Türkiye’deyken kalbim ‘Evine geldin’ diyor
SonTurkHaber.com, Hurriyet kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
◊ Yakında “So in Love” turnesi kapsamında Türk hayranlarınızla buluşacaksınız. ‘Türkiye’ kelimesini duyduğunuzda aklınıza ilk gelen şey nedir?
- Türkiye denince aklıma hemen güzellik, tarih ve sıcaklık geliyor. Ama her şeyden öte, insanları geliyor; misafirperverliğiniz, müziğe olan tutkunuz ve kalplerinizi cömertçe açmanız... Benim için Türkiye, haritada sadece bir ülke değil, ailem gibi hissettiğim bir yer. Köklerim nedeniyle buraya her ayak bastığımda derin bir bağ hissediyorum, sanki kalbim “Evine geldin” diyor. Ayrıca bana çocukluğumu ve İstanbul’da doğan güzel büyükannemi hatırlatıyor.
◊ Kariyerinizin 35’inci yılını turneyle kutluyorsunuz. 35 yıl öncesini ve bugünü düşündüğünüzde neler hissediyorsunuz?
- Durup düşündüğümde çok duygulanıyorum. 35 yıl müzikte bir ömür demek; sahneler, provalar, seyahatler, zaferler ve birçok zorlukla dolu. Büyük bir minnettarlık duyuyorum. Bana inanan öğretmenlerime, beni destekleyen seyircilere ve hayatımın en büyük arkadaşı olan müziğe minnettarım. Geriye baktığımda sadece kariyerimi görmüyorum; yüzleri, duyguları, bağ kurduğum anları görüyorum. Ve ileriye baktığımda, yıllar önce sahneye ilk çıktığımdaki heyecanı hâlâ hissediyorum. 1988 yılının 5 Aralık günü, henüz 23 yaşındayken Londra’da “Les Miserables”in açılış gecesi, La Scala’da “West Side Story”de Tony rolüyle sahneye ilk çıkışım, Epidaurus Antik Tiyatrosu’nun sahnesine ilk kez çıktığım an ve yıllar önce İstanbul’daki güzel Harbiye Tiyatrosu’nda ilk kez sahneye çıktığım an, kalbimde çok değerli yerler tutuyor. Bunca yıl sonra oraya geri dönmek benim için bir döngünün tamamlanması anlamına geliyor. Benim için çok duygusal bir an.
ULAŞILAMAZ
OLANI BAŞARDIM
◊ Kariyerinizde hayal ettiğinizin ötesine geçtiniz mi, yoksa pişmanlık duyduğunuz şeyler var mı?
- Genç bir adam olarak hayal ettiğimden çok daha ötesine ulaştım. Dünyanın en önemli sahnelerinde şarkı söyleme, olağanüstü sanatçılarla çalışma ve birçok kültüre müzik götürme şansına sahip oldum. Elbette böyle bir hayatta fedakârlıklar da var ama pişmanlık diye bir şeyin varlığına inanmıyorum. Her adım, başarılar ve mücadeleler, bugün olduğum kişiyi ve sanatçıyı şekillendirdi. Ve hepsine minnettarım. Bazen kariyerimin tamamını operaya odaklasaydım kim olurdum diye merak ediyorum ama sonra, kendim için doğru seçimleri yaptığımı biliyorum. Ancak 2 yıl önce Norma’da “Pollione”yi oynadığımda, hayalimi gerçekleştirdiğimi ve ulaşılamaz olanı başardığımı hissettim.
◊ Türk tenorları tanıyor musunuz? Onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Elbette ülkenizin yetenekli tenorlarını çok iyi biliyorum. İlker Arcayürek gelecek vaat eden bir tenor ve tabii ki büyük Murat Karahan da öyle. Ancak hepsinden öte, opera tarihinde eşsiz bir iz bırakmış ve her zaman en sevdiğim sopranolardan biri olan efsanevi Leyla Gencer vardı.
