Türkiye’de Alevilik Öteki mi?
Halktv sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
"Öteki" görse de cahil bizi
Karanlıklar da çökse üstümüze
Bir mum ışığı yeter bize
Gönül evimizde barışın sesi
Kardeşlik türküsü avazımızda…
Türkiye'de Alevilik, tarihsel süreçte ve günümüzde, çoğunlukla "öteki" olarak algılanmış ve bu algı ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Bu "ötekileştirme" durumu, Alevilerin inanç, kimlik ve yaşam biçimleri üzerinden yaşadıkları ayrımcılık, dışlanma ve asimilasyon politikalarıyla kendini göstermektedir.
İşte bu ötekileştirilmenin temel nedenleri ve sonuçları:
Tarihsel Arka Plan ve Katliamlar
Aleviler, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden Cumhuriyet'e uzanan süreçte, farklı inanç ve yaşam tarzları nedeniyle büyük baskılara, katliamlara ve dışlanmalara maruz kalmışlardır. Yavuz Sultan Selim dönemi gibi tarihin belli dönemleri "katliamlar dönemi" olarak anılırken, Cumhuriyet döneminde de birçok acı olaylar yaşanmıştır. Bu olaylarda Alevi kıyımı gerçekleşmiş, yaşanan vahşetler Alevilerin belleğinde derin izler bırakmış ve "ötekilik" algısını pekiştirmiştir.
İnançsal Farklılıklar
Türkiye'de Siyasal Sünni İslam, devletin resmi dini olarak kabul görmüş ve Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla bu anlayış pekiştirilmiştir. Bu durum Alevi toplumu açısından, ibadethanelerinin yasal statüsünün olmaması, inanç merkezlerinin devlet desteğinden mahrum bırakılması ve zorunlu din derslerinde Sünni İslam'ın dayatılması gibi önemli sorunlara neden olmaktadır. Alevi çocukları okullarda kendi inançlarına uygun olmayan bilgilerle karşılaşmakta ve okul arkadaşları veya öğretmenleri tarafından aşağılanmaya ve ayrımcılığa uğramaktadır.
Asimilasyon Politikaları
Devletin Alevilik ile ilgili politikalarından ve uygulamalarından anlaşıldığı üzere genellikle asimilasyon amacı taşımaktadır. Cemevlerinin Kültür Bakanlığı bünyesinde bir asimilasyon merkezi olarak kurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na bağlanması ve Dedeler’e maaş bağlanması gibi girişimler, Alevi toplumu tarafından "Aleviliğin devlet eliyle dönüştürülmeye ve devşirilmeye çalışılması" olarak algılanmakta, bu durum büyük tepkilere yol açmaktadır. Demokratik Alevi örgütleri, devletin "böl-parçala-yönet" politikasıyla Alevileri ayrıştırmaya çalıştığını ve kendi inançsal özerkliklerine müdahale ettiğini savunmaktadır.
Aleviliğin Farklı Tanımlanması
Bugün Aleviliğin tanımı konusunda birden çok görüş bulunmaktadır. Bu görüş ayrılıklarının kişilerin ait oldukları sınıfların karakterine uygun olduğu göz ardı edilmemelidir. Toplumsal gelişmeler sonucunda sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte düşünsel farklılıkların ışığında olayları değerlendirme konusuna sınıf bilinciyle yaklaşan unsurlar arasında görüş ayrılıkları ve yorum farklılıklarının da meydana gelmesi kaçınılmazdır. Nitekim Alevi toplumunda oluşan sınıfsal farklılıklar nedeniyle Aleviliğin neler içerdiğine veya içermediğine dair birtakım fikirler öne sürülmektedir. Bu farklı fikirler, toplumsal, dinsel ya da siyasal zeminde olmaktadır. Bu bağlamda Alevi kimliğinin çeşitli şekillerde tanımlanması kaçınılmaz oldu.
Aleviliğe ilişkin İslam dininin ayrı bir mezhebi ya da İslam’ın farklı yorumlanmasıyla oluşan bir inanç sistemi olduğu, hatta İslam dışında heteredoks bir inançsal oluşum olduğu şeklinde birden çok görüşün olduğu ve farklı tanımların yapıldığı bilinmektedir.
Bazı kesimler tarafından, günümüzde Aleviliğin merkezi bir dinsel otoriteye sahip olmayışının, Aleviliğe ait tanımlamalarda ve inanç kimliği ile ibadet yapısında çoklu yorumlamalara neden olduğu ileri sürülmektedir.
