Süregelen Nekbe… Sürgün Hikâyesi’nden Gazze’ye”
Haber7 sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.

GİRİŞ 10.06.2025 11:50 GÜNCELLEME 10.06.2025 12:02
İlk Yorum Yapan Sen Ol
Facebook'ta Paylaş X'te Paylaş
Khaled, 2023 Ekim'inde başlayan zorunlu tehcirin, sadece askeri bir operasyon değil, halkın hafızasına kazınmış bir felaketin güncellenmiş hâli olduğunu ifade ediyor. “Sürgün Hikâyesi’nden Gazze’ye” başlıklı bu yazısında, bir televizyon dizisinden yola çıkarak Gazze halkının köklere tutunma mücadelesini anlatan Khaled, “Bugün yarım milyon Ebu Salih kaldı” diyerek, direnişin artık sadece bir tercih değil, bir varoluş biçimi olduğunu ortaya koyuyor.
Süregelen Nekbe… "Sürgün Hikâyesi’nden Gazze’ye”
2004 yılında, Filistinli yazar ve senarist Velid Seyf’in kaleme aldığı, merhum Hatem Ali’nin yönettiği bir dizi yayımlandı: Filistin Teğribesı (Filistin Sürgün Hikâyesi).
Bu dizi, İngiliz Mandası (1920-1948 arasında Filistin’i fiilen işgal eden İngiliz yönetimi) altında yaşam mücadelesi veren yoksul bir Filistinli ailenin hikâyesini anlatıyordu. Mandanın, Filistin Nekbesi’ne ve işgalin yerleşmesine zemin hazırladığı ortadaydı. Olaylar, 1936’daki Büyük Filistin Ayaklanması’yla başlıyor, kamera bizi 1948’teki Nekbe’nin ardından Filistinli mültecilerin çadırına taşıyordu; kayboluşun, sürgünün ve acının içine.
Fakat bana göre, “Nekbe” terimi o zaman yaşananları tarif etmek için yeterli değildir.
Kelimeler bu felaket karşısında kifayetsiz kalıyor.
İsimlerin artık bir önemi yok… Olan oldu, Filistinliler felakete uğradı.
Dizi yirmi yıldan uzun bir süre önce yayımlanmış olsa da, olayları bugün tüm ayrıntılarıyla Gazze’de tekrarlanıyor.
Sanki zaman durmuş, ya da bu halka tehcir laneti ebediyen yazılmış gibi..
Dizide, “Ebu Salih” rolündeki Cemal Süleyman, öz Filistin lehçesiyle şöyle diyordu:
“Boşver baba, boşver… Onların istediği bu: İnsanından arındırılmış bir toprak. Bu yüzden, sadece evlerimizde oturuyor olmamız bile başlı başına bir savaş ve cihattır.”
Bunu kararlılıkla söylüyordu, ama içinde bir burukluk vardı.
Söylediğinde bilmiyorduk ki bu sahne 75 yıl sonra tekrarlanacaktı; Bir dizi olarak değil, sevgili Gazze’de kanla yazılan bir gerçeklik olarak.
Filistinli halkın tehciri istisnai bir olay değildi; Bu, 1948’teki Nekbe ile başlayan, 1967’deki Nekbe ile devam eden ve ardından sayılamayacak kadar çok tehcir durağıyla süren bir yaralar dizisiydi.
Ve 2023 yılında Gazze’de yaşananlar ise - abartısız - çağdaş dünyanın tanık olduğu en büyük tehcir olayıydı.
13 Ekim 2023 sabahı, İsrail işgali Gazze’nin kuzeyindeki halkı zorla güneye gitmeye mecbur bıraktı.
Güneyde nereye?
Gazze Vadisi’nin ötesine, işgalin soykırımı meşrulaştırmak için oluşturduğu yapay sınır hattına.
Güya güneye gidenlerin “güvende” olacağını, kuzeyde kalanların ise açık hedef sayılacağını iddia ettiler.
Bu nasıl bir küstahlıktır?
Bu nasıl bir şeytan mantığıdır ki sivillerin öldürülmesini coğrafi gerekçelere dayandırır?
Bazıları herkesin gittiğini düşünebilir.
Ama gerçek şu ki yarım milyon “Ebu Salih” kaldı.
Evlerine, topraklarına, kimliklerine sımsıkı tutundular.
Evet, birçok kişi gitti - ben de onlardan biriyim - çünkü insan doğası gereği hayatta kalmak için savaşır.
Şehit doktor Adnan el-Berş, ortopedi uzmanı ve Şifa Hastanesi Ortopedi Bölüm Başkanı, Ekim ayında kuşatma sırasında şöyle yazdı:
“Dimdik duruyoruz, sabrediyoruz, direniyoruz. Ya gökyüzüne ya da onurlu bir şekilde evlerimize dönmedikçe gitmeyeceğiz.”
