Tercüme Odası ndan Batılılaşmaya... Son Dakika Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Osmanlı modernleşmesini anlamak için fermanları, kanunları ya da Batı’dan alınan kurumları incelemenin yanında zihinlerde başlayan dönüşüme odaklanmak ve fikriyatı belirleyen daha derin bir süreç olduğunu fark etmek şüphesiz çok daha kritiktir. Bu dönüşümün en mühim duraklarından biri ise Babıâli Tercüme Odası’dır.
On dokuzuncu yüzyılın başında mütevazı bir tercüme birimi olarak kurulan bu oda, zamanla Osmanlı bürokrasisini, entelektüel çevreleri ve hatta gelecek nesilleri şekillendiren bir merkez haline gelmişti. Tercüme Odası, Osmanlı’nın Batı ile kurduğu ilişkinin dil, fikir ve kadro düzeyinde somutlaştığı modernleşme beşiğiydi. Bu nadide kurumdan yetişen önemli isimler Osmanlı’nın en uzun yüzyılında oldukça etkili oldu. Gelin, tarihçiliğimizde gereği kadar üzerinde durulmamış olan bu önemli kurumun hikâyesine birlikte bakalım.
Osmanlı’da daimî elçiliklerin kurulması
Osmanlı Devleti diğer ülkelerle her zaman ilişki halinde olsa da günümüzde diplomasinin olmazsa olmazlarından olan daimî elçilik uygulaması 1793 yılına kadar mevcut değildi. O döneme kadar elçiler yalnızca cülûs, doğum, savaş ilanı ve barış ve dostluk teklifleri gibi özel durumlar için yabancı ülkelere gönderilir, görevlerini tamamladıktan sonra geri dönerlerdi. Bu geçici görevlere giden diplomatlara da “fevkalade elçi” denirdi.
Sultan III. Selim döneminde daimî elçiliklerin kurulmasıyla birlikte, yabancı dil bilmeyen elçilerin yanına tercümanlar görevlendirildi. Zaten öteden beri Osmanlı’ya gelen ya da Osmanlı’dan gönderilen yabancı dildeki yazışmalar, Divan-ı Hümayun tercümanları tarafından çevrilmekteydi. Zamanla bu çeviri işi belli aşamalardan geçerek Fenerli Rumların eline geçmiş ve uzun süre onların tekelinde yürütülmüştü.
Fenerli Rum tercümanların ihaneti ve sonrası
Tercümanlık görevini üstlenen Fenerli Rum ailelerine mensup kişiler, bu görev sayesinde diğer gayrimüslimlerin aksine cizye vergisinden muaf tutuluyordu. Osmanlı’nın Batı ile ilişkilerinin artması Rum tercümanlara daha fazla ayrıcalık kazandırdı ve onları önemli devlet işlerinin içine taşıdı. Ancak 18. yüzyılın sonlarında Fransa’dan yükselen milliyetçilik dalgası Osmanlı’daki Rumları da etkiledi. 1821’de Mora’da başlayan isyan sonrası, Eflak ve Boğdan’daki isyancılarla yazışmaları ortaya çıkan Dîvân-ı Hümâyun tercümanı Constantine Mourouzi, derya tercümanı Hançerlizâde Mihayilaki ve Aleksandr Mavrokordato 16 Nisan 1821’de idam edildi.
Bu idamların ardından, Divan-ı Hümayun tercümanlığının artık Rumların elinde kalamayacağı kesinleşmişti. Aynı şekilde, Bâbıâli’yi yanlış bilgilendirdiği ortaya çıkan Rum maslahatgüzar da görevden alındı. Tercümanlık hizmetlerine olan ihtiyacın giderek arttığı bir dönemde yaşanan bu gelişmeler Bâbıâli’yi hızla yeni çözümler aramaya itmişti.
İlk adım olarak tercüme işleri Mühendishane hocalarından Rum asıllı mühtedi Bulgarizade Yahya Naci Efendi’ye emanet edildi. Ancak yapılan tercümeler incelendiğinde, Yahya Efendi’nin Fransızca bilgisinin diplomatik yazışmalar için yetersiz olduğu görüldü. Bunun üzerine ikinci bir çözüm olarak divan ve sadaret kethüdası kalemlerinden seçilen kâtiplere Rumca ve Fransızca dersleri verdirilmesine karar verildi.
