Türkiye’nin Gündemi: ALTIN GÜNÜ GİBİ
SonTurkHaber.com, Halktv kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Önce bir güzel karınlar doyulur.. Sonra ya hayat pahalılığı konuşulur.. Ya da mahalledeki kızların kıyafetleri, sevgilileri falan.. Finalde de çantalardan altınlar çıkartılıp ev sahibine veya “sıradaki” talihliye verilir.
Annem çalıştığı için bizim evde “GÜN” kavramı hiç olmadı. Börekli, çörekli, sarmalı, bol dedikodulu günleri eş dosttan, filmlerden izledik.
Sonra GÜN’lerin “ALTIN GÜNÜ” haline gelişini de!
Anladığımız kadarıyla her kadın bir altınla gelir, o gün toplanan altınlar da sırayla her hafta birine verilirdi.
Ekonomi çığırından çıkınca hala aynı yöntem devam ediyor mu, bilmiyorum.
Öyle ya, Temmuz ayındaki altınla Eylül ayı altınının fiyatı bir mi!
Neyse, kısıtlı paralarla ev geçindirme mucizesi yaratan kadınlar elbette benden iyi biliyorlardır bu konuyu..
Benim gündeme getirme nedenimse, iktidarın komik projesi.
İstanbul seçimlerini kaybettikten sonra belli ki “ZİHNİ SİNİR PROCELERİ” üretmekle görevlendirilen Murat Kurum, yeni bir açıklama yaptı.
Bugün -herhalde mecburen- neredeyse bütün yandaş ya da yakın gazetelerin birinci sayfalarını süsleyen açıklaması sosyal medyada da paylaşıldı:
“Vatandaşımızı devlet güvencesiyle ev, araba ve iş yeri hayallerine kavuşturacak çok güçlü bir adım atıyor; Emlak Katılım Tasarruf Finansman Sistemi’mizi milletimize kazandırıyoruz!
Bu yenilikçi sistemle vatandaşlarımız faizsiz, kendi bütçesine uygun taksitlerle ev, araç veya iş yeri sahibi olabilecek.
Hayırlı uğurlu olsun.”
Hayırlı olsun da, “Türkiye’de ilk” diye tanıtılan bu sistem uzun süredir Eminevim adı altında ve tam da “Emlak Katılım Tasarruf Finansman Sistemi” olarak faaliyette.
“Kurum’un sistemi devlet güvencesindedir” diyeceksiniz. Özel Sistem de BDDK lisanslı.
Üstelik AYNI süreçle işleyecek.
Bişey Bakanı’nın açıkladığı şu iki seçenekten biriyle:
* “Her ay nasıl TOKİ ile yapılan konutları noter huzurunda kura çekmek sureti ile veriyorsak her ay düzenli olarak yapacağımız çekilişlerle sırası gelen katılımcılara finansman desteği sağlayacağız.”
* “Ya da müşteri teslimat tarihini çekilişte değil kendi belirlediği tarihe göre ayarlayabilecek. Çekiliş olmadan ister peşinat ödeyerek ister tutarı taksitlere bölerek evini arabasını satın alabilecek.”
Yaaaa!
*. *. *
Tasarruf dedikleri “açlık sınırında” yaşamak mecburiyeti nedeniyle epey sadeleşen sofradan kalkıldıysa sıra mahallenin kızlarında demektir.
İşte orada da gündemi Diyanet’ten alacağız.
Cuma hutbelerinde, Atatürk’ten bahsetmeyi sürekli “unutan” Diyanet, bu haftaki hutbeyi Manifest Grubu’na ayırdı.
“İffet ve hayâyı ortadan kaldıran, nesilleri ve toplumu ifsat eden zinaya giden yollar meşrulaştırılmaya çalışılmamalı; çıplaklık ve teşhircilik, hayatın bir parçasıymış gibi lanse edilmemelidir.
Alkol, kumar ve madde bağımlılığı normal; çarpık ilişkiler ve boşanmalar sıradan, öfke ve şiddet olağanmış gibi gösterilmemelidir.”
Biliyorsunuzdur, hukuku çiğnemek.. Yoksulun iki lokmasına da göz dikmek.. Yandaş medyaya kamu bankalarından milyarlar akıtmak.. Dış gezilere en az üç uçakla gitmek falan OLAĞAN!
Boşanmak isteyen kadınların, çocuklarının önünde öldürülmesi uzun zamandır OLAĞAN!
Yeter ki kadının etekleri kısa olmasın. Zaten sahneye çıkmak, dans etmek, şarkı söylemek yasak ve hatta milli güvenlik sorunu kabul edilsin.
* * *
Aslında Diyanetçilere, tarikatçılara boşuna laf söylüyoruz.
Aşağıda okuyacağınız yazı bir akademisyen, yazar Baskın Oran’a ait. Hiçbir altın gününde söylenemeyecek sözleri AGOS Gazetesi’nde yayınlandı. AGOS yönetimi yazıyı çekip özür diledi.
Ben, affınıza sığınarak, memleketin nereye geldiğini anlatmak adına bir bölümüne yer vereceğim:
“ Bikinilerin alt parçasının kaybolmaya doğru gidiyor oluşu. Özellikle, arkadan bakınca. Geliyor, arkadan ortaya gelince bir “ip”e dönüşüyor, şeftaliyi ikiye bölüyor. Endamı müsait hatunlar için tamam da, olmayanlar için söylüyorum, biz İzmir’de çocukluğumuzda buna “gemeteri” derdik, ne cesaret be birader!”
* * *
Ulusal ilişkiler uzmanı bir akademisyen bunları yazabilirken, herhalde onun kadar meşhur olmadığı için kıyıda köşede kalan nice isimleri okumuyoruz ne yazık ki!
12 Eylül’ün Türkiye’ye giydirdiği deli gömleğini çıkartıp Kübra Evliyaoğlu’nun YENİ ARAYIŞ sitesindeki “HALKIN İRADESİNE KAYYUM” başlıklı yazısına göz atın lütfen.
Kısaca özetlemek gerekirse diyor ki;
“ Spinoza’nın Ethica’sında dile getirdiği çıplak hakikat şudur: “Her şey kendi varlığını sürdürmek için çabalar.” Bu çaba, yani conatus, yalnızca bireyin nefes alışında değil, toplumun damarında da atan gizli kuvvettir. İnsanın yemek yemesi, sabah yataktan kalkması, çalışması, sevilmek istemesi hep bu çabanın farklı yüzleridir. Toplum söz konusu olduğunda conatus, örgütlenme, direnme, söz söyleme kudreti olarak görünür.
İşte bu yüzden halkın conatus’una kayyum atanamaz. Halkın iradesi mühürlenemez. Nefes gasp edilemez. Her baskının, her yasaklamanın, her kayyumun karşısında geri dönen şey, halkın yaşama iradesidir. Bu irade, Spinoza’nın dediği gibi, varlığın en çıplak hakikatidir: “Her şey kendi varlığını sürdürmek için çabalar. Ve bu çaba, bütün gasplara rağmen sürmektedir. Ve hiçbir irade yoktur ki, halkın iradesini sonsuza dek zincire vurabilsin.”
Evet, umut hep vardı.. Yine var.. Halkın iradesi zincire vurulamaz çünkü!