Ayrıca Aleviliğin İslam’ın içinde mi yoksa dışında mı olduğu, etnik köken olarak Türkmen mi, Arap mı yoksa Kürt mü olduğu gibi tali konularda bile ısrarcı olunmasından dolayı ortak bir sonuca varılamaması da kimlik tanımda birçok çelişkiyi beraberinde getirmektedir.
Aleviliği “kimliksizleştirme” tam da bu tartışmaların anlamsızlığında hayat bulmaktadır.
Aleviler’deki Travma
Alevilere yönelik tanımlamaların anlamsızlığı üzerine bir anlayışı bina eden siyasi ve dinci erke rağmen, bu inanç toplumunu bir arada tutan temel unsur ise ortak tarihleridir. Bu tarih uğradıkları katliamlar ile anılmaktadır.
Selçuklu ve Osmanlı’dan başlayan bu katliamlar Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Sistemin haksızlıklarına karşı çıkan toplumsal mücadeleler sonucu meydana gelen başkaldırılar olan Babai (1240), Şeyh Bedrettin (1416), Şahkulu (1511), Kalender Çelebi (1527), Kızılbaş (1516), Celali (16.-17.yüzyıl) vb. ayaklanmaları katliamlarla bastırılmıştır.
Aleviliğin, Sünnilikten bir farkı da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Sünni inanç, dinsel içtihatlardan ve doğruluğu tartışmalı birçok hadislerden beslenirken; Alevilik hak ve özgürlük mücadelesi zemininde şekillenmiştir.
Yakın tarihe bakıldığında da Alevilere yönelik saldırılar, katliamlar devam etmiştir. Cumhuriyet döneminde yaşanan Dersim (1937-1938), Malatya (1978), Sivas (1978), Maraş (1978), Çorum (1980), Sivas Madımak (1993) ve Gazi-Ümraniye Olayları’nda (1995) yapılan saldırıların Alevi toplumunun hafızasında yerini korumaktadır.
Aleviliğin hafızasını oluşturan bu travmalar, özellikle Madımak ve Gazi Olayları, Alevilerin demokratik hak mücadelesinde ve siyasal zeminde örgütlenmelerine neden olmuştur. Bu dönemde kurulan Alevi dernekleri demokratik hak mücadelesinin öncü kuruluşları olmuştur.
Alevilerin Hak Mücadelesi
Alevilerin siyasal alanda hak mücadelesine atılması ise sahip oldukları kültürlerden, inançsal özelliklerden değil de evrensel siyasi kavramlar ve demokratik hak mücadelesi üzerinden gerçekleşmiştir. Aleviler, kendilerini Alevi olmayanlar ile eşit bir şekilde siyasal süreçlere dahil edebilecek olan laiklik, eşit yurttaşlık, inançsal özgürlük gibi evrensel değerler ile yeniden bir katliama maruz kalmayacaklarını düşünmektedirler.
Ayrıca Aleviler, kimlik siyasetinden ziyade evrensellik, eşitlik, demokratik hak ve özgürlük, temel insan haklarına dayalı bir yaşamı ve kültürel haklar ile inançsal özgürlüklere duyarlı bir yurttaşlık anlayışını savunmaktadırlar.
"Öteki" Olarak Konumlandırılan Alevilik
Türkiye'de Alevilik, büyük ölçüde "öteki" olarak konumlandırılmış, inançsal ve kültürel farklılıkları nedeniyle ayrımcılık ve baskılara maruz kalmıştır. Alevilere yönelik ötekileştirme son yıllarda sadece Türkiye’nin bir iç sorunu olmaktan çıkmış, Avrupa ülkelerinde de gündeme fazlasıyla gelmiştir. Günümüzde bu durum artık uluslararası bir boyut kazanmış ve çözüm bekleyen önemli bir sorun olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla çözümün bulunabilmesi için Alevilikle ilgili gerek siyasi iktidarlar tarafından, gerekse Sünni toplum tarafından önyargılı ve ötekileştirici anlayışın terkedilip, sorunun tüm yönleriyle ele alınması gerekmektedir.
Ülkemizde barış ve kardeşliğin ütopyası ile yaşayan Alevi toplumu ise eşit yurttaşlık ve inanç özgürlüğü talepleriyle, ötekileştirmeye karşı mücadele vermeye devam etmektedir.
Toplumsal barışı özlemle arzulayan yurttaşlarımız, dilinden, diniden, renginden, mezhebinden dolayı aşağılanmayı hak etmemektedirler. Yüzyıllardır ötelenen ve katliamlara maruz bırakılan toplumsal kesimleri tüm özellikleriyle tanımak ve kabullenmek yaşanan sorunların üstesinden gelmemizi kolaylaştıracaktır.
Bunun için düsturumuz ‘İyilik iyidir’ olmalı!

