Suç ve ceza
Haber7 sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İnsanları infiale sürükleyen iğrenç suç haberlerini sık sık duyar olduk. Gün geçmiyor ki kan donduran bir cinayet, zorbalık veya bir cinsel saldırı suçu basına yansımasın.
“Bir insan nasıl böyle bir alçaklığı yapabilir” tepkisi, kısa sürede isyana dönüşüyor. Bir sorumlu arıyoruz ve ilk aklımıza gelen ceza sistemimiz oluyor. Hepimiz cezaların yeterince caydırıcı olmamasından şikayet ediyoruz.
Ancak, konu gerçekten sadece cezaların caydırıcılığı mı, tartışılır….
Suç ve ceza, tarih boyunca beraber var olan kavramlar. Ama suç hep önden gitmiş, ceza onu takip etmiş. Yani toplum yaşamında önce bir fiil suç olarak tanımlanmış daha sonra o suçun önlenmesi için ceza bulunmuş. Düşünülen formül de gayet basitmiş: ” Suçu işleyene, pişman olacağı bir ceza verirseniz hem suçunu tekrar etmesini önlersiniz, hem de aynı suçu işleme potansiyeli olanları korkutup vazgeçirirsiniz.”
Bu önermenin gücü dayandığı basit mantıktan ileri geliyor. Nitekim, tüm dünyada insanlar, farklı çağlar boyunca bu ideal formüle inanmışlar. Ceza yeterince caydırıcı olursa suç işlenmez diye düşünmüşler, bugün de çoğunlukla böyle düşünüyorlar.
Ancak suç bilimin, psikolojinin ve sosyolojinin bugün vardığı nokta, bu formülü büyük oranda yanlışlıyor.
Hoşunuza gitmeyecek bir şey söylediğimin farkındayım, daha açık söyleyeyim: Cezaların caydırıcılığı belki suçu geçici bir süreliğine önlüyor ama, tek başında suçu yok etmeye yetmiyor.
Suçu önlemek için çok daha karmaşık ve tüm toplumsal yapıyı ilgilendiren süreçlerin çalışması, bireyleri suça iten koşulların değiştirilmesi gerekiyor.
“Suça iten koşullar” denilince genellikle yoksulluk anlaşılıyor. Oysa bunlar çok daha geniş bir kapsama yayılan özellikler. Örneğin, suçun kendisi övünülen, itibar kazanılan bir işe dönüşmüş olabiliyor.
Önümüzdeki örneğe bakalım… Ahmet Minguzzi yavrumuzu katleden kişiler hiç de utanmışa benzemiyorlar. Aksine, Tiktok ve Instagram hesaplarından iğrenç görüntüler eşliğinde aileyi tehdit eden mesajlar yayınlamaya devam ediyorlar. Böylesi insanlar ne ara türedi bilmiyorum, işlediği suç ile övünen, bu şerefsiz eylemi bir paye gibi algılayan çok sayıda hastalıklı insanın var olduğu açıkça görülüyor…. Bu psikolojideki insanlara ne kadar ağır ceza verirsen ver kar etmez. Koşullar işte bunun için önemlidir.
Dolayısı ile cezaları ağırlaştırmadan evvel, suç işleyenin övülmediği, suçun kahramanlık gibi pazarlanmadığı bir toplum düzenine ihtiyacımız var.
“Ceza” takıntımıza gelince… Bu durum, büyük oranda adalet sistemine olan güvenimizin sarsılması ilgili. İşin en başında olması gelenek “caydırıcı ceza” olmayınca diğer konulara da sıra gelmiyor.
TSE’YE DENETLEME YETKİSİ
Yaşam kalitemizin düşmesindeki en önemli etkenlerden biri standartlarımızın ya hiç olmaması veya doğru düzgün uygulanmaması. Oysa Türk Standartları Enstitüsü, hemen her konuda Türkiye’ye uygun standartlar geliştirmiş durumda hala da geliştiriyor.
Fakat ne evlerimizde bu standartlara uyulduğunu görüyoruz, ne otellerde, ne yollarda , ne lokantalarda, ne de marketlerde… Daha kötüsü, adeta standart düşmanı bir milletiz, ne yapıp edip kenarından dolaşmayı beceriyoruz.
Türkiye’de standartları TSE belirliyor ama uygulama ve denetleme işleri genellikle belediyelerde veya bakanlıklarda. Şayet TSE’ye bu kurumları doğrudan denetleme yetkisi verilirse çok şey düzelir.
TUVALETE BİLE OTOMOBİL İLE!
Adam, İstanbul’da lüks bir lokantanın kapısında otomobilini valeye teslim ediyor. Vale, geri geri giderken kontrolü kaybedip adamcağızın güzelim otomobilini bir yerlere çarpıyor. Gerçekten üzücü olay.
Ama işin bir de diğer bir boyutu var: Elimizden gelese tuvalete bile otomobil ile gidip kapısında valeye teslim edeceğiz. Bu denli vale merakı, bu denli özel hizmet merakı, kimselerde yok.
Gaffar Yakınca / Haber7


