“Türkiye asıl İklim Kunun, Enerji Verimliliği Kanunu’ydu” Agos
Agos sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Geçtiğimiz hafta TBMM’den geçen İklim Kanunu, 9 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yasalaştı. Enerji ve İklim Uzmanı Önder Algedik ile İletişim Yayınları’ndan çıkan “Hepimizin Meselesi: İklim Meselesi” kitabı ve Türkiye’nin ilklim politikalarını konuştuk.
AKP tarafından hazırlanan İklim Kanunu, geçtiğimiz hafta TBMM’den geçti ve 9 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yasalaştı. Kanun, emisyon gazının azaltılmasını amaçlıyor. Ancak muhalefet ve aktivistler, kanun teklifinin bilimden uzak olduğunu ifade ederek tepki gösteriyor.
Enerji ve İklim Uzmanı Önder Algedik’in kaleme aldığı, “Hepimizin Meselesi: İklim Meselesi” kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. İklim değişikliğinin tarihsel boyutunun yanı sıra Algedik, Türkiye’nin ilklim politikalarına ve siyasi partilerin iklim meselesine bakış açısını ele alıyor.
Algedik ile kitabından yola çıkarak, İklim Kanunu üzerine konuştuk.
Kitabınızda Türkiye’deki karbon ve sera gazı salımına yıllara göre artışa ilişkin önemli veriler yer alıyor. Fosil yakıtların iklime olumsuz etkisi bilinen bir gerçek. Ancak asfalt ve betonun da burada verdiği zarara ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Türkiye’deki iklim krizi meselesine sırf beton ve asfalt üzerinden de bakmak gerçeği gözler önüne sermiyor mu?Beton ve asfaltın fonksiyonunu bilirsek bunu çok rahat çözebiliriz. Türkiye’nin 2005 sonrası önceki yıllara göre fazla artış seyrine girmesinin en önemli faktörleri elektrik, ulaşım ve konutlar. Eğer 2007 yılında geçen Enerji Verimliliği Kanunu uygulansaydı biz böyle kötü kentsel dönüşümler yapmayacak, daha az emisyon salacaktık. 90’lar ve 2000’li yıllar arasında Avrupa Birliği ile binalarda enerji tüketimini karşılaştırabiliyorduk. Fakat 2003’ten sonra makas açılıyor ve biz tersine dönüyoruz. 90’lı yılların politikası karbon yoğun, 2000’li yıllarda ise aşırı karbon politikası. Beton bunun bir örneği. Ulaşımda otomobil kullanımı korkunç bir şekilde destekleniyor. 2000’li yılların sonlarında başlayan müşteri garantili yollar, şehir içi trafiğin toplu taşımayı öldürmesi petrolü patlatıyor. Betonun şöyle kötü bir yönü var: Asfalt ve beton iklimi beş kere değiştirebiliyor. Petrolü yaktığınızda bir kere iklimi değiştiriyorsunuz fakat asfalt yaptığınızda kullanılan petrol üzerinden araba kullanımını arttırıyor ve yaratılan sıcak hava tabakası ile iklimi değiştirmiş oluyorsunuz. Türkiye’nin 2019-2023 yılları arası döktüğü 156 milyon ton asfalt, yaklaşık 800 km2 alan yapıyor. Bu alanı siyaha boyayın ve Türkiye’yi bir gezegen olarak düşünün, iklim değişir. Dolayısıyla asfalt ve beton, iklim meselesinde dört defa çarpan etkisi yaratıyor. Doğalgazı bir kere kullanıyorsunuz ancak asfalt ve betonda doğalgaz, petrol ve kömürü defalarca kullanıyorsunuz.
Enerji Verimliliği Kanunu’na gelelim. 2007’de çıkan bu kanuna baktığımızda, bugünkü İklim Kanunu’nda yer alan “sera gazı emisyonunun azaltılması” hedefi, o kanunda da yer aldı. Enerji Verimliliği Kanunu aslında baktığımızda, iklimi değişikliğini önlemeye yönelik bir kanun. Enerji Verimliliği Kanunu’nun aslında”‘İklim Kanunu” olarak adlandırılması doğru olmaz mı? Buna katılıyor musunuz?