Tarafsızlığıyla öne çıkan Rum asıllı Stavraki Aristarchi de tercüme vekilliğine atandı. Yaklaşık bir yıl bu görevde kalan Aristarchi, o dönemde artan Rum karşıtlığı ve hakkında çıkan olumsuz söylentiler sebebiyle görevden alındı, Bolu’ya sürgün edildi ve kısa süre sonra öldürüldü. Stavraki Aristarchi’nin görevden alınması ve öldürülmesinden sonra bu makama bir daha hiçbir Rum getirilmedi. Artık tercümanlık görevlerinin yalnızca Müslümanlar tarafından yürütülmesi gerektiği iyice netleşmişti.
Bâbıâli Tercüme Odası kuruluyor
Bu doğrultuda Sultan II. Mahmud, 23 Nisan 1821 tarihinde bir hatt-ı hümayun yayımlayarak, tercüman yetiştirmek ve Bâbıâli memurlarına yabancı dil öğretmek amacıyla Tercüme Odası’nın kurulmasını emretti. Böylece Bâbıâli Tercüme Odası resmen hayata geçmiş oldu. Tercüme Odası, iki temel amacı yerine getirmek üzere kurulmuştu. İlki memurlara yabancı dil öğretmek ve ikincisi resmi tercümeleri yapmak. Bu yapının dil eğitimi veren bölümüne “Lisan Odası”, çeviri işlerini yürüten kısmına ise “Tercüme Odası” deniyordu. Tercüme Odası’ndan ayrılan personelin yeri, Lisan Odası’ndan gelen yeni isimlerle dolduruluyordu.
Artık Mühendishane kökenli hocaların yerini memurlar, yani profesyonel bürokratlar almaya başlamıştı. 1833’te Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı ve Rusya ile imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması gibi gelişmeler, tercümeye ihtiyaç duyulan bürokratik işlerin artmasına yol açtı. Bu nedenle Tercüme Odası’na sürekli yeni memurlar alınmaya başlandı.
Tanzimat öncesinde tercüme işlerini yürüten görevli (soldan birinci) ve Reisülküttap (ortada).
Bir mektep olarak Tercüme Odası
1830’ların ortalarında kurumda profesyonelleşme süreci iyiden iyiye hız kazanmıştı. Tercüme Odası artık çeviri yanında nitelikli Türk-Müslüman bürokratlar yetiştiren önemli bir eğitim ocağı haline gelmişti. Etkisi Osmanlı coğrafyasına uzun yıllar boyunca yayılacak büyük değişimlerin temelleri de işte bu dönemde atıldı. Odaya katılan yeni kadrolar, geleceğin reformcu devlet adamları arasında yerlerini almaya başlamıştı.
Dönemin siyasi gelişmeleri, yabancı dil bilen bürokratlara duyulan ihtiyacı her geçen gün daha da artırdı. Bu durum, Sultan II. Mahmud’un Tercüme Odası’na verdiği önemin artmasına neden oldu. 11 Mart 1836 tarihinde önemli bir adım atıldı ve Sultan II. Mahmud, Reisülküttaplık makamını Hariciye Nezareti’ne dönüştürdü. Böylece Tercüme Odası da yeni kurulan bu bakanlığa bağlandı.
Tanzimat Fermanı’ndan hemen önce kurumsal yapısını tamamlayan Tercüme Odası, artık meyvelerini vermeye başlamıştı. Yabancı dil bilen memur ve bürokrat ihtiyacının sürekli artması, odanın gelişimini hızlandırdı. Kâtiplikten tercümanlığa, oradan bürokratlığa ve hatta paşalığa kadar uzanan kariyer yolculuklarının ilk durağı haline geldi. Tercüme Odası’nda yetişen kişilerin üstlendikleri önemli görevler, bu kuruma olan ilgiyi daha da artırdı. Artık oda devlet kademelerinde yükselmenin bir anahtarı, bürokrasiye girişin en prestijli kapılarından biri olarak görülüyordu.
Tercüme odası ingilizce muallimlerinden meşhur sözlükçü James Redhouse.
Tanzimat eliti neden Tercüme Odası'ndan yetişti?
Tanzimat eliti olarak anılan zümrenin Tercüme Odası’nda yetişip güç kazanmasının başlıca nedenlerinden biri, başta Fransızca olmak üzere yabancı dil bilmeleri sayesinde Batı’daki gelişmeleri ilk elden takip edebilmeleriydi. Bu kişiler, dönemin etkili fikir akımlarına ait kitapları okuyabiliyor, kimi zaman eğitim kimi zaman başka nedenlerle Batı ülkelerine gönderiliyorlardı. Kısacası, Batı’nın Osmanlı’ya yönelttiği meydan okumanın ilk muhatapları, bu dili bilen ve dünyayı yakından izleyebilen Tercüme Odası kökenli isimlerdi.