TENOR OLMAK HEM LÜTUF HEM SORUMLULUK
◊ Hangi Türk sanatçıyla iş birliği yapmak isterdiniz? Hayran olduğunuz ve takip ettiğiniz isimler var mı?
- Elbette. Sezen Aksu’yu her zaman hayranlıkla izlemişimdir, sözleri ve melodileri çok ruhlu. Sertab Erener de zarafeti ve sanatçılığıyla saygı duyduğum bir başka sanatçı ve birkaç yıl önce birlikte şarkı söylemiş olmaktan çok mutluyum. Ayrıca harika bir soprano olan Feryal Türkoğlu’nu da çok hayranlıkla izliyorum ve birkaç kez birlikte şarkı söyledik. Sıla gibi bazı genç sanatçıları da çok seviyorum, çok özgün bir sesi ve kişiliği var. Tabii ki bu turneye özel konuğum Burcu Hançer’i de hayranlıkla izliyorum; olağanüstü bir şarkıcı, güzel bir ruh ve sahnede harika bir iş birlikçi.
◊ Tenor olmak hayatınıza ne gibi zorluklar getiriyor? Özgürce yapmak istediğiniz ama yapamadığınız şeyler var mı?
- Tenor olmak hem bir lütuf hem de bir sorumluluk. Ses kırılgandır, günün sonunda kutusuna geri koyabileceğiniz bir enstrüman gibi değildir. Canlıdır ve kullanıldıktan sonra dinlenmeye ihtiyaç duyar. Her şeyden etkilenir; duygularınız, hava durumu, koşullar ve aşırı kullanım. Bu da sizi disipline, odaklanmaya ve zamanınızı iyi planlamaya yönlendirir. Örneğin yazın güneşte uzun süre kalamaz veya uzun süre yüzemezsiniz. Dinlenmeli ve sevdiğiniz arkadaşlarınızla sakin öğle yemeklerinin tadını çıkarmalısınız.
◊ Sahneye çıkmadan önce yapmanız gereken bir şey var mı?
- Her zaman kendime ait sakin bir ana ihtiyacım var. Gözlerimi kapatır, nefes alırım ve seyircilerle birlikte çıkacağım yolculuğu düşünürüm. Herkesin mutlu olduğundan emin olurum; şef, müzisyenler, rol arkadaşlarım... Sahneye çıkmadan önce her zaman dua ederim.
HER GELDİĞİMDE AİLEMİN TARİHİNE DAHA YAKIN HİSSEDİYORUM
◊ Ailenizin kökleri Türkiye’de, büyükanneniz İstanbullu. Bunun müziğinizde herhangi bir etkisi oldu mu? Türkiye’de olmak size ne hissettiriyor?
- Evet, büyükannem İstanbulluydu ve bunu bilmek bana her zaman Türkiye ile kişisel bir bağ kurmamı sağladı. Hikâyelerle büyüdüm, uzaktan da olsa bu kültüre ait olma hissiyle. Bu kesinlikle beni etkiledi. Belki de duygularımı bu kadar güçlü hissetmemde ya da müziğe hem tutku hem de şefkatle yaklaşmamda etkili oldu. Türkiye’ye her geldiğimde, ailemin tarihine biraz daha yakın hissediyorum ve bu beni duygulandırıyor. İstanbul sokaklarında yürümek, havayı hissetmek, dili duymak, sanki bir parçam farklı bir şekilde canlanıyor. Büyükannemin adı Eftihia idi, bu da ‘mutluluk’ anlamına geliyor. Bu yüzden buraya geri dönmek bana onun mutluluğunu hissettiriyor.
BENİ KUCAKLADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER
◊ Buradan Türk dinleyicilerinize neler söylemek istersiniz?
- Türkiye’deki sevgili dostlarıma; sizinle tekrar bir araya gelmek için sabırsızlanıyorum. Burada her şarkı söylediğimde çok özel bir şey hissediyorum; yakınlık, sıcaklık, kalbime çok yakın bir enerji. Beni kucakladığınız, açık kalplerle dinlediğiniz için teşekkür ederim.