Allah rahmet eylesin…
O, bir doktordan önce insandı.
Sarsılmazlığı yaşadı, Nisan 2024’te işgalin zindanlarında işkenceyle şehit oldu.
“Ebu Salih”, dizide kalmanın sonuçlarını bilerek söylemişti o sözü.
Doktor Adnan, gerçek hayatta da bunu yaptı ve bedelini canıyla ödedi.
Ve şimdi, 550 günü aşan bir soykırım savaşının ardından, Gazze’deki halkın %99’u “Ebu Salih” oldular
Dimdik duruyorlar, tehciri reddediyorlar, geriye kalan hayatlarına ve onurlarına tutunuyorlar.
Ama daha derin bir soru var..
Direnişleri sadece vatan sevgisinden mi kaynaklanıyor?
Yoksa başka seçenek kalmadığı için mi?
Bu köklere tutunmak mı, yoksa 1948’de sürülen atalarının yaşadıklarını tekrar yaşamaktan duyulan korku mu?
Gazze’de yaşayanların büyük çoğunluğu zaten Nekbe’den bu yana mülteci.
Ey Allah’ım, kendi vatanında mülteci olmak ne kadar acı bir duygu…
Peki ya o vatandan da sürülmek? Peki bu nasıl bir acı?
İşte burada sorular çoğalıyor..
Ya sınırlar açılsa?
Ya kaçış imkânı bedava sunulsa?
Yine de kalan olur mu?
Gerçekten vatana mı tutunuyoruz, yoksa başka bir şeyimiz olmadığı için mi?
Gazze yalnız mı savaşıyor?
Yoksa Gazze halkı inatçı mı, kırılması imkânsız mı, her gün ruhu kanasa da ayakta mı duruyor?
Ama ya Müslümanlar yardım etseydi?
Ya Gazzelinin kanı kıymetsiz sayılmasaydı?
Ya dünya, Allah katında masum bir Müslümanın kanını dökmenin Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük bir günah olduğunu fark etseydi?
O zaman ne olurdu?
Bu sorulardan yoruldum…
Cevapsız, ufuksuz, sonu olmayan sorular.
Bugün Gazze’yi ortadan kaldırmak ve Filistin davasını tümüyle tasfiye etmek için sunulan sürgün planları, sadece siyasi fikirler ya da kâğıt üzerindeki projeler değil;
Bunlar, Gazzelinin içini kemiren bir kâbus.
Abluka, bombardıman ve katliamlar arasında Filistinli, ikisi de acı dolu iki seçenekle karşı karşıya bırakılıyor..
Ya kalıp açlık, korku ve bombalar altında toprağını savunarak ölmek ya da zorla ayrılıp hayatta kalmak için çabalarken kendi benliğinden, tarihinden ve aidiyetinden vazgeçmek…
Ama trajedi sadece Gazze’de kalanlarla sınırlı değil.
Geçmişte eğitim ya da geçim için ayrılan ve uzaklarda kalmak zorunda olanlar da bu acının parçası.
Bugün onlar gurbeti iki kez yaşıyorlar.
Birincisi vatanlarından uzakta oldukları için..
İkincisi, geri dönemeyip, vatanlarının gözlerinin önünde yanmasını izlemek zorunda kaldıkları için..
Ölümden kaçmak sıradan bir tercih değildir.
Ateş altındaki tehcir, sorumluluktan kaçmak değil; soykırım makinesiyle baş başa bırakılmış bir halk üzerinde uygulanan mutlak zulmün bir yansımasıdır.
Peki en doğru karar hangisi?
Kalıp yavaş yavaş, açlıkla, korkuyla, bombalarla ölmek mi?
Yoksa en azından temel yaşama hakkına kavuşmak için toprağımızı istemeden terk etmek mi?
Bunlar tereddütten doğan sorular değil…
Derin bir acının içinden, insanı içten içe parçalayan bir gerçekliğin ortasından yükselen sorulardır.
Ey sevgilim Gazze,
Ey kalbin yarası,
Ey en kutsal toprak,
Ey iyileşmeyen acı,
Ve kırılmayan onur…
Fuat Öner Haber7.com - Sorumlu Müdür/Yayın Koordinatörü

Editör Hakkında 1989 İstanbul doğumlu olan Fuat Öner, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İnternet Gazeteciliği-Yayıncılığı ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesi Sosyal Medya Yönetimi’nde yüksek lisans Eğitimini tamamladı. Medya sektörüne 2008 yılında adım atan Öner, Star TV ve Habertürk gazetelerinde çeşitli görevler üstlendi. 2012 yılında Kanal7 Medya Grubu'na haber editörü olarak katılan Öner, şu anda Haber7.com'da Yayın Koordinatörü olarak görev yapmaktadır. Evli ve bir çocuk babasıdır.
YORUMLAR İLK YORUM YAPAN SEN OL
GÖNDER


