaştırılmalıydı. Haydarizade İbrahim Efendi’ye göre en etkili yöntem buydu. Çünkü bu sayede yalnız Osmanlı’da değil, bütün İslam dünyasında insanların kanaati değişecek ve içki yasağı kalıcı bir karşılık bulacaktı.
Osmanlı’nın gerilemesinin sebepleri
Gazeteciler son olarak bağlamın dışına çıkarak konuyu Osmanlı’nın çöküşüne getirmişlerdi: “Acaba Osmanlı Devleti’nin çöküşü sadece dini konulardaki gevşeklikten mi kaynaklandı, yoksa başka sebepler de var mıydı?”
Şeyhülislam, cevabına Osmanlı’nın tarihsel rolünü hatırlatarak başladı. Osmanlılar, Emevîler ve Abbasîlerden sonra üçüncü büyük hilafet hanedanı olmuş, Selçukluların mirası üzerinde güçlü bir dini ve ilmi yapı inşa etmişti. Kısa sürede Arabistan, Hicaz ve Kürdistan’ı hâkimiyetine katan Osmanlı, hilafet görevini de üstlenmiş ve İslam dünyasını kendi bayrağı altında toplamıştı. Bu birlik, Müslümanların canla başla Osmanlı sancağına hizmet etmelerini sağlamıştı.
Ancak zamanla tablo değişmişti. Avrupa’da bilim bir disiplin haline gelmiş, sanayi ve ekonomi hızla ilerlemişti. Osmanlı ise bu gelişmeleri takip etmesi gerekirken coğrafi konumuna ve eski kudretine güvenip geri kalmıştı. Oysa Kur’an her ayetiyle Müslümanlara akıllarını kullanmayı, ilmi takip etmeyi, sanayi ve ticarete yönelmeyi emrediyordu. Osmanlı ise bu emri uygulamakta gevşek davranmıştı.
Böylece devletin eski kudreti giderek zayıflamış, Batılı devletler Osmanlı’nın iç işlerine müdahale etmeye, gayrimüslimleri devletten koparmaya başlamıştı. Her ıslahat girişimi gizli ve açık engellerle baltalanmıştı. Şeyhülislam son olarak yine de tüm bu felaketlere rağmen, hilafet makamının İslam dünyasında hâlâ bir cazibe merkezi olduğunu, Müslümanların Osmanlı’ya saygı ve bağlılıklarını sürdürdüklerini vurgulayarak röportajı sonlandırdı.
Amerikalıların merakı, Şeyhülislam’ın cevapları
Amerikalı gazetecilerin yönelttiği sorular özünde İslam’ın evrensel ilkelerinin nasıl bir toplum düzeni kurmayı hedeflediğini anlamaya dönük bir merakın ifadesiydi. Şeyhülislam’ın verdiği cevaplar da bu merakı karşılar nitelikteydi. İlahi hükümlerin tedrici oluşundaki hikmet, aklı korumanın dini ve toplumsal hayattaki merkezi rolü, bireyden aileye ve oradan bütün topluma uzanan ahlaki denge vurgusu… Böylece bu röportaj, hem Osmanlı’nın ve Şeyhülislamlık makamının son günlerinde en yüksek dini otoritenin meseleleri nasıl yorumladığını hem de Batı dünyasının İslam’ın evrensel mesajına duyduğu ilgiyi gözler önüne seren bir mülakat olarak kayda geçmiştir.