Kırım Savaşı sonrasındaki dönemde İngiltere’nin uluslararası siyasette yükselen rolü, İngilizce öğretiminin de müfredata daha güçlü şekilde girmesine yol açtı. Tercüme Odası’nda İngilizce hocalığı yapan isimlerden biri de ünlü Osmanlıca-İngilizce sözlüğün yazarı Redhouse Efendi idi. Yapılan bu reformların ardından, 1857 yılında gelecekte Yeni Osmanlılar hareketinin önde gelen aydınlarından biri olacak Namık Kemal’in de odaya katıldığını görüyoruz. İlerleyen yıllarda mütercim sayısı artırılarak Arapça, Almanca, Rusça, Bulgarca ve Sırpça dillerinde çeviri yapabilecek yeni tercümanlar oda kadrosuna dâhil edildi. Tüm bu adımlar, kurumun idari yapısını güçlendirmeye yönelikti.
Tercüme Odası'ndan yetişen önemli şahıslar
Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar varlığını sürdüren Tercüme Odası, önemini hiçbir zaman yitirmedi. Ancak özellikle Tanzimat Dönemi’nde, hem yetiştirdiği isimler hem de dönemin büyük değişim fikirlerine ev sahipliği yapmasıyla en etkili yıllarını yaşadı. Bu kurumdan yetişen önemli isimler arasında Mehmed Emin Âlî Paşa, Keçecizâde Fuad Paşa, Sadık Rifat Paşa, Mehmed Nâmık Paşa, Saffet Mehmed, Esad Paşa, Ahmed Vefik Paşa ve Ahmed Ârifî Paşa gibi önde gelen bürokratlar yer alırken; Nâmık Kemal, Âgâh Efendi, Ziyâ Paşa, Sâdullah Paşa, Münif Mehmed Paşa ve Musâhibzâde Celâl gibi dönemin önemli aydınları da Tercüme Odası’nın yetiştirdiği isimlerdendi.
1857 yılında tercüme odasında memur olarak çalışmaya başlayan ünlü edebiyatçımız Namık Kemal.
Bâbıâli Tercüme Odası’nın etkisi
On dokuzuncu yüzyıl, Osmanlı’da askeriyeden bürokrasiye, eğitimden sanata kadar pek çok alanda köklü değişimlerin başladığı bir dönemdi. İşte bu dönemde kurulan Tercüme Odası, yalnızca bir çeviri birimi olmanın ötesine geçerek Batı’yla etkileşime giren, yabancı dil öğrenen ve modern fikirlerle tanışan münevver şahsiyetler eliyle bu dönüşüme yön veren önemli bir merkez haline geldi.
Başlangıçta yalnızca tercüme işlerinin daha verimli yürütülmesi amacıyla kurulan Tercüme Odası, aslında daha büyük bir dönüşümün de önünü açtı. Önceki dönemde Rum tebaa eliyle sürdürülen tercümanlık faaliyetleri, bu kurum aracılığıyla Türk ve Müslüman unsurların eline geçti. Böylece tercümenin yanında, Batı’yla özellikle Fransa gibi modernleşme sürecindeki ülkelerle doğrudan temas kuran, orijinal dillerdeki eserleri okuyan, Avrupa’ya eğitim veya başka amaçlarla giden ve bu temaslardan yeni fikirler, yeni perspektifler kazanan bir aydın kuşağı ortaya çıktı.
Tercüme Odası’nda yetişip devletin üst kademelerine yükselen aydınlar, Batı ile kurdukları temaslar sayesinde kazandıkları yeni bakış açılarını yalnızca görev yaptıkları alanlara değil, kaleme aldıkları eserlere de yansıttılar. Bu etkiler zamanla aynı görüşleri paylaşan kurumların ve kişilerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Böylece “eski ile yeni”, “kadîm ile cedîd”, “tedenni ve terakki”, “muhafazakâr ve yenilikçi” gibi ikilikler, dönemin düşünsel ve kültürel dünyasında daha da belirginleşmeye başladı. Sonraki yıllarda da etkisini hissettiren Babıâli Tercüme Odası, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan büyük dönüşümlerin anlaşılmasında kilit bir rol oynamıştır. Bu yönüyle bugün hâlâ araştırılması ve üzerinde durulması gereken önemli bir miras olarak karşımızda durmaktadır.