Katılıyorum. İklim değişikliği meselesinde bir numaralı kanun Enerji Verimliliği Kanunu’dur, Yenilenebilir Enerji Kanunu değil. Enerji verimliliği olmadan yenilenebilir enerji yaparsanız enerji açığını patlatırsınız. Şu anda Türkiye’de yenilenebilir enerji deli gibi artıyor. Türkiye’nin temelde birkaç enerji bağımlılığı var ve siz bunu köpürtüyorsunuz. Bunun en iyi yolu enerji verimliliği. 2007’deki kanun, 2003’teki Avrupa’daki Enerji Verimliliği Direktifi’nin yumuşatılmış haliydi. Biz bunu sulandırdık. Mesela ulaşımda enerji verimliliği var, uygulandı mı? Uygulansaydı bugün bu durumda olmazdık. Daha sonra Enerji Performans Yönetmeliği çıktı. Uygulandı mı? Dört defa ertelendi ve pek çok maddesi kullanılamaz hale geldi. Bu aslında çok doğru bir soru ve Türkiye’nin en iyi iklim kanunu Enerji Verimliliği Kanunu’dur. Bu kanunu bugün şiddetle uygularsak 2-3 yıl içinde emisyon artış hızını düşürmemiz mümkün. Yenilenebilir enerji bize yeter deniyor. Hayır, bizim enerjimiz yeter. Neden biz dışarıdan enerji ithal ediyoruz. Yarım milyar ton fosil yakıt ithal etmişiz. Doğalgaz ve petrolün tamamını ithal ediyoruz. 20 yılda buna harcadığımız para 814 milyar dolar. Bizden alınan vergileri de katarsanız 2,5 trilyon doları geçiyor. Sizin bundan yüzde 10 tasarruf etmeniz demek çok para eder. Enerjiyi boşa harcayan bir ülke olduğumuz için iklimi çabuk değiştirmeye başladık. Biz eğer yüzde 30’luk bir enerji tasarrufu yapmış olsaydık, ithalatımızda tasarruf 240 milyar dolar olacaktı.
Kitabınızda iklim çaresizliği olarak belirttiğiniz bir ifade var. Bunu açar mısınız?
İklim meselesiyle ilgilenip bu işin olmadığını görenler, zaman içinde çaresizleşerek, iklim anksiyeti, eko-anksiyet gibi kavramlardan yola çıkarak umursamaz hale geliyor ve iklim umursamazcılığı ortaya çıkıyor. Aslında böyle bir tartışma var ve o literatürden çok faydalandım. İklim değişikliği meselesi ruh halimizden, siyasetten, medyadan bağımsız değil; bağlantıyı kurmamız lazım. İklim fırsatçıları ve iklim çaresizlerini anlamamız lazım. Madalyonun iki yüzü gibi düşünebiliriz. Çünkü çaresizlik arttıkça kriz anlarında insanlara bir çok şey satabilirsiniz. İklim çaresizliği ve fırsatçılığı birbirini besleyen durumlar. Şu anda genç nüfusta çok ciddi bir oranda iklim umursamazcılığı var. Çünkü ne yapabilir ki? Daha da kötüye gidiyor.
Buradaki çaresizlik aslında iktidarın politikalarının yanı sıra etkili bir muhalefet üretememekten de kaynaklanıyor mu?
Burada bir numaralı sorun iktidar, iki numaralı sorun ise muhalefet. Muhalefet bir düzeyde görevini yerine getirseydi bu kadar çaresiz olmazdık. Burada çok üst bir bilinç gerekiyor. Toplumsal aklı, toplumsal çözümü ve toplumsal eleştiriyi var etmemiz lazım. Birisi iyi de diğeri mi kötü? Sistem sorgulaması yapmamız gerekiyor.


